Gökhan Özcan, 15.04.2021, Yeni Şafak
İnsanların dünyanın gidişatına uyumlu bir şekilde değişip dönüştükleri bir gerçek… Her şeyin hızının arttığı yeni zamanlarda bu değişimin geçmişte yaşandığından çok daha hızlı gerçekleştiği de bir vakıa… Her şeyin her an değiştiği bir dünyada, tabiatı gereği sabit bir hakikate sıkı sıkıya bağlı olması gereken inanmışların inandıklarında sabit kadem olmaları elbette güçleşiyor. Bu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor ki, neyle imtihan edildiğimizi hatırımızda tutabilelim.
Eski insan, Allah’ın iradesini hayatın merkezine alan, istikametini ilahi olanla uyumlu olarak belirleyen bir imana, bir inanışa sahipti. İrili ufaklı bazı izah farklılıklarına rağmen bunu bütün inanışlar için söyleyebiliriz. ‘Modernite’nin değiştirmeye çalıştığı temel ‘kaide’ de temelde buydu. Allah’ın iradesini temel alan bir hayatın yerine, insan aklı ve iradesini koyan yeni bir hayat koymak… Bu önemli ölçüde başarılmış, inananlar dahil olmak üzere insanların kadim yaşama geleneğiyle irtibatı önemli ölçüde kesilmiştir. Artık sadece sosyal hayatımızda değil, değerler dünyamızda da insan aklı ve iradesine dayalı bir zihniyetle yaşıyoruz. Buna direnç gösterebilecek tek şey, varlığını eski dünyanın kadim kaidesinden alan, Allah’ı hayatın ve her şeyin merkezine koyan geleneği yeniden hayatımıza çağırmak, modern zihinsel reflekslerden kurtulmanın yollarını aramaktır.
Modern bir dünyaya iman edenler için hiçbir gelenek vurgusunun artık pek fazla önemi ve değeri kalmadığını biliyorum. Modern dünya, geleneği kırmak ve yerine değerleri değişken bir hayatı hakim kılmak üzere yola çıktı. Burada garip olan, kendi geleneği içinde yükselmiş imanlı toplumların, tarihin belki de en büyük ray/aks değişikliğinin gerçekleştirildiği bu süreçte kendilerinden beklememiz gereken direnci gösteremeyip bu değişimle haddinden fazla uyumlu bir tavır içinde olmalarıdır.
Bugün, büyük ölçüde bu değişimin sebep olduğu zihinsel defolarımız sebebiyle bazı şeyleri hak ettiği ciddiyet içinde ele almakta ve meseleleri doğru bir muhtevayla düşünüp taşınmakta güçlük çektiğimiz aşikar… Bu çerçevede, gelenek kavramının hakikatini ve bizi kadim insanla irtibatlı tutmaktaki vazgeçilmez değerini bilmek noktasında da bariz bir maluliyet içindeyiz.
Mesele, insanların zamanın hangi evresinde daha mutlu yaşadığı, daha az sıkıntı çektiği meselesi değil, bunu bilmeliyiz. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan her devrin kendine göre güçlükleri ve kolaylıkları, zenginlik ve yoksunlukları vardır. Dünya hayatını vahiy üzerinden anlayanlar için hayatın gayesi Allah’ı bulmaktır. İnsanı Allah’a yaklaştıran şey hayırlı, uzaklaştıran şey ise şerlidir. Bu sebeple ki, Allah’ı hayatın merkezine koymayan ve bizi dünyayla fazlasıyla meşgul ederek hakikati aramaktan alıkoyan bir hayata alışmakta ve yerimizi ısıtmakta bizim için çok büyük tehlikeler vardır.
Rahmet ayı Ramazan-ı Şerif, cümle inananlara bu yolda bir tefekkür, bir idrak tazeleme, bir can yenileme imkanı bağışlar inşallah… Kendi hayatımızın nimetlerinden kısıtlandığımız şu ibretlik günlerde, sade suya tirit boş tartışmalarla meşgul olmak yerine, yaşadıklarımızı daha iyi muhakeme eder, ayağımızı bastığımız zeminde ne kadar çürük tahta bulunduğunu tespite yöneliriz belki de. Ramazan-ı Şerif’in bir fazileti de, insanı kapıldığından koparıp ne yaşadığına bir daha bakma imkanlarıyla donatması değil mi zaten? Bu kopuş, aynı zamanda kişinin kadim gelenekle yeniden irtibatlı hale gelmesi için bir altın fırsat… Ne mutlu değerini bilene!
…
On bir ayın sultanı, rahmet ve mağfiret ayı Ramazan-ı Şerif’in getirdiği hayır, feyz ve bereketten bütün inananların ve bütün insanlığın nasibdar olmasını niyaz ediyorum.