İlk bakışta, henüz fazla düşünmeden, bu ne saçma bir soru, ikisinden birini seçmek zorunda mıyız diyebilirsiniz. Bu soruyu huy güzelliği mi önemli yoksa fiziki güzellik mi türünden sorulara benzetip tuhaf bulabilirsiniz. Ama biraz derinlemesine düşündüğünüzde, insanın ahlaki gelişiminde, toplum düzeni ve devlet işleyişinde bu soruya verilecek cevaba göre farklı şekillenmeler olacağını anlamak zor değil. Düşündükçe, soru, bize makul ve önemli gelmeye başlar.
Düzgün soru sorup derinlemesine düşünme alışkanlığı kazanmanın insanı dünyanın malayani hallerinden kurtarma gibi bir faydası da var üstelik. Ama çoğu zaman yapamıyoruz yalapşap düşünüp ürettiğimiz fikirciğe sahip çıkmaya başlıyoruz. İnsanın yaptığı her işte kendini haklı görmek gibi kötü bir huyu var çünkü…
Adalet ve merhamet hem birbirleriyle alakalı hem de hayli farklı iki erdem. Onlardan hangisine daha çok önem verdiğimiz kişiliğimizi, kim olduğumuzu, hatta düşünme tarzımızın niteliğini, batılı mı yoksa doğulu tarzda mı düşündüğümüzü ele verecek cinsten. Andre Comte-Sponville’ye göre merhamet, doğuda başkasının ıstırabından zevk alan acımasızlığın ve bunu dert etmeyen bencilliğin tam tersi olarak algılanıyor ve kesinlikle bir erdem, belki de erdemlerin en büyüğü olarak görülüyor ama Batı’daki durum ise çok değişik. Merhamet, Batı’da kötü bir üne sahip olarak görülüyor kimse merhamet duymak ya da başkasının merhametine konu olmak istemiyor. Bunda merhametin acıma duygusu ile karışmasının payı büyük. Evet, çoğu batılı yazarda “merhamet” kelime olarak dahi yok, onu acıma duygusu ile bir ve aynı sanıp habire eleştiriyorlar. Batı’da merhamete yönelik bu olumsuz tavır hayli eski tarihli. “Başkasına acımaktansa, eğer yapabilirsek onun için bir şeyler yapmalıyız” diyen fikrin kökenleri Eski Yunan’a kadar gidiyor.
Birçok keresinde bu konuda düşündüm, düşündüklerimi yazmaya çalıştım. Müsaade ederseniz şimdi şöyle bir şey yapalım “adalet mi merhamet mi?” sorusuna hangi aşamada nasıl, cevap vermeye çalıştığımı sizlere sunayım. Kendi düşünce çizgimdeki değişimleri misal vererek tartışmayı sürdüreyim. Böyle bir yöntemin benim sürekli “ben”, “ben” sözlerime maruz kalmak gibi kötü bir yan etkisi var ama biraz dişinizi sıkıp tahammül edin lütfen, hatrım için…
Uzun zaman düşüncelerimi merhameti ahlaki yapımızın temelinde bulunan önemli erdemlerden olarak görmekle birlikte asla adaletin yerini almaması, adaletin her zaman belirleyici olması şeklindeki fikirler belirledi. 1999 yılında Birikim Sosyalist Dergi’nin 125/126 sayılarında, büyük depremin ardından yazdığım yazıda, teknomedyatik dünyada, sözün tükenişinin yanı sıra, ahlaki alanda, iki erdem (adalet ve merhamet-yardımseverlik) ekseninde, tam bir yarılmanın olduğu tespitini yapıyor, adaleti devletçi, merhamet ve yardımseverliği ise sivil toplumcu söylemin temellük ettiğini vurguluyordum:
“Ahlaki erdemlerimiz, küreselleşmeyle birlikte köklü bir parçalanma yaşıyor. Küreselleşmenin ana kutuplarından birisi olan ulus devlet(ler), kendisini temsil eden söylemlerde ‘adalet’i esas alan bir öz-savunma ve eleştiri getirirlerken, küreselleşmenin diğer ana kutbunu temsil eden finans dünyasının sözcüleri, karı maksimize etme tamahkarlığını örtbas etmenin bir yolu olarak ‘merhamet-yardımseverlik’ erdemini öne çıkartmış durumda. Egemen finans çevreleri için ‘adalet’, ulus devletin kendisini bir meşrulaştırma gerekçesi olarak sunduğu beyhude bir uğraştır; yoksulların, tutunamayanların, felakete uğrayanların, Güneylilerin gün geçtikçe artan feryatlarına olsa olsa yalnızca ‘merhamet-yardımseverlik’ eli uzatılabilir…
Nasıl bir siyasi perspektife sahip olursak olalım, bugün, bir toplum tasavvuru geliştirebilmek için ilk yapmamız gereken, aza kanaat getiren adil devlet memurunun sağlayacağı adaleti mi yoksa ekonomik egemen çevrenin yardımseverlik duygularını mı esas alacağımıza karar vermektir.
Ben devleti ontolojik olarak savunuyorum ama bu her türlü devlet işleyişini savunduğum anlamına gelmiyor. Devletin hukuka bağlı ve demokratik işleyişinden yanayım… Elbette birçok başka ahlaki erdem gibi merhameti ve yardımseverliği de önemsiyorum. Merhamet ve yardımseverlik, toplumun kendi yaralarını sarabilmesinin, dayanışmanın temel gücü ama adalet, tüm diğer erdemlerin önünde. O olmaksızın diğer erdemler, hayat bulup gelişemezler.”
Bu bakış açısıyla oldukça tutarlı bir söylem analizi yapılabiliyordu lakin insanın iç-dünyasındaki bu erdemlerin tuttukları yerlere yönelik derinlemesine bir değerlendirme imkânı yoktu. Siyaset felsefesiyle yetiniliyor, ahlak ve yaşam felsefelerinin ancak çevresinde geziniliyordu. Adalet devlete özgü, merhamet ise kişisel bir nitelik olarak ele alınıyordu. Bugün yeniden düşündüğümde bu fikirlerin karışık ve fazlaca “batılı” olduğunu görüyorum. Zaten daha sonra sonuncusu bu yakınlarda olmak üzere mecburen bazı değişiklikler yapmak zorunda kaldım. Anlatacağım ama hemen söyleyeyim, neyi savunursam savunayım, o sırada kendimi haklı ve düşüncelerim tam tekamül etmiş gibi hissediyordum.
Yeni Şafak / Erol Göka