Neoliberalizm Çökerken, Kapitalizm Ölümsüzleşirken…

Dün çoğulculuk, demokrasi, insan hakları, özgürlükler diye yaptığını, kapitalist ilişki biçimlerini herkesleştirmeyi bugün kitleleri korkutarak, ürkü-terek, kaygıya sürükleyerek, topraklarının yok olacağı, çiğneneceği propagandasıyla yerine getiriyor. Toplumlar özgürlük umutlarıyla da özgürlüklerinin elinden alınacağı propagandasıyla da demokrasiyle de faşizmle de kapitalizme mahkum edi-liyor. Kapitalistlerin, neofaşistlerin oyunlarını görecek, hissedebilecek bir alternatif çıkmıyor. İslam ülkelerinde de benzer temayüller nedeniyle Batı medeniyetine eklemlenmeden öte yeni teklif gelmiyor, getirilmiyor. Daha da çökmemek, kötüye gitmemek için insanlar varolanı kabul etmeye icbar ediliyor.

Kapitalizm insanın benliğindeki tüm güçlü egoları harekete geçirdi. Kapitalizmi insanlık tarihinde, uygarlığın gelişiminde, iktisadi faaliyetlerin özünde yatan belli başlı kuralların kendisiyle tarif etmek büyük oranda günümüzdeki İslami çevrelerin, muhafazakarların genel hatlarıyla sağın tavrı. Oysa kapitalizm yalnızca iktisadi faaliyetlerdeki ince ayar, ahlaksızlık, mal temerküzünü getiren her tür hile, oyun, kumardan oluşmuyor; bir düşünce, zihniyet hatta felsefe olarak modernleşmeyle birlikte Batı medeniyetini tarih sahnesine yeniden çıkaracak bir sistemdir.

Kapitalizm bir manada küreselleşmeyi içerir, erken dönemlerde dünya sistemi kapitalizmi tüm coğrafyalara yığamadı, bu neoliberal doktrinle vuku buldu. Marks’ın “burjuvanın tüm Çin Setleri’ni yıkacağı” saptaması, postKeynesyen döneme rastlar, çarkları tüm dünyaya kuran burjuvazi, finans kapitali siyasallaştırarak, iktisadi sistemi ulus devletlerin mekanizmalarının içine yerleştirerek kapitalizmi herkesleştirdi!

Tabii sadece setleri yıkmadı aslında inşa da etti; Soğuk Savaş döneminde Amerikan dünya sistemi “düşmanlaştırma” stratejisiyle kendi hege-monyasını sağlamlaştırdı. Berlin Duvarı’nın yükselmesi aynı zamanda Demir Perde’lerin küreselleşmesi demekti. Amerikan dünya sistemi kapitalizmi herkesleştiren yeni duvarlar, setler yaparken pek çoğunu da yıktı. Popüler kültür, tüketim toplumu ve kültür endüstrisi, denetimli serbestlik içeren de-mokratik ideolojiyle birleşince Amerikan hayat tarzı kapitalizmin bizatihi kendisi oldu.

Kapalı toplumlarda mesela Türkiye’de Tek Parti uygulamalarını reddedenler için Amerikan hayat tarzı hem zenginleşmenin hem dindarlaşmanın vesilesiydi.

Trumpizm 

Kapitalistler, burjuva dini, ritüelleri, maneviyatı, milliyetçiliği çok sever. Milliyetçilik ile dindarlığı birleştiren bir kapitalizm toplumların direnç noktalarını kırar. Obama’nın dezavantajı bu yeni muhafazakarlığı çok da kotaramamasından ileri geliyordu; bankacılık ve mortgage krizlerinde kapitalizmi, bankacılık sistemini, merkezi yıpratan tepkilere cevap veremeyen Obama’nın karşısında hem duvarları yıkan hem duvarlar inşa etmek isteyen, düşmanlaştırmanın zirvesi, tüm radikal ulusçulukların en popüleri Trump çok daha etkili uygulamalar yaptı. Sadece projesi olan Meksika duvarını değil Avrasyacılara karşı gümrük duvarlarını yükseltti, kapitalizmi bir biçimde herkesin sorunu haline getirdi.

Kapitalizmin ölümsüzlüğü sistemin gündelik hayata mündemiç kurulmasından ileri gelir. İster Trump Amerika’sı deyin isterse tüm dünya sistemi kaidelerinin umum ruhu… kapitalizm kazancı paylaşmada cimri hatta katıdır, sadece merkeze akmasına müsaade ederken sorunların, krizlerin, buhranların küreselleşmesini sağlar. Trump bunu biraz daha aleni yaptı. Dünyanın jandarması vazifesini icra etmeyi bir kenara bırakarak Çin’in, Rusya’nın, Kore’nin kazancına ortak olduğunu bir biçimde kabul ettirdi. Amerikan merkez bankasında parası olan ülkeler aynı zamanda ABD siste-mine karşı direnişe geçtiği söylenenler; zaten körfez sermayesinin el konan trilyon dolarlarını saymıyoruz.

Sermaye birikimi nasıl gerçekleşir, insanlar ve devletler nasıl zenginleşir? Bunun türlü yolları var; hırsızlık, gasp, hayali ihracat yanında emekten-emekçiden tırtıklama… Fakat bu yöntemlerin içinde sadece “alnının teriyle kazanma” yok!

Hiçbir zenginleşme “doğal yollara” bağlı gelişmez. Merkantilizmden kapitalizme geçen Avrupa’nın gümüş ve altın birikimi, sonrasındaki bilfiil sömürgeleştirmesi gibi…

Neoliberalizm 1970’li yıllardan sonra devreye girse bile burjuva düzeni devletsiz büyüyemez. Amerika’da Ronald Reagen, İngiltere’de Mragaret Theatcher, Özal, Arjantin generalleri, İran devrimi, Mısır ve Pakistan ile Pinochet gibi isimler ulus devletlere neoliberalizmi kabul ettirdi. Görece kon-for, büyüme, tüketim maddelerine kolay erişim, ulaşım ve iletişimde gözlenen rahatlık ve “sahip olma” imtiyazları Türkiye gibi ülkelerde de yankı buldu, bir yılan kadar sessiz hareket edebilen liberal teori, devletleri geri plana itiyor gibi yapıp sivilliği pompalasa da hegemonya daha sert devam etti.

Kavramlardaki değişim

Neoliberal doktrin zengin ile fakir arasındaki farkı katmerlendirir fakat cazibesi izafi bir orta sınıf doğurmasından… Neoliberalizmin klasik kapi-talizmden farkı çevredekilere kredi açmasında. Çevrenin merkezden pay istemesine bağlı olarak kazançtan kâr değil ama muasır medeniyetin imkan-larından faydalanma ayrıcalığı tanındı. Hayat standartları ve kalitesinin yükseldiği imajını hatta simülasyonunu kitleler sahip oldukları konforla tecrübe etti. Fakat hemen hemen her on yılda bir kapitalistler alt-orta sınıfa verdikleri imtiyazları, görece imkanları geri alır. Krizler ve buhranlar ilk önce alt gelir grubundakilerin parasını çeker sonra aşama aşama yukarı çıkar. Fakat hiçbir zaman piramidin tepesine ulaşmaz! Amerika’nın 2008 krizinde 7 milyona yakın kişi evini kaybetti fakat devlet bankaları kurtararak ateşin büyük burjuvaya, sistemin merkezine erişmesini engelledi.

Neoliberalizm, zenginin daha da zenginleşmesi fakirin fakirleşmesi usulünü siyasal alanda katılımcılık vasfıyla kazandırdı… Neoliberal siyasal-lık geçmişte çoğulculuk ekseninde tüm çevreyi merkeze taşımayı hedefliyordu, şimdi merkeze herkesi topladıktan sonra monolitik bir söylem, adeta Amerikalılık gibi bir üst dil ile faşistlerin çok kullandığı toplumculuğu öne çıkarmaya başladı. Şirketlerin küresel etkinliklerine ve bağımsızlık girişimle-rine mukabil ulus devletler önce şirketleri krizlerden kurtardı sonrasında bünyesinde baş eğdirdi, burjuva artık devletlerin güdümünde kalacaktı; daha doğrusu kitleleri mobilize etmek devletlere, popüler liderlere düştü.

Yeni muhafazakarlık dindar tezlerine, çokkültürlü diline rağmen kitleleri yeni dünya sistemine hazırlayamadı. Sadece Soğuk Savaş sonrasının fetretinde geçiş ideolojisi oldu. ABD’nin 11 Eylül sonrasındaki doktrininde İslam’ı komünizmin yerine koyup Afganistan ve Irak’ta kama izleri bı-rakması, neoliberalizmin krizi, kitlelerin homurtusunun artması, Avrasya’daki ticaret ve üretim miktarlarının yükselişi sistemin yeni bir söyleme geçme-sini zorladı. Putin, Trump, Bolsanaro gibi güçlü ve faşist düşünceli liderler ile ulus devletler kendini yenilemeye başladı. Artık neoliberal ve postmo-dern felsefenin dili, kavramları zıtlarıyla değişmeye doğru yol alıyor…

Neofaşizme doğru

Yerel yerine merkez, sivil toplum yerine devlet ve kamu, farklılıkların kutsanması yerine bütünleşik millet, çoğulculuk çokkültürlülük yerine blok, akıl-mantık-hakikatin çoğulluğu yerine pozitivist kesinlik, bilimsellik, sert modernite ve hakikatin tekliği, rasyonalite yerine romantik refleksler, arzu-tutku yerine vazife, bilinemezlik-izafiyet yerine kati karar, heterojenlik yerine homojenlik, çok merkezlilik yerine tek merkezlilik, parçalılık-mikro yerine bütüncülük, makro, çeşitlilik yerine tekdüze-yekpare, LGBTİ yerine bastırma, entelektüalizm-kültür yerine lümpenizm, diyalog yerine monolog, müzakere yerine müdahale, kucaklama yerine itme-düşmanlaştırma hakim hale geldi.

Buna tabi özelleştirmelerin, prekaryanın, hizmet sektörünün, bireyselliklerin, konformizmin, kapitalizm karşıtlığının tükenişinin, zihniyet önceli-ğini unutmanın, sınıf farklılıklarını dillendirmemenin kanıksanmasını da eklemek gerek.

Neoliberal siyasetten sonra ulusçu dönemde vurgunculara vurgun yapılacağı havası estirilir fakat sistem artık bankaların nirengi noktası olduğu-nu kesinleştirdiği için çöküşü tabana yaymama adına bankaları her halükarda ayakta tutar.

Yeni düzenlemeler, kavramı yeni doktrinle özdeştir; sık sık haberlerde Obama Wall Street’e savaş açıyor, Sarı Yelekliler haklarını istiyor, Seattle göstericileri burjuvayı sallıyor türü haberler gelir. Bunların içinde en dürüstü aslında Trump. Açık açık kapitalistleri önemsediğini söyler. Soğuk Savaş yıkılırken komünist bloktaki ülkeler gibi dünyanın geri kalanı artık çatışmaların olmayacağını, savaşların bittiğini, herkesin kazanacağını, zenginleşe-ceğini, pastadan pay almaya devam edeceğini zannediyor, umuyor, istiyordu. Tarihin Sonu gelirken kapitalizm kendini yenilemeye devam etti.

Dün neoliberal siyasallıkla toplumlara “bahar havası” getiren ve burjuva-şirket büyümelerini gözlerden kaçıran kapitalistler şimdi tam tersi neo-faşizmle kitleleri yeni bir kapitalist doktrine hazırlıyor.

Breivik’in yaptığı katliama yenilerini Yeni Zelanda’daki teröristi ekleyebilirsiniz.

Dünya tekrar biz ve ötekiler denklemine oturuyor, toplumları savaşla, gelecekle, topraklarının elinden alınacağı, malını kaybedeceği, işgal ile korkutan kapitalizm yeni düşmanlıkların, yeni çatışmaların fitilini ateşliyor.

Yeni Zelanda teröristinin silahının üzerindeki ve manifestosundaki Türk korkusu çok barizken Avrupa’yı, Batı’yı mülteciler, Müslümanlar, göç-menler, baldırı çıplaklarla tehdit ediyor. Yeni bir Hanibal vakasıyla karşı karşıya medeniyet… Elindekileri, kazanımları koruma güdüsünü aşılarken kitlelere neoliberalizme doğan tepkiyi de süzüp yeni bir doktrine yönlendiriyor.

Dün çoğulculuk, demokrasi, insan hakları, özgürlükler diye yaptığını, kapitalist ilişki biçimlerini herkesleştirmeyi bugün kitleleri korkutarak, ürkü-terek, kaygıya sürükleyerek, topraklarının yok olacağı, çiğneneceği propagandasıyla yerine getiriyor.

Toplumlar özgürlük umutlarıyla da özgürlüklerinin elinden alınacağı propagandasıyla da demokrasiyle de faşizmle de kapitalizme mahkum edi-liyor.

Kapitalistlerin, neofaşistlerin oyunlarını görecek, hissedebilecek bir alternatif çıkmıyor. İslam ülkelerinde de benzer temayüller nedeniyle Batı medeniyetine eklemlenmeden öte yeni teklif gelmiyor, getirilmiyor. Daha da çökmemek, kötüye gitmemek için insanlar varolanı kabul etmeye icbar ediliyor. Breivik ya da Yeni Zelanda teröristinin manifestosu toplumların boyunlarında giyotin gibi tutuluyor.

Bu kuşatmayı, bu cendereyi sistemin verdiğini elinin tersiyle iten, nimeti yalnız Allah’ın verebileceğini, toprağı yalnız Allah’ın bahşedebileceğini, ölümü ve dirimi sadece Allah’ın takdir edebileceğini deklare edenler yarabilir!

 

 

 

Açık Görüş / Ercan Yıldırım