Köklerinden koparılmış bir ağaç gibiyim… Ne geçmişimi hatırlayabiliyorum ne de geleceğimi görebiliyorum… Önümde devasa bir boşluk var ve nereye sürüklendiğimi bilmeden gidiyorum… İnanç, düşünce ve davranışlarıma rengini veren tüm zenginlikleri tarihin tozlu sayfalarına terk edip kalabalığa dâhil olmuşum. Kulaklarıma çarpan ses beni nereye götürürse oraya doğru sürükleniyorum. Bir zerreyim, bir toz tanesi, ezilmiş bir çekirdek, susturulmuş bir ses… Kapılmışım sele öndekiler nereye akarsa ben de oraya doğru gidiyorum… Başımı kaldırsam ve itiraz edip sesimi yükseltsem ne kaybederim! Ayaklarımı yere vursam ve seslensem, köleliğe itirazım var desem ne olur? Ya da ne kaybederim?
Topluma ışık tutan şahsiyetlerin hayat hikâyelerini okurken geçmişimle şimdi arasında bir köprü kurmaya çalışıyorum ve bir noktadan sonra yol alamıyorum. Ait olduğum yerden uzaklaşmış ve özümden kopmuşum bir kere… Onların bıraktığı gemideyim ancak ne arkama bakabiliyorum ne de göklerden süzülüp gelen ışığa ulaşabiliyorum. Kalbim onlarla atıyor, onların yürüdüğü yollardan geçmek istiyorum fakat cesaretim kırılıyor ve olduğum yerde kalıyorum. Saatler zafere kurulmuş fakat hiçbir hareket, hiçbir kıpırtı, hiçbir ses yok…
Üzerime uymayan bir gömleği giymeye zorlanmış ve duvarları küf kokan bir hücreye hapsolmuşum… İtiraf ediyorum! Bu gömlek beni kendime yabancılaştırıyor ve hareket eden bir organizmaya dönüşüyorum. Dünyayı başımın üzerinde taşıyorum ve yorgunluğum gittikçe artıyor… Düşmüşüm, yorulmuşum ve ıssız bir sahrada kendimle söyleşiyorum. Sonra bir kıpırtı ile irkiliyorum… Ötelerden bir ses kulaklarıma tokat gibi çarpıyor ve gözlerimin önüne çekilen perdeyi yırtıp hareket etmemi istiyor. Yakamdan tutup hızla çekiyor beni ve kurumuş bir yaprak olmadığımı hatırlatıyor… Herkes kadar sorumlu olduğumu, herkes kadar hareket kabiliyetimin olduğunu ve herkes kadar cesaretimin olduğunu hatırlatıyor…
Kim olduğumu, ne olduğumu biliyorum… Et ve kemikten ibaret olmadığımın farkındayım! Hareket eden ve yiyip içen bir nesne olmadığımın farkındayım! Omuzlarımda büyük bir sorumluluk taşıdığımın farkındayım! Beni diğer canlı türlerinden ayıran zenginliklerimin farkındayım! Sorumluluğumun farkındayım! Sorumluluğumun aynı zamanda bana bahşedilmiş zenginlikler olduğunun da farkındayım. Ve bu zenginlikleri kaybettiğimde bir ağaç kabuğundan farkımın olmayacağını biliyorum.
Omuzlarımdaki yükün ağırlığı altında ezildiğim anlarda korkularım artıyor ve her şeyden kopuyorum. Böyle durumlarda hiçbir insanın, hiçbir canlının, hiçbir sesin, hiçbir hareketin olmadığı bir boşluğa doğru düştüğümü hissediyorum. Dünya boşaltılmış da tek başına kalmış gibi oluyorum. Sonra o boşluğun içinde bana bahşedilen unvanı görüyorum: ”İNSAN.” Ve… Sanki dünyaya yeniden doğuyorum… Gökyüzünün rengini, yaprakların hışırtısını, toprağın kokusunu ve karıncanın ayak seslerini duyuyorum… Taze bir gün doğuyor ve sahip olduğum bu imkânın her şeyin üstünde olduğunu fark ediyorum…
Fatma Tuncer/Milli Gazete