Umutsuz Bir Romantizm

Bugün bu derin yabancılaşma ve derin taşralılık sebebiyle, İslam dünyasında hiç bir kutsalları olmayan diktatörler, bütün İslami kutsalları barbarca, hunharca, hoyratça istismar edebiliyor. Bütün bu istismarlar, keyfilikler, bencillikler, çıkarcılıklar, ilgili ülkelerde, hakikat adına, hak ve adalet adına kamusal müdahalede bulunabilecek, uyarı ve eleştiri yapma yeteneğine, iradesine, birikimine, cesaretine sahip bilim/düşünce/kültür/hikmet/estetik adamlarının, etkili eleştirel seslerin bulunmamasından kaynaklanıyor.

İslam dünyasında, İslami bütünlük bilincinin parçalanması, varoluşsal farkındalık kayıplarıyla birlikte, bir yanda gelenek bütün boyutlarıyla mutlaklaştırılınca, İslami akıl bütünüyle değersizleştirildi; bir diğer yanda da, akıl mutlaklaştırılınca gelenek bütünüyle hiç’liğe mahkûm edildi.

İslami bütünlük, varoluşsal bütünlük bozulunca; gelenekçi aşırılıklar, akılcı aşırılıklar, ilkesizlikler, ölçüsüzlükler ve parçalanmalar İslami bilinçsizliği normalleştirdi.

İslam dünyasında, İslami bütünlük bilincinin parçalanması, varoluşsal farkındalık kayıplarıyla birlikte, bir yanda gelenek bütün boyutlarıyla mutlaklaştırılınca, İslami akıl bütünüyle değersizleştirildi; bir diğer yanda da, akıl mutlaklaştırılınca gelenek bütünüyle hiç’liğe mahkûm edildi. İslami bütünlük, varoluşsal bütünlük bozulunca; gelenekçi aşırılıklar, akılcı aşırılıklar, ilkesizlikler, ölçüsüzlükler ve parçalanmalar İslami bilinçsizliği normalleştirdi. Yanlış bilincin hakimiyeti temelinde, parçalanmış keyfi/bencil İslami yorumlar, İslami ilgi’yi, sorumluluğu, İslami geleceği soyut/romantik/ duygusal umutlara indirgedi.Konformist kültür, konformist din algısı ve dünya görüşü, bütün diktatörleri ve diktatörlükleri tarih boyunca olduğu gibi, bugün de, meşrulaştırılabilir hale getiriyor, tebcil ve takdis edebiliyor.

İslami bütünlüğün ve varoluşsal anlam ve amaçların kaybı; İslam’ı, politik iktidarlar, hanedanlar, saltanat sistemleri ve diktatörler tarafından kolaylıkla araçsallaştırılabilir hale getirdi. Konformist kültür, konformist din algısı ve dünya görüşü, bütün diktatörleri ve diktatörlükleri tarih boyunca olduğu gibi, bugün de, meşrulaştırılabilir hale getiriyor, tebcil ve takdis edebiliyor. Diktatörlükleri meşrulaştıran, tebcil eden, takdis eden toplumlar ve kültürlerde, toplumlar/kitleler/aydınlar vb. eleştirel/muhalif bir konumu seçmek riskli olacağı için, diktatörleri/diktatörlükleri alkışlamaktan başka hiç bir şey yapamıyor.

Yanlış bilincin belirleyici olduğu toplumlarda, toplumların/kitlelerin, her durumda, her tür manipülasyona açık olduğunu bilmek/hatırlamak gerekir. İslam dünyası toplumlarını yanlış bilincin ele geçirmesiyle birlikte, İslam’ın ontolojik ve epistemolojik içeriği/anlamı/vizyonu/misyonu boşaltılarak, İslam duygusal/ biçimsel/folklorik/nostaljik bir içerik’le sınırlandırıldı. İslam dünyası toplumlarında, tarihin son birkaç yüz yılı, konformist bir kültürün, konformist bir din algısının ve dünya görüşünün oluşturduğu radikal ve derin yabancılaşmalar/bozulmalar içerisinde geçti.

Günümüz İslam toplumlarında din’i hayatı büyük ölçüde bu radikal yabancılaşmalar belirliyor.

Radikal yabancılaşmalar, İslam toplumlarında, yapısal/temel/varoluşsal/hayati bir İslami değişim/dönüşümü, bütünüyle imkansız kılıyor. İslam toplumlarının maruz kaldığı radikal yabancılaşmalar sebebiyle, bugün, bu toplumlarda hamaset pazarlamacılığı, menkıbe pazarlamacılığı, hamaset ve menkıbe ticareti/ sömürüsü, yerli-milli popülizmlerle beslenen arabesk muhafazakârlıklar, lümpen muhafazakârlıklar; İslami anlamda, İslami temelde sorgulama-eleştiri konusu yapılamıyor.

İslam toplumlarında edilgenlik ve tekdüzelik katı bir dogmatizm oluşturduğu için, entelektüel çok ufukluluk ve açık görüşlülük, bir sapıklık biçimi olarak, bir zındıklık biçimi olarak değerlendiriliyor.

Entelektüel çok ufukluluk ve açık görüşlülükten uzaklaştırılan İslam toplumlarında İslam, yerli ve milli bir ilgi’nin, resmi bir ilgi’nin, algının, sınırlı bir ilgi ve algı’nın konusu haline getirilebiliyor, kendilerini, yerli-milli-muhafazakâr olarak tanımlayan, bu suretle de, bir tür taşralılığı-kabileciliği seçen politik hareketler, yapılar/iktidarlar ne yazık ki, ‘’siyasal İslamcı’’ olarak değerlendirilebiliyor. Bütün bu değerlendirmeler yapılırken, İslami varoluşun bilincin, ufkun, sorumluluğun ve tecrübenin vatanı’nın bütün bir yeryüzü olduğu her nasılsa unutuluyor, unutturuluyor.

İçselleştirilmiş, teslim olunmuş edilgenlikler, tekdüzelikler, umutsuz romantizmler sebebiyle; İslami ontolojik ve epistemolojik özgürlüğü kazanmadan, İslami epistemolojik otorite ve meşruiyeti yeniden inşa etmeden, İslami bir düzen, iktidar, devlet/hilafet ve medeniyet, İslami bir çağ inşa edilemeyeceğini düşünmüyor, akletmiyor ve fehmedemiyoruz. Yine bütün bu nedenlerle, seküler sınırlamaların/kısıtlamaların/baskıların/propogandanın üstesinden gelemiyor, Peter Berger’in 1970’li yıllarda işaret ettiği, ‘’Protestanlık cennetle yeryüzü arasındaki göbek bağını kesti’’ şeklindeki tarihsel yoruma/gerçeğe nüfuz etmekte zorlanıyor, Protestan bir din’i yorumun himayesinde, bu yoruma bağımlı din’i hayatlar yaşıyoruz.

Entelektüel ve ahlaki bağımsızlığa, ilkesel ahlaki ve varoluşsal tutarlılığa sahip olmadığımız için, modernleşmenin, bilim ve teknolojinin, modern ve seküler uygarlığın bütünüyle pragmatizmden ibaret olduğunu konuşamıyor, yazamıyor, tartışamıyoruz.

Bugün, bütün bir gezegenin maruz kaldığı çok büyük tehditler, küresel ısınma, küresel durgunluk, küresel yoksulluk, küresel kıtlık, küresel çölleşme, küresel salgınlar, nükleer savaş tehditleri, popülist otoriter rejimlerin yükselişi sözünü ettiğimiz bu pragmatizmin eseridir. Seküler akıl, araçsal akıl, ideolojik akıl; varoluşsal bütünlüğü kavrayamıyor, açıklayamıyor, bu bütünlüğü temsil eden bir sistem kuramıyor, bu nedenle de, seküler/araçsal/ideolojik ve ırkçı bir akıl temelinde, sahte bir evrensellik oluşturmaya, bu sahte evrenselliği emperyalizm yoluyla bütün insanlığa dayatmaya çalışıyor. Günümüzde, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ ilahiyat hayatı, İslam’ın, evrensel entelektüel/ felsefi/niteliksel gündemden, yorumlardan, evrensel meşruiyetten nasıl, ne zaman, dışlandığını, dışlanabildiğini hiç konuşmuyor, konuşma ihtiyacı duymuyor.

Bugünün İslami gündemi, genel bir iradesizliğin, genel bir edilgenliğin, genel bir yetersizliğin ve ufuksuzluğun ifadesi olduğu için, İslam ülkelerinin Siyonist İsrail sömürgeciliği, ırkçılığı ve vahşeti karşısında bile, ortak bir siyasal gündemleri, ortak bir kaygıları ve sorumlulukları bulunmuyor. Konformist kültür, konformist din algısı ve dünya görüşünün hâkimiyeti sebebiyle, bugün, İslami akıl, İslami bilinç ve ahlak değersizleştirildiği için, Filistin’in, Filistin halkının maruz kaldığı derin emperyalist-ırkçı kuşatma sistematik bir biçimde sürdürülürken, Müslümanların, İslami özgürlüklerden söz edemeyeceklerini idrak edemiyoruz. İslami özgürlüğe sahip olmayan bir dünyanın, bu dünyada iftihar edebileceği hiç bir şey yoktur.

Bugün, İslami mevcudiyet, siyasal ve kültürel bir bağımsızlığın-bütünlüğün ifadesi olarak değil; çeşitli ulus-devletlerin sınırları-çıkarları içerisine hapsedilmiş, yerli-milli-muhafazakâr dindarlıklar biçiminde yaşatılıyor. Hangi ülkede olursa olsun, İslam’ın politik çıkar/ baskı aracı olarak kullanılıyor olması, İslam’ı değersizleştiriyor.

Bu nedenledir ki oportünist, muhafazakârlar inançlarına bir bütünlük içerisinde inanmıyor, inançlarını araçsallaştırabiliyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, popülist-otoriter-arabesk ve lümpen muhafazakârlık, edep-hikmet ve terbiyeye yabancılaştığı için, ne yazık ki, utanç verici bir biçimde müstehcen bir muhafazakârlık oluşturuyor.

Yakın geçmişte, Türkiye’de, seküler kesimler, ideolojik mülahazalarla, kendilerine yapılmasını kesinlikle istemedikleri keyfi baskıları, zulüm ve adaletsizlikleri, din’dar kesimler üzerinde uygulamakta ahlaki/vicdani/hukuki bir sakınca görmezken; günümüzde, bu defa, muhafazakâr/dindar kesimler, yine, aynı mülahazalarla, kendilerine yapılmasını kesinlikle istemedikleri keyfi baskı, zulüm ve adaletsizlikleri, seküler-muhalif kesimler üzerinde uygulamakta ahlaki-vicdani-hukuki hiç bir sakınca görmüyor.

Günümüzde, ikili karşıtlıklar, ne yazık ki, taşralı toplumların, kabileci toplumların-kültürlerin, kültürsüzlüklerin vazgeçilemez bir geleneği haline gelmiştir. Hiç bir toplum kültürel niteliklere, zenginliklere sahip olmaksızın, toplumsal/siyasal niteliklere sahipolamaz.

Taşralı toplumlar, kültürsüz toplumlar, politik kazançlarını çoğaltmak için, bütün ahlaki kayıpları, insani kayıpları göze alırlar. Taşralı ve kültürsüz toplumlarda adalet, siyasal-ideolojik çıkarlar doğrultusunda dağıtılır. Ahlaki meşruiyetin yerini, ideolojik meşruiyetin aldığı bir toplumda ve dünyada ‘’adalet’’ soyut bir çıkar ve manipülasyon klişesidir.

Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, gerçek muhafazakârlık edep-hayâ-terbiye sınırlarını koruyarak, temsil ederek somutlaştırılır. Günümüzde, oportünist-popülist-arabesk ve lümpen muhafazakârlık, edep-hayâ-nezaket ve terbiyeyi dışlayarak, yeni ve benzeri görülmemiş bir muhafazakârlık biçimi oluşturuyor.

Hangi toplumda olursa olsun, lümpenliğin toplumsallaşması, ilgili toplumun çok derin ve telafi edilmesi mümkün olmayan bir yozlaşma ile karşı karşıya bulunduğunu gösterir. Bugünün dünyasında; dünyanın/insanlığın/tarihin/ siyasetin gündeminden, gerçekliğinden söz edildiğinde, Batılı, seküler, liberal dünyanın gerçekliğinden, gündeminden söz edilmiş oluyor. İslam toplumlarının, Müslüman halkların maruz bırakıldığı eşsiz kötülükler, savaşlar, işgal ve istilalar, soykırımlar, kültürelkırımlar, suikastler, muhaceretler, acımasız ambargolar, katliamlar, toplama kampları, mülksüzleştirmeler, yerinden-yurdundan edilmeler, açlıklar, acılar, yoksulluklar, büyük yıkımlar hiç bir şekilde insanlığın/tarihin gündemine girmiyor, bu gündemi sarsmıyor, müesses nizamın gündemini etkilemiyor.

Günümüzde, Müslüman halkların maruz kaldığı sistematik terör-şiddet olayları ile, Batılı toplumların maruz kaldığı terör-şiddet olayları birbirinden çok farklı algılanıyor, çok farklı yorumlanıyor ve çok farklı yankılanıyor. İslam dünyası toplumları, ülkeleri, ulus-devlet bencillikleri ve çıkarları, rekabetleri, karşıtlıkları sebebiyle, aziz İslam’ın eşsiz, büyük, evrensel imkanlarının, fırsatlarının potansiyelinin farkına ve bilincine varamıyor. Bu nedenledir ki bugün, hiç bir ülkede İslami önceliklere, öncelikli tercihlere yer verilmiyor.

Dünya siyaset tarihinde eşi ve benzeri görülmeyen siyasal oportünizmlerin, siyasal tiyatroların, Kur’an’ı Kerim okutularak gerçekleştirilen resmi teatral gösterilerin, ‘’siyasal İslamcılık’’ olarak anılması, Kur’an’ı Kerim’in büyük ölçüde ölüler için okuduğu, yaşayanlara hitap etmediği, yaşayanları değiştirmediği, dönüştürmediği, utanç verici çok hazin bir hikâyedir.

Günümüz İslam toplumlarında, özellikle genç kuşaklar, dijital sömürgecilik yoluyla modern-seküler-liberal hayat tarzının baştan çıkarıcı ve ayartıcı yanına, neoliberal zehirlenmeye maruz kalıyor.

Genç kuşaklar, İslam’dan, daha doğrusu, İslam’ın otoriter, baskıcı, birörnekleştirici, tekdüzeleştirici, yerel, taşralı, tek akla dayalı faşizan yorumundan ve uygulamalarından kaçıyor. Hamaset dili ve söyleminin, neoliberal zehirlenme karşısında hiç bir şey ifade etmediği görülmüyor. Bu konuda çok derin bir zihinsel körlük yaşanıyor. Oportünist-popülist politik dil, toplumu, toplumlarımızı bütünüyle kuşatan ahlaki tehlikeleri-tehditleri-kötülükleri-çürümeyi, hamaset söylemiyle, ezan-bayrak söylemiyle, şanlı tarih söylemiyle örtbas etmeye çalışıyor. Propoganda dili’nin sahicilikten, içtenlikten, nitelikten yoksun, günü kurtarmaya yönelik bir dil olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Günümüzde İslam ülkeleri, kırılgan, edilgen, biçimsel, araçsallaştırılabilir, istikrarsızlaştırılabilir, baskılanabilir, sınırlandırılabilir, kontrol edilebilir, tahrip edilebilir, parçalanabilir bir bağımsızlık biçimiyle malûl bulunuyor.

Bu konuda, pek çok Ortadoğu ülkesinin, Türkiye’nin de karşı karşıya bulunduğu politik konum, tarihi bir ibret konusudur. Siyonist sömürgeciliğin, Musevilik merkezinde sürdürülen İsrail siyasetinin, siyasal ve ekonomik vesayetine ihtiyaç duyan İslam ülkelerinde, İslam adına, her zaman, her dönemde, gündemde tutulan her şeyin umutsuz bir romantizmden ibaret olduğunu bilmek gerekir.

Kimi durumlarda ideolojik fanatizm ve ihtiraslar adına, kimi durumlarda ırkçı fanatizm ve ihtiraslar adına, kimi dönemlerde yalnızca iktidar ihtirasları adına gerçekleştirilen bencil hesap-kitap ilişkisi, çıkar temelinde sürdürülen ilişkiler, İslami ahlak’a ve temel İslami ilkelere bütünüyle yabancıdır.

Bugün bu derin yabancılaşma ve derin taşralılık sebebiyle, İslam dünyasında hiç bir kutsalları olmayan diktatörler, bütün İslami kutsalları barbarca, hunharca, hoyratça istismar edebiliyor. Bütün bu istismarlar, keyfilikler, bencillikler, çıkarcılıklar, ilgili ülkelerde, hakikat adına, hak ve adalet adına kamusal müdahalede bulunabilecek, uyarı ve eleştiri yapma yeteneğine, iradesine, birikimine, cesaretine sahip bilim/düşünce/kültür/hikmet/estetik adamlarının, etkili eleştirel seslerin bulunmamasından kaynaklanıyor.

İslam toplumları, her durumda, hakikati bütün boyutlarıyla temsil-tecrübe yeteneğine sahip eleştirel entelektüel kadrolara sahip olmadığı için, bugün, bu toplumlarda din’i bilgi ve eğitim, ulus-devlet çıkarlarına göre şekillendiriliyor, millileştiriliyor. Bilgi’den, akıl’dan, bilinçten, bilgelikten, derinlikten yoksun dindarlıklar, popülist muhafazakârlıklar, arabesk muhafazakârlıklar, diktatörlere, diktatörlüklerini rahatlıkla sürdürebilmeleri için büyük bir cesaret veriyor.

İslam dünyası toplumlarında, düşünme/içerik üretme/sorgulama, yeni gerçeklikler karşısında yeniden yorumlama süreçlerinin, içtihadın durdurulması, dondurulmasıyla birlikte, İslami varoluş/hayat/tarih ve kültür, edilgen ve birörnek bir çerçeve içerisine hapsedildi.

Bu nedenle de, İslam toplumları-kültürleri bugün, değişen gerçekler, değişen toplumlar ve değişen dünya hakkında yeni şeyler söyleyemiyor, değişen dünya ve tarihle ilgili İslami analizler-çözümlemeler yapamıyor.

İslami varoluşun-mevcudiyetin dili, bilincin/ bilgeliğin/niteliğin, bütünlük hassasiyetinin, çok boyutlu, çok ufuklu iletişim ve etkileşimin dili’dir. İletişim ve etkileşime kapalılık, büyük bir fanatizmle kuşatıldığımızı gösterir. Her fanatizm, müşavere, müzakere, muhasebe ve dayanışmaya düşmandır. Bugün, ulus-devlet bencillikleri ve milliyetçilikler, mezhep bencillikleri ve karşıtlıkları sebebiyle, Müslüman halklar arasında yaşanan iletişimsizlik ve dayanışmasızlık bütün İslami umutları darmadağın ediyor. İslam toplumları arasında İslami ilkeler temelinde dayanışma olmayacaksa, bu toplumlar için İslami gelecek de olmayacak demektir. Popülist-oportünist-yerli-milli, muhafazakâr otoriterliklerle, bağımsız, özgün, kapsayıcı bir İslami toplum ve siyaset çerçevesi gerçekleştirilemez.

Bugün, popülist-oportünist-yerli-milli otoriterliklerin, ihtirasların tiranlığına açık hale geldiğini görmek gerekir. Bugün, İslam toplumlarında pratik hayatın pragmatizmi, politik hayatın pragmatizmi, İslami ideallere geçit vermiyor.

Çok aziz ve mükerrem İslam politik pragmatizm adına sadece bir dekor olarak kullanılıyor.

Atasoy Müftüoğlu/İktibas Dergisi