Konu başlığımız Nisâ Suresi’nin 136’ncı ayetinden motamot mülhem. Ayet düz mantıkla okunduğunda ironi gibi anlaşılmaktadır. Oysa her ayetin muhkem ve müteşabih oluşuyla, siyak ve sibakıyla birlikte kendine özgü çok kapsamlı anlamları olduğu gibi bu ayette de farklı farklı mesajlar verilmiş olsa da biz bunu somut bir zaviyeden değerlendirmek istiyoruz. Öyle ki, Yüce Rabbimiz adeta şunu diyor: “Ey imân ettiğini söyleyen insan toplulukları, imân etmiş olduğunuz değer ve kıstasları Kûr’ân ve Sünnet ışığında tekrar gözden geçirin ve sahih/tetkiki bir akide ile imân edip gereğince bir hayat yaşayın.
Özellikle günümüzde Müslümanlık iddiasında bulunan insanların söylem ve yaşam tarzlarına baktığımızda tevhidî değerlerle ne kadar tenakuz içerisinde oldukları aleni bir şekilde görülecektir. Bir Müslümana yakışmayan tutum ve davranışları ne yazık ki Müslüman zannettiğiniz kişilerde görebilmektesiniz. Demek oluyor ki, toplumumuzda aidiyet değerlerimize ilişkin büyük bir erozyon yaşanmış ve hâlâ yaşanmaktadır. Emevîlerden itibaren bütün saltanat sistemlerinde yönetim işlerine karışılmadığı müddetçe devlet Müslümanların bireysel ve ailevî yaşamına pek karışmamış. Sadece seferberlik ilân edildiğinde asker olunsun yeter. Fakat içerisinde bulunduğumuz coğrafyada yaşayan Müslümanların yüz yıldan beri kılık kıyafetleri de modernite adına, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma adına, çağdaşlaşma adına dizayn edilmeye çalışıldı. Özellikle bayan kıyafetlerinde büyük değişim yaşandı. Gelinen destinasyon itibariyle değişimde emellerine ulaştılar. Sokaklardaki yatak odası kıyafetleriyle rezil müstehcenlik ve cinsel teşhir buna en somut örnek. Öte yandan ticarî ve iktisadî hayatta kapitalizm sisteminin serbest piyasa ekonomi modeline geçilmiş olması insanları “bir koy dokuz kazan” anlayışı içerisine sokmuş oldu. Bu mantık ticaret erbabında insaf, vicdan, hak/hukuk anlayışını da dumura uğratmış vaziyette. Bu minvâl üzere devam eden ticarî ve sosyal hayat helâl – haram anlayışını, ahiret korkusunu dumura uğrattı. Ne yazık ki, bireysel savrulmalar bu şekilde devam etmektedir. Maişet için kazanılanlara haram karışınca, bereket kalmadı. Kursaklara haram lokma girmeye başlayınca bedenler ve ruhsal yapı mutasyona uğramaya başladı. Oysa iyi randıman alınsın diye Yüce Rabbimiz insan bedenini helâl rızka göre yaratmış bulunmaktadır.
Bunun hilâfına her davranış, her girişim harama bulaşmayı ve mutasyona düçar olmayı beraberinde getirmektedir. Özellikle çocuklara yedirilen haram lokma “hayırsız evlât” deyimini darb-ı mesele dönüştürmektedir. Görüldüğü ve gözlemlendiği üzere günümüzde neden bu kadar çok “hayırsız evlât” serzenişini duymaktayız? Şimdi sormuş olalım: Zahiren imân ettiğini söyleyen insanların tekrardan neden imân etmeye ihtiyaçları var? Meramımız anlaşılmıştır sanırım. Yüce Rabbimiz Tahrim Sûresi’nin 6’ncı ayetinde buyuruyor ki: “Yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem azabından evlâd-ı iyalinizi koruyunuz.” Bu koruma öncelikle imânın beraberinde getirdiği takva donanımı ile olur. Takva olmadıktan, ihlas ve salih amel olmadıktan sonra imânın sahibine ne faydası olur ki? Bakınız bu konuda Yüce Rabbimiz ne buyuruyor: “Asra andolsun ki insan ziyan içerisindedir. Ancak imân edip salih ameller işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Demek oluyor ki, imân etmekle birlikte imânın gereği olan salih amel işlemek, ailevî ve sosyal ilişkilerde insanlara hakkı ve hak üzere sabırla sabit berkadem olmayı önermek, salık vermek ve tavsiyede bulunmak imânî bir vecibe. Zira biz Müslümanlar dünya hayatında bütün yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğimiz gibi imânımızın gereği yapmakla mükellef olduğumuz hâlde nefsanî dürtülerle, şeytanın iğvasıyla kaytarıp yapmadıklarımızdan/ terk ettiklerimizden hesaba çekileceğiz. Onun için diyoruz ki: “Ey imân edenler imân ediniz.” Elbette bu imân siyasî hayatımıza da tekabül etmektedir. Öncelikle şunu ifade etmiş olalım ki, bugün içerisinde bulunduğumuz seküler/kapitalist yapı, yani mevcut siyasî yapılanmanın İslâm’la tenakuz hâlinde olması imâna mugayir bir durumdur. Oysa Yüce Rabbimiz devlet mekanizmasının teşekkülüne ilişkin temel kriterler belirlemiş. Başta yasama, yürütme ve yargı organları olmak üzere Kûr’ânî ve Nebevî kriterlerle insicam içerisinde bir anaysal düzen oluşturmamız yine imâna taallûk etmektedir. Bununla birlikte ayrıca 57 ulus devlete bölünmüş olan ümmet İslâm Birliği’ni de tesis etmek ödevindedir. Bu vecibe de imâna taallûk etmektedir. (Âl-i İmrân: 103)
Elbette ki bu mükellefiyet İslâm ümmetine ve Müslümanların başındaki siyasîlere düşmektedir. Ritüllerden maada yaradılış amacına matuf her davranış ibadettir. Bu ise insan hayatının her yönünü kapsamaktadır. Siyaset de buna dahildir. Yaradılış amacına uygun her davranış ibadet olduğuna göre siyaset en büyük ibadetledendir. Ancak bunun ön koşulu siyasî yapının ilâhî buyruk standartlarına uygun olmasıdır. Zira İslâm siyaseti ibadet, ibadeti siyaset olan bir dindir. İslâmî siyasette en önemli unsur adaletin tahakkuku ve iktisaden toplumun gelişmişliği ve refahıdır. Ahlâk ise öncelikli kuşanmışlıktır. Ahlâk olmayınca adalet de ekonomi de şirazeden çıkar. Örneğin, namazın en büyük özelliği kötülüklere engel olmasıdır. (Ankebut: 45)
Müslümanların yaşadığı kamusal alanda en büyük iktisadi kötülük adil paylaşıma engel olan, dibine kadar adaletsizliğe ve zulme bulaşan faiz belasıdır. Bu o kadar büyük bir kötülüktür ki, Kûr’ân’da Allah’a ve Resulü’ne savaş açmak olarak ifade edilmektedir. (Bakara: 279) Faizin sıfırlanması demek, enflasyonun da sıfırlanması demektir. Bu ise denk bütçe politikası ile olur, havuz sistemi ile olur, gelir dağılımında adaleti tesis etmekle olur, en önemlisi ise arz – talep denkleminde üretimle olur. Ziraatta, tarımda, hayvancılıkta, sanayide, kısacası yeni ARGE çalışmaları ile yeni teknolojik ürünlerde ve her türlü endüstriyel alanda üretim, üretim.. Bu denge sağlanırsa enflasyon sıfırlanır ve buna mukabil faiz de sıfırlanır. Elbette bütün bunlarla birlikte her türlü israfın önünü almak bir devlet politikası olmalıdır. Zira Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “İsraf edenler şeytanın kardeşleridir.” (İsra: 27)
Ayetten anlaşıldığı üzere israf edenler imânlarını yitirmiş olarak şeytana kardeş olmaktadırlar. Ancak bu kişiler hâlâ imân iddiasında bulunmaktadırlar. Böylelerine diyeceğimiz o ki: “Ey İmân Edenler İmân Ediniz.”
Verdiğimiz örneklerden anlaşıldığı üzere İslâm imân ile ilintili, imânla mücehhez kılınmış bir paket programdır. Bu paket programa göre bir hayat yaşamak ve yine bu paket programa göre bir toplumsal doku oluşturmak, bu paket programa göre bir devlet mekanizması tesis edip ümmetin birliğini sağlamak imâna taallûk eden bir mükellefiyettir. Vesselâm…
Hazım Koral/Her Taraf