Şerif Aydemir’e ait “Yaşamak Geçti Başımdan.” kitabını okudum.
Kendisi okur yazar olan değerli bir arkadaşım tavsiye etmişti. Her satırı bir mesaj içeren güzel eser. Arkadaşım kitaptan çok etkilenmişti. İki kere çok kitap okumam ama bu kitabı okudum demişti. Ben de arkadaşıma Şerif Aydemir’i tanımadığımı ilettim. Kitaplarını okuyacağımı söyledim.
Daha önce niye tanımamışım? diyecektim ama tanımanın zamanı olmaz “gün bugün dedim.” Tane tane okumanın tadını fazlasıyla hak ediyordu. Okuyucusunu geçmişten geleceğe yol aldıran iyi bir kalemden çıkmış güzel bir eser. Kalemine sağlık Şerif Aydemir ağabey.
İnsan zihinsel olarak nasıl beslenir? Dediğimizde ilk aklımıza gelen kitaplardır. Kitaplar kadar da kıymetli olan sohbetlerdir. Şerif Aydemir de sohbetleri doyası yaşayan bir insandır. Kendi memleketindeki Harput halk deyişi “biz kulağımızdan şişmanlarız” ile söz ve sohbetin insanı imar ettiğini, hayatı yumuşatıp yaşanılır kıldığını söylerken kendisi de canlı bir örneği.
Nesiller, söz ve sohbet ile imar olurken diğer bir imar da sabırlı olmaktır. Büyüklerimiz “at nalına bir mıh çakmak için bile iki yıl mengenenin başında, iki yıl çingenenin yanında eğleşeceksin” diyerek olmanın ve olgunlaşmanın yol haritasını da bir söz ile aktarmaktadır.
Pişmek önemlidir.
“Dergaha ilk gelenler önce mutfağa sokulurlardı. Yemekle birlikte pişmeyi de öğretirlerdi.”
Eğitim önemlidir. Özellikle ne yapacağız? diye düşünenler mutfakta pişmeyi öğrenmelidirler derim.
Günümüzde eğitim tartışmaları devam ederken çözümde sıkıntı yaşamaktadırlar. Çözüm getirenler bir türlü irfanı yakalayamamaktadır. Her gelen yetkili bir iki küçük değişiklik, afilli sözler işte o kadar.
Sorun nedir? kem küm. Dönme dolap gibi dönüp dururlar.
Mutfak önemlidir.
Diploma da yeterli olmamaktadır. Yerinde öğrenmek kişiye çok şey katmaktadır. Staja giden çocukları çok önemserim. Mekanın temizliğinden çay servislerine kadar iş yapanlar mutlu olurken, ebeveynlerinin “ben oraya bunlar için mi gönderiyorum?” diyerek işin sırrını yok etmekte oldukça maharetli olmaktadırlar(!) Böylece koskoca bir nesil elden çıkmaktadır. İnsanın pişmesine bile fırsat veremeyecek kadar acelecilik içine girmektedirler.
Çıkmaz içindekileri çözüm mercileri yönünü hep batıya çevirirken;
Gürbüz Azak “Ne ararsan en son cebinde bulursun. Türk resmi Alplerin değil, Torosların eteğinde şekillenmeli.” diyerek çözümün yerini göstermektedir.
Çocuğun şekillenmesinde anne ve babanın zenginliğini Torosların eteğinde şekillenen irfanlara Şerif Aydemir’in cümleleriyle bir yolculuk yapalım.
Artvin’nin Şavşat ilçesine bağlı Kocabey Köyü anneleri “benim yavrum büyüsün, büyüsünde kadı olsun” diye ninni söylermiş. Kadı, hakim, savcı en çok bu köyden çıkmış. Söz önemlidir.
Çarşıda, mahallede, sokakta, okulda çocukların ve gençlerin küfürlerini duymamak için kulakların kapatıldığı bir zamanda çözüm ararken; yavrusuna yağmur damlasını bile öpüp koklatan “sakın kötü konuşma, dudağın kirlenir” diye tembihleyen bir anneden daha güzel kim şiir yazar.
Sadece güzel bir şiir cümlesi ile çocuğunu besleyen bir anne. “Sakın kötü konuşma , dudağın kirlenir” demesi çocuğa yetmektedir. Sokakta, mahallede, çarşıda, kaldırımda yürürken küfürleri duymamak için kulaklarımıza tıpa koymak istediğimiz zamanda annenin sözleri şiir gibi geliyor.
Gelelim Şerif Aydemir ile annesine;
Güzel bir sapanım olmuştu. Taşları aldım serçeleri kolluyorum.
Annem, yumuşak ve ılık bir sesle:
“Kuşlara taş atmanı istemiyorum,” dedi.
Donup kaldım. Nasıl üzüldüm…Konuşamadım. O ise gözüyle değil, yüreğiyle bakıyor bana. Merhameti ocaktaki süt gibi köpüklenip taşmıştı.
” Nişana at, kuşlara atma he mi?”
“Niye?”
“Kuşları korkutursan, yaralarsan çok üzülürüm.”
“Ama niye?”
“Çünkü ben kuşların da annesiyim!”
Birden küme küme kuşlar çoğaldı havada. Ağaçlar dolusu kardeşlerim oldu. Mavi gökler geç vakitlere kadar bahçemize misafir taşıdı. bahçemizde şölen var. O şölen içimde hep süregeldi. Annemin içli sesi kulağımdan hiç gitmedi. diyerek annenin çocuğun ruhuna nasıl etki edeceğinin canlı bir işareti olsa gerek.
“Ben kuşların da annesiyim.”
Yürekleri hoplatan bir cümle. Çocuğuma sözümü geçiremiyorum serzenişlerinde bulunan annelere sunulur. Anne ve çocuk değişemeyeceğine göre sözü değiştirmek önem arz edecektir.
Bir örnek de Allah rasulünden.
Hz. Peygamber (sas) dostlarıyla sohbet ederken, “hurma sizin halanız olur” demişti de bir insanlığı ağaçla akraba kılmıştı. Sonra kuşu öldüğü için üzülen Ebu Talha’nın oğluna taziyeye gitmişti.
Yeni yavrulamış köpeği görünce yavrular çiğnenmesin diye ordusunun güzergahını değiştiren o kutlu komutanı düşünmüştüm…
Şerif Aydemir’i düşündürdüğü kadar beni de düşündüren irfanlara bakalım.
Ağacın altında oturup kalktıktan sonra ağaca teşekkür eden, helallik isteyen koca gönüllü bir dervişi düşündüm…
Kurduğu dal yorulmuştur diye salıncağın yerini değiştiren rikkati düşündüm…
Kuşlar dane toplarken ürkütmemek için yolunu değiştiren ve bir şey yerken kuşların hakkı var mı diye hak kayıran Talaşçı Veysel’i düşündüm…
“Dağlara buğday serpin, Müslüman memleketinde kuşlar aç kaldı demesinler,” diye yüreği yanan Hz. Ömer’i düşündüm…
Bir gece yarısı sevinçle oğlunu uyandırıp “Ekinlerin büyüme sesini duyuyor musun?” diye pencereden tarlalarını gösteren Cüneyt Arkın’ın Eskişehirli babasını ve annesini düşündüm…
Koyunları ve inekleri sağıp daha süt eve girmeden komşusuna göndererek “onun da hakkı vardır” diyen anneleri düşündüm…
“Annesinin doyuramadığını dünyalar doyuramaz,” diyen Neşet Ertaş’ı düşündüm… (doymayanlara ithaf edilir)
Annelik olmasaydı, insanlardaki mermer yürek nasıl yumuşardı acaba? O mübarek ses, demek her şeyi bastırıyor. Bin yıldır bu topraklarda merhametin ve şefkatin nöbetini boşuna mı tutuyor anneler? Ve dünyalara sığmayan insan bir anneye sığıyormuş; İşte bunu da düşündüm…
Düşündüm ki, bunlar zor değil.
Birbirlerini görmeden, okumadan aynı ruhu taşıyabilen dünyanın dört bir yanındaki çocuklarını temiz besleyen güzel annelere;
Rahmet olsun, selam olsun…
Kuşların da annesi olan bir ‘annelik’ ne güzel annelikmiş.
Anadolu irfanı olsa gerek üstadım.