1293’te ne olmuştu?
1877–1878 yılları arasında cereyan eden ve Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden ötürü ’93 Harbi’ ismiyle anılan bu savaş, Osmanlı’da bir dönüm noktası olarak görülüyor. Padişahın yeni tahta oturması, savaşa yeterince hazırlık yapılamaması, siyasi çekişmelerin had safhada olması gibi birçok sebepten ötürü sonucu aleyhimizde olan bir savaş. Rusya’nın genişlemek ve Panslavizm akımını yaymak istemesi sonucu Osmanlı tebaasından olan Hıristiyanların haklarının çiğnendiği bahanesiyle açılan savaş, Osmanlı’ya ciddi bir darbe vurmuş. Rusların bugünkü Yeşilköy’e kadar ilerlemeleri ve Osmanlı’nın Balkanlar’da çok fazla toprak ve beraberinde nüfuzunu yitirmesiyle sonuçlanan savaşın iki farklı cephesini, bu iki eser vesilesi ile tanımak mümkün.
Hüseyin Raci Efendi bugün Bulgaristan topraklarında kalan, Karinabad kasabasının Molla Şeyh köyünde doğmuş, İstanbul medreselerinde ilim tahsil ederek Zağra’ya müftü tayin edilmiş. 93 Harbi’nin ardından ilk büyük hicret sırasında, ailesiyle birlikte önce Edirne’ye ardından İstanbul’a göçmüş. Savaşın etkileri bir nebze de olsa silindikten sonra Eski Zağra’ya müftü olarak ta
yin edilmiş. Bu eserde savaşı bizzat müşahede eden birisi olarak yaşadıklarını kaleme almış.
Bulgarlar neden bir anda bu denli vahşileştiler?
Eserde, yaşadıkları kasabanın Bulgarlar ve Türklerle ortak olarak paylaşıldığını ve uzun yüzyıllar boyunca herkesin ibadetini rahatça yerine getirip, dilini serbestçe konuştuğunu vurguluyor yazar. Ancak milliyetçilik dalgasıyla Bulgarların toprak üzerinde hak iddia ettiklerini ve yıllarca yan yana yaşadıkları komşularıyla bir anda kanlı bıçaklı olduklarını hayretle ifade ediyor. Bir anda çeteleşen ve Ruslardan önce köylere, kasabalara giderek yağma yapan Bulgarların bu denli vahşileşmelerine bir anlam veremiyor. Kitapta sık sık bu konudaki şaşkınlığını dile getiren Hüseyin Raci Efendi, Rusların ve Bulgar çetelerinin işgalinden önce kasabada olup bitenleri sade bir üslupla anlatıyor. Ardından işgali, işgal günlerini, çektikleri eziyetleri ve yaşadıkları elim günleri çoğu zaman tabii bir şekilde duygusallığını ön plana çıkararak ifade ediyor.
Kasabada Bulgar çetelerinin zulmüne uğrayanları, işgal komutanlarının keyfî hareketlerini ve hepsinden çok Türklerden Rus ve Bulgarlarla işbirliği içinde olanları nefretle anıyor. Kendisinin hapiste olduğu günlerde Osmanlı ordusunun kurtarmaya gelişini ve Süleyman Paşa’nın zaferini ise satırlara yansıyan bir mutluluk ve sevinçle yazıyor. Hicret ederken çektikleri sıkıntıları pek fazla umursamazken, Osmanlı askerinin yokluk içinde olması, binlerce şehit verilmesi, muhaberatın çok eksik olması ve içerideki işbirlikçileri hüzünlü bir şekilde kaleme alıyor.
Sanki o savaşın içindeymişsiniz gibi…
Rus Harbi’nde Kafkas Cephesi’nin başarılı komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın başkâtipliğini yapan Mehmet Arif Bey ise, 1845’te Erzurum’da doğmuş ve 1897’de İstanbul’da vefat etmiş. Hayatı boyunca memurluk yapan ve aralarında Binbir Hadis-i Şerif Şerhi’nin de bulunduğu birkaç eser kaleme alan müellif, Kafkas Cephesi’nde vazifesi icabı Muhtar Paşa’nın yanından hiç ayrılmamış, savaşa dair notlar almış ve Mısır’daki vazifesi esnasında Başımıza Gelenler’i vücuda getirmiş.
Eserde savaşa hazırlık dönemi, asker toplanması, Muhtar Paşa’nın gayretleri ve savaşta olup bitenler kronolojik bir şekilde anlatılıyor. Bunun yanısıra, sık sık bölgenin sosyo-kültürel yapısına ve özellikle de askerin durumuna ilişkin aydınlatıcı bilgiler veriyor. Yapılan hatalar, valilerin durumları, muhaberat ve mühimmat gibi konularda ayrı başlıklarla değerlendirmeler yer alıyor. Yer yer kendi korkularını, sevinçlerini de dile getiren müellif, oldukça samimi bir üslup kullanmış. Yaptığı tasvirler ve anlattığı meydan muharebeleriyle bizzat oradaymışsınız hissi uyandırmayı başarıyor.
Osmanlı ordusunun durumuna dair istatistikî bilgiler ve değerlendirmeler de eserde yer aldığı gibi, İstanbul ile veya civar illerle yapılan yazışmalar da aynen nakledilmiş. Ayrıca Rusların askerleri, mühimmatı, teknik bilgisi gibi konularla ilgili gelen bilgiler de eserde kendilerine yer bulmuş. Bu da döneme dair analizler yapmayı ve olup biteni idrak etmeyi kolaylaştırıyor.
Tarih kitaplarında anlatıldığı gibi değil hadise
Bu iki eser, epey önce bir vakitte, olmuş bitmiş bir savaşa dair yazılmış hatıratlar olsa da kanaatimce oldukça önem arz etmekteler. Her şeyden önce Osmanlı için dönüm noktalarından birisi olarak kabul edilen 93 Harbi’ni bizzat müşahede etmemizi sağlıyorlar. O dönemin ekonomik, sosyal, kültürel ve geleneksel yapılarına dair satır aralarında birçok bilgi veriyorlar. İnsanların olaylar karşısında verdikleri tepkilerden tutun da dönemin yazışma üslubuna kadar birçok teferruatı bizimle paylaşıyorlar. Belki de en önemlisi, Osmanlı’nın mağlup olduğu bir savaştan bahsetmeden önce ordunun, insanların ve düşmanların durumunu bize bildirerek meselenin tarih kitaplarında anlatılanlardan daha farklı olduklarını gösteriyorlar. Bu iki kitap savaşın sadece ekonomik ve siyasî tahribatını değil, bizzat savaşın meydana geldiği yörenin insanlarının üzerindeki tesiri de dile getirmeleri bakımından daha önemli bir hal alıyorlar.
Eserlere oldukça hassas bir şekilde yaklaşan, sadeleştirmeyi dikkatle yapan, müellifler ve eserler hakkında etraflıca malumat veren ve koyduğu dipnotlarla zaman zaman açıklayıcı bilgiler veren Ertuğrul Düzdağ’ı ve eserleri itina ile neşreden İz Yayıncılığı da tebrik etmek gerekiyor.
Yusuf Kemal İnanç
dünyabizim.com