Başlıktaki sorumuzun birçok okuyucuya ilginç geleceğinin farkındayız. 28 Şubat’ın bitmiş olduğu şeklindeki genel kanıyı sorgulayan ve yanı sıra “bitirdi mi?” şeklinde bir soruyu gündeme getiren bir başlığı salt dikkat çekmek için atmadığımız, bu konuda söyleyecek sözümüz olduğunu vurgulamış olalım.
1997’de yaşanan 28 Şubat “post-modern” darbesinin 25. yıldönümü “idrak edildi” geçtiğimiz ay sonu. Az önce de söylediğimiz gibi genel kanı, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı ve sonradan Genelkurmay Başkanı da olan Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “28 Şubat bin yıl sürecek” açıklamasının aksine, 28 Şubat sürecinin Ak Parti’nin hükümeti devraldığı 2002 yılı itibariyle yenilgiye uğrayıp sona erdiği yönünde. Peki gerçekten durum bu mu? 28 Şubat bitti mi? Bu sorunun cevabı üzerinde önemle durmak gerekir.
Tabi bu soruyu doğru cevaplayabilmek için de, öncelikle 28 Şubat’ın ne olduğunun, neyi hedeflediğinin doğru anlaşılması gerekir. Maalesef bu konuda Türkiye’deki İslami kesimlerin çoğunlukla doğru tespitler üzerinden hareket etmediğini, 28 Şubat sürecini yalnızca Kur’an kursu, başörtüsü ve İHL düşmanlığından ibaret bir jakoben-laiklik dayatması sürecinden ibaret görüp, bu dayatma sürecinin ortadan kalkmış olmasını 28 Şubat sürecinin bitmiş olması şeklinde yorumladığını görmekteyiz.
İşin doğrusu ise, 28 Şubat’ın tek boyutlu bir süreç olmadığı, biri sürecin iç aktörlerin plan ve beklentileri, diğerinin ise sürecin asıl belirleyicisi ve yönlendiricisi olan dış aktörlerin plan ve beklentileri şeklinde iki boyutlu bir süreç olduğu gerçeğidir.
Evet, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 2. Başkan Çevik Bir ve diğer komuta kademesi ile, onların güdümünde hareket eden siyasi partiler, yargı kurumları, medya, meslek örgütleri, STK’lar ve onların beklentileri açısından bakıldığında, 2002 sonrası 28 Şubat süreci gerçekten de yenilgiye uğramış ve büyük çapta sona ermiştir. Kur’an kursları ve İHL’ler üzerindeki baskı ve yasaklar ortadan kaldırılmış, başörtüsü yasaklarına son verilmiş, kısacası 1923-50 arasında uygulanan jakoben laikliğe geri dönüşle ilgili uygulamalar ortadan kaldırılmıştır. Peki sürecin diğer boyutu olarak ifade ettiğimiz, dış aktörlerin plan ve beklentileri açısından da durum aynı mıdır?
Süreçte yaşananları hatırlayanlar, sürecin içteki iki ana aktörü olarak öne çıkan Genelkurmay Başkanı İ.H. Karadayı ve Ç. Bir’in süreç boyunca Washington ve Tel Aviv’i adeta su yolu yapmış olduklarını iyi hatırlayacaklardır. Sürecin planlanması ve yürütülmesinde “üst akıl” pozisyonundaki isimlerden biri olarak siyonist işgal rejimi yanlısı American Insitute’un “Ortadoğu” uzmanı Alan Makovsky’nin adının öne çıkmış olduğu da bu çerçevede hatırlanmalıdır. Ki Refahyol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan da 2007 yılında yaptığı açıklamada bunu ifade etmişti. Nitekim 28 Şubat’ın fiilen başlangıcı sayılan Sincan’da tankların yürütülmesinin, Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi’ne bir cevap olduğu unutulmamalıdır.
28 Şubat’a dış aktörler (ABD ve Siyonist işgal rejimi) ve onların süreçle ilgili plan ve beklentileri açısından baktığımızda, 28 Şubat sürecinin başarısız ve bitmiş olduğunu söyleyebiliriz miyiz? Bize göre sözünü ettiğimiz dış aktörlerin süreçten beklentileri göz önünde bulundurulduğunda, sürecin önemli ölçüde hedefine uğradığını ifade etmek mümkündür. Zira bu aktörler, içerideki “militan laiklik” aktörlerini aslında bir sopa olarak kullanarak Türkiye’deki İslami kesimleri küresel ve onun acentası durumundaki yerel sisteme entegre etmeyi planmışlardı. Nitekim 28 Şubat süreci sonrası Ak Parti sürecinin hazırlık sürecinde de özellikle Washington ve oradaki benzer lobilerin etkisinin biliniyor olması, iki sürecin dış aktörler açısından birbirinden bağımsız olmadığının açık göstergesidir.
Bu açıdan baktığımızda, 28 Şubat sürecinin bitmediğini, bilakis, süreç sonrası ortaya konulan “ılımlı laiklik–ılımlı İslam” eksenli sopa-havuç politikaları marifetiyle, Türkiye’deki bağımsız, tevhidi İslami potansiyelin sisteme entegrasyonu noktasında maalesef ciddi mesafe alındığını ifade etmemiz gerekir.
Kısaca belirtmek gerekirse, 28 Şubat sürecinde Müslümanlara “jakoben laiklik” sopası gösterilmiş ve bunun sonrasında vizyona konulan “anglo-sakson laiklik” havucuna razı olmaları planlanmıştır ki, tevhidi duruş ve zindeliğini koruyan az sayıdaki İslami çevre dışındaki çevreler bu havuca balıklama atlamışlardır. Dolayısıyla 28 Şubatın bitmesinden ziyade, Türkiye’deki İslami potansiyeli büyük oranda sisteme entegre ederek adeta bitirdiğini söylemek daha isabetli bir teşhis ve tespit olacaktır.
İktibas Dergisi Mart 2022, Sayı 519 Yorumu