Sorgulanması İstenmeyen Gerçekler

İslamı bütünsel anlamda seçme, temsil ve tecrübe etme özgürlüğünü kaybettiğimiz için, bugün, İslam’ı kamusal alanda otoritesi, meşruiyeti ve belirleyiciliği olmayan, soyut bir gerçeklik olarak temsil ediyoruz. İslam bugün, İslam toplumlarında siyasal iktidarların, iktidarlarını ve çıkarlarını sürdürebilmek için büyük ölçüde sömürgeleştirilmiştir.

İslam dünyası toplumlarının, içe ve geçmişe kapanmalarıyla birlikte, edilgen bir İslami toplumsal/siyasal/kültürel bünye oluştu. Edilgenlik zamanla İslam toplumlarının hakim özelliği haline geldi. Sözünü ettiğimiz edilgenlik dogmatik kesinliklerle bütünleştiği için, toplumlarımız çok boyutlu tefekkür ve dikkati kaybettiler, entelektüel niteliklere yabancılaştılar. Entelektüel niteliklere yabancılaşan toplumlarımız bu yabancılaşmaları sebebiyle rahatsız edici sorular soramıyor, içerisinde bulunduğumuz derin açmazlarla yüzleşemiyor. Her dönemde, her yerde daha çok karizmatik politik figürlere, kahraman figürüne ihtiyaç duyan bir gelenek, entelektüel niteliğe ihtiyaç duymuyor.

İslam toplumlarında edilgenliğin bir geleneğe dönüşmesi, toplumlarımızı yabancı-sömürgeci-ırkçı hukuk ve siyaset sisteminin, emperyalist ekonomik sistemin saldırılarına, müdahalelerine ve kontrol altına alınmalarına açık hale getirdi.  Toplumlarımız bağımsızlıklarını kaybetme pahasına, maruz kaldıkları yabancı/sömürgeci/ırkçı kavramların, kurumların, ideolojilerin aşağılayıcı tahakkümünü sorgulayamadıkları için her tür tahakkümü sineye çektiler.

Modern zamanlar boyunca modern dünya düzeninin temel meselesi siyasal varoluş meselesi oldu. Günümüzde de, dünya düzeni her tür siyasal tercihini ahlak-hukuki düzlemde değil, ideolojik düzlemde haklılaştırıyor, haklılaştırabiliyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, ideolojik-ırkçı haklılaştırmaya dayalı olarak, Ortadoğu’da bütün dengeler İsrail lehine ve İran aleyhine oluşturulmaya çalışılıyor. Amerika-İsrail ve Arap müttefikleri İran’a karşı Sünni bir dayanışma oluşturuyor. Dünya düzeni siyasal varoluşu kendi temel meselesi haline getirirken, Müslümanların İslami anlamda siyasal bir bilinç inşa etmelerini, bağımsız bir siyasal düşünceye/kültüre/tarza/tavra/duruşa sahip olma çabalarını, entelektüel terörizme tabi tutuyor. ‘Uygarlık Misyonu’, ‘beyaz adamın misyonu’ dili/söylemi/siyaseti temelinde, sömürgeciler arasında her zaman ırkçı ve ideolojik bir dayanışma/bütünleşme/yardımlaşma gerçekleştirilirken, İslam toplumları-ülkeleri arasında siyasal birlik/dayanışma ve yardımlaşma sağlamıyor. İslam toplumlarında, İslam’ın özel alanla ilgili bir konu haline getirildiği günden bu yana, İslami siyasal birlik konusu her nasılsa hiç konuşulmuyor, gündeme getirilemiyor. Emperyalist bir evrenselciliği tartışma konusu yapmadığımız gibi, Avrupamerkezli uluslar arası hukuku da tartışma konusu yapmıyoruz.

İslam toplumlarında düşünce-kültür-siyaset-ilahiyat hayatı, toplumlarımızın, düşünsel-kültürel-entelektüel bağımsızlığımızı gerçekleştirmeksizin, hiçbir bağımsızlığın mümkün olmayacağını hatırlaması gerekir. Her alanda  sömürgeciliğin bir şekilde devam ettiğini farkedemediğimiz için, nesne-parya-araç-şey konumunu içselleştirmiş bulunuyoruz. İslam toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, politik dilin demogojik popülizme indirgenmesi, toplumlarımızı kültürel-entelektüel anlamda büyük bir yoksunluğa sürüklüyor. Toplumlarımızda hamaset ve popülizm, cepheleşme dili ve politikalarının yoğunluğu, kitleleri sorgulanması istenmeyen gerçeklerden uzaklaştırıyor. Politik kadroların, onların çıkarları ve ihtiraslarının bekası, ilgili ülkenin bekası gibi sunulabiliyor. Siyasal kültürün gelişmediği toplumlarda, konuşmakla, nutuk çekmenin birbirinden çok farklı şeyler olduğu gereği gibi farkedilemiyor. Siyasal kültürün gelişmediği toplumlarda, kitleler gerçeklerden çok hamasetle ilgileniyor. Bu tür toplumlarda gerektiğinde toplumlar hamaset yoluyla kolaylıkla manipüle edilebiliyor.

Gerçeklik sonrası dönemde bütün yalanlar mübah sayılabiliyorken, olguların yerini propaganda alıyor. Etnik bencilliklerin, mezhep bencilliklerinin, ulus-devlet bencilliklerinin oluşturduğu uçurumlar, birlikte var olmayı imkansız kılıyor. İslami varoluş bilincine ırk-dil-kan-mezhep bağını aşarak ulaşılabileceğini bilmek-hatırlamak-yaşamak istemiyoruz. Narsist bir bünye, bir kişilik, bir hareket birlikte varolmaktan rahatsız oluyor, bu nedenle de karşıtlıkları derinleştiriyor. Narsist bir bünye, bir hareket ve kişilik hiçbir konuda özeleştiriye, sorgulamaya ihtiyaç duymuyor. Narsist bir bünye, kişilik ve hareket ahlaki bir itibarsızlıkla karşı karşıya bulunduğu halde, bunu hiçbir şekilde bir sorun olarak göremeyebiliyor.

İnsanlığın dünyasında kuşkusuz her  durumda, en büyük kayıp ahlaki itibar kaybıdır. Ahlaki itbar kaybına uğrayan bir kişilik, bir bünye, bir hareket hukuksuzlukları, adaletsizlikleri, yolsuzlukları, partizanlıkları hissetmez, duymaz ve algılayamaz. Bütün popülizmlerin nitelikten, derinlikten, bilgelikten ve ahlaktan yoksun olduğunu bilmek-anlamak gerekir. Toplumlarımızda gelenek-popülizm ve hamaset tarafından mumyalanan zihin dünyası, bağımsız-üretken-etkili entelektüel özneler yetiştiremiyor. Mumyalanan bir zihin dünyası sömürgeci-kolonyalist gerçekliğe mahkumiyetin-bağımlılığın neden olduğu çok ağır bilinç tahribatını hiçbir şekilde göremiyor. Sömürgeleştirilmiş bilinç Batı dışı halkları, Müslüman halkları, Batılı bilme-algılama-yorumlama biçimlerinin sınırları içerisine hapsediyor. Bu nedenledir ki, Batılı gerçeklik bütün toplumlara tek gerçeklik olarak dayatılabiliyor.

Sözünü ettiğimiz dayatma, Avrupamerkezciliğin sömürgecilik yoluyla dünyanın merkezine yerleştirilmesiyle birlikte başladı. Modern uygarlık tarihi de, emperyalizm tarihi olarak şekillendi. Avrupamerkezciliğin Batı dışı toplumlara, özellikle de İslam toplumlarına dayatılmasıyla birlikte, İslam toplumları İslami bilince, kendilik bilincine, yabancılaştı; İslami farkındalığı ve İslamı bütünsel anlamda seçme, temsil ve tecrübe etme özgürlüğünü kaybetti. İslamı bütünsel anlamda seçme, temsil ve tecrübe etme özgürlüğünü kaybettiğimiz için, bugün, İslam’ı kamusal alanda otoritesi, meşruiyeti ve belirleyiciliği olmayan, soyut bir gerçeklik olarak temsil ediyoruz. İslam bugün, İslam toplumlarında siyasal iktidarların, iktidarlarını ve çıkarlarını sürdürebilmek için büyük ölçüde sömürgeleştirilmiştir. İslam dünyası toplumlarında halklar, düşünce ve kültür hayatı, siyasal/entelektüel/eleştirel farkındalığı temsil etmedikleri için, tarihin/olayların/gelişmelerin resmi versiyonuna inanıyor, resmi versiyonunun dışında kalan gerçekleri görmüyor. Bu nedenle, toplumlarımız, İslamın bir yanda ulus-devletler tarafından, bir diğer yanda da emperyalizmler tarafından sömürgeleştirildiğini anlamıyor.

Atasoy Müftüoğlu