“Ayasofya politika aracı yapılmamalıdır, tehlikelidir” buyurmuş İlber Ortaylı ve her zamanki otoriter tarzıyla yerine getirmemiz gereken talimatı vermiş: “Cumhuriyet yönetiminin 1934 yılındaki kararına itaat etmeliyiz.” Ayasofya tartışmalarını bir yanıyla acı bulurken diğer yanıyla da hep komik bulmuşumdur. Acıdır çünkü Ulu Önder’in bir talimatıyla Allah-u Ekber sadalarının susturulup 18 yıl boyunca Tanrı Uludur müsameresinin sergilendiği, halkın kılık kıyafetin kanunla tazim edildiği, müzik zevki ve dansın bile emirle şekillendirildiği Kemalist Cumhuriyet, fethin sembolü Ayasofya’yı seküler bir mabede yani müzeye çevirerek İslam’a olan düşmanlıkta zirveleri zorluyordu. Komiktir çünkü bu ülkeye yüz küsur yıldır özgürlük ve demokrasi gelir ama Tek Adam ve Tek Parti despotizminin ahlak ve hukuk dışı dayatmalarını kesip atmak irtica, ihanet ve başkaldırı sayılır.
İpoteği Yunanistan Değil Tek Adam Koydu
Çalıyı dolaşmaya, lafı uzatmaya hiç ama hiç hacet yok. Ayasofya’nın üzerine Yunanistan devletinin hegemonyası veya Rum Ortodoks cemaatinin nüfuz değil doğrudan doğruya Kemalist ideoloji ve devlet sınıflarının vesayet ve ipoteği çökmüştür. Her şeyden evvel Yunanistan devletinin göstereceği tepkiler sınırlı ve etkisizdir. Rum Ortodoks Cemaati’nin duyguları ve talepleri kendi açılarından anlaşılabilir olsa da Ayasofya’nın konumunu belirlemeye ne hukuken ne siyasal açıdan güç yetiremez. Dolayısıyla gölgelerle savaşılıyor gibi bir imaj ve algı oluşturmanın âlemi yok. Ayasofya’yı ezansız, namazsız, duasız, cemaatsiz bırakıp seküler bir mabede/müzeye dönüştürmekle fethi boşa çıkarmaya girişen Mustafa Kemal ve Kemalist devlet kadrolarının belirleyici rolünü kimse (s)aklayamaz.
Ayasofya’da Kur’an okunmasına tepki gösteren Yunanistan Dışişleri Bakanlığı açıklamalarını tartışabildiğimiz kadar keşke Ayasofya’yı Kur’an okunamaz, namaz kılınamaz, dua ve ezan okunamaz ruhsuz bir tarihi eser ve müzeye çeviren Mustafa Kemal’in siyaset, kültür, tarih, din ve ibadet anlayışlarını da tartışabilseydik. Ne gezer. Aksine tuhaf ve komik bir aşağılık kompleksiyle Tek Adam ve Ulu Önder kültünü güya muhafazakâr formatta yeniden hortlatmak üzere seferberlik ilan edilmiş sanki. Yunanistan’ın gayri ahlaki ve gayri hukuki tepkilerinin Türkiye’de hiçbir şeyin seyrini belirleme veya değiştirme gücü olmadı ki zaten. Ancak Kemalizm öyle mi; koskoca bir toplumun dinini, dilini, kılık kıyafetini, tarih ve kültür telakkisini, siyasal tercih ve ifade biçimini resmen ve cebren ipotek altına tutan bir resmi ideolojiden bahsediyoruz.
Ayasofya üzerine “iki ileri, bir geri” beyanatlar verilmesini artık kimse kabullenemez. Ayasofya, İslam açısından fıkhi ve ahlaki gerekçeleri son derece sağlam bir kazanımdır. Bu tartışmaları seçim yatırımı gibi algılanacak bir forma sokmak da siyasal ittifakları meşrulaştırmaya matuf bir zemine oturtmak da yanlıştır, zarar verir. İlaveten Ayasofya yanlış giden işlerin meşrulaştırıcısı olmaz, eksik bırakılan sorumlulukları telafi edemez veya toplumda yaygınlaşan şikâyetleri dindirecek ağrı kesici işlevi görmez. İslami duygu ve duyarlılıklar açısından memnuniyet verir, hukuk ve özgürlüklere dair ümitleri büyütür. Fakat günün sonunda İslami sorumlulukların bir parçasından ibarettir Ayasofya’nın özgürleştirilmesine meselesi. Süleymaniye veya Sultan Ahmet gibi camilerin dolup dolmaması ayrı bir tartışmadır, Ayasofya’nın bütün ruh, pratik ve sembolleriyle mescid olarak ibadete açılması başka bir şeydir.
Kullanmaya Kalkanı ‘Çarpar’
Eğer açılmasına ilişkin gerilimler yükseltilir ve süreç uzatılırsa Ayasofya’nın bir politik araç olduğu, siyasal kart muamelesi yapıldığı, seçim yatırımından ibaret olduğu ve nihayet gündem değiştirmeye matuf kullanışlı bir sembol olduğu yönündeki kanaatler pekişecektir. Altından kalkılamayacak bir gündem oluşturmak zaman ve enerji israfıdır. Güven sarsıcı ve şüpheleri tetikleyici zikzaklara düşmeden siyasetin ahlaki ve hukuki duruşunu tahkim etmek icap ediyor. Türkiye’nin iktisadi ve siyasi açıdan giderek sıkıştığı bir vasatta taktik hamlelerle alınacak hayırlı bir yolu olamaz. Geniş ufuklar çizmeye, ahlaki ve hukuki duruşuyla cazibe merkezi olmaya, adalet ve merhameti devlet siyaseti haline getirip en uçtaki toplum kesimlerini dahi kuşatacak bir özgüvene muhtacız.
Tutarlılık kadar tutarsızlık da en kolay fark edilen siyasal karakterdir. Hukuk devleti isterken Tek Adam ve Ulu Önder güzellemeleri yapmak, Tek Adam ve Tek Parti yönetimine karşıyız diye feryad ederken Anıtkabir’e koşmak, anıt heykeller önünde tazimde bulunup ve sadakat bildirmek komikliktir, acziyettir. Ayasofya trajedisine çözüm ararken bile Ata/Türkçülüğü bir çözüm gibi sunmaya kalkışmak hem vicdansızlıktır hem de mantıksızlıktır. Vicdanlı olalım, mantıklı olalım ve Ayasofya’yı ezandan, namazdan, duadan ve cemaatten mahrum eden Tek Adam kültüne ve Tek Parti despotizmine sakın ola ki rahmet okumaya, şükran ve sadakat bildirme tuzağına düşmeyelim. Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılmasına engel olan zalimleri kimse bize kahraman ve kurtarıcı diye pazarlamaya yeltenmesin lütfen. Çünkü biz bu rezilliği yapanlarla ne bu dünyada ne de ahirette aynı safta olmak isteriz. Dileyen Ulu Önder’inin nefsani buyruklarına itaat etsin, biz Alemlere Rahmet olarak gönderilen Resul’ün pak sünnetine ittiba ettik.
“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” (Bakara Suresi, 114)
Akit / Kenan Alpay
Alpay’ın Ayasofya’ya olan ilgisi daha çok bir muhafazakârın tepkisini yansıtıyor! Ülkedeki camilerde sanki Allah’ın adı gereğince anılıyormuş da tek eksik Ayasofya kalmış zannediyor! Bu zihniyet Ayasofya’nın neden camiye dönüştürüldüğünü sorgulamaktan uzak olduğu gibi, zalimler arasında ayırım yaparak despotik olanları reddeden fakat demokratik olanları da baş tacı eden bir zihniyettir. Onun için de Allah’ın ayetlerinden bahsetmelerine aldanmamak gerekiyor!