Küflenmiş Bir Zihin Dünyası

İslam dünyası toplumlarının, emperyalist-sömürgeci tehdit'i bütün boyutlarıyla-tezahürleriyle görememek, analiz edememek gibi bir algı sorunu var. İslam dünyası ülkelerinde zihinsel özgürlük, ahlaki özgürlük; sömürgeci yorum biçimlerinin küresel tahakkümünün reddedilmesiyle birlikte başlatılabilir. Güçlülerin düşüncelerinin/değerlerinin/yorumlarının/kavram ve kurumlarının mutlaklaştırılabildiği bir dünya, karanlık bir dünyadan ibarettir.

İslam toplumları; küresel anlamda İslami gündemi olmayan, küresel İslami öncelikleri/vizyonu/iradesi olmayan, küresel siyasal sahnede etkili hiç bir rolü olmayan, insanlığa, evrensel anlamda İslami mesajı olmayan, ancak, karikatür konusu olabilecek bir meşruiyete sahip, bir İslam dünyası tablosu ile karşı karşıya bulunuyor. Bu dünyada, halklar, hiç bir gücü/etkisi/yankısı/misyonu ve işlevi olmayan idealizmlerle/romantizmlerle, sistematik bir biçimde aldatılıyor, avutuluyor.

Tarihin son ikiyüz yılı boyunca, İslam toplumları, önce, “beyaz adamın yükü” retoriği ile İngiliz sömürgeciliğine/emperyalizmine, “modernleştirme misyonu” retoriği ile Fransız sömürgeciliğine ve emperyalizmine, daha sonra da, “aşikar kader” retoriği ile Amerikan sömürgeciliğine/emperyalizmine, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, “gücün sorumlulukları” retoriği ile, bir kez daha Amerikan-İngiliz sömürgeciliğine-emperyalizmine maruz kalıyor.

İslam dünyası olarak bilinen dünya, 1948 yılından bu yana, sistematik bir biçimde sürdürülegelen, etnik kıyımlara, etnik temizliklere, kitlesel sürgünlere, işgal-istila-katliam ve soykırımlara maruz kalan aziz Filistin halkıyla, ancak, duygusal ilişkiler içerisinde bulunurken, bütün bu kötülükleri bütün insanlığa meydan okuyarak sürdüren, terör devleti İsrail’le gerçek ilişkiler içerisinde bulunuyor, İsrail’le normalleşiyor, diplomatik ve ticari ilişkilerini soykırımın sürdürüldüğü dönemlerde de devam ettirebiliyor.

Derinlere kök salan edilgenlikler, teslimiyetçilikler, bağımlılıklar ve yapısal sorunlar sebebiyle, İslam toplumları, halen, fiilen karşı karşıya bulundukları onur kırıcı saldırılar-müdahalelerle ilgili kapsamlı sorgulamalar yapabilecek, büyük tarihsel sorular sorabilecek, büyük tarihsel cevaplar verebilecek, radikal eleştiriler yapabilecek, radikal çözümlemeler önerebilecek entelektüel kadrolar yetiştiremiyor. Bu ülkelerde Müslüman kamuoyu yerli-milli romantik yalanlarla, taklit-ütopik “yüzyıl” projeleriyle manipüle edilebiliyor. Yerli-milli romantik söylemler, çok boyutlu bir vizyonu imkansız kılıyor. İslam dünyası toplumlarında, ülkelerinde, bugün ne yazık ki, ilkesel bir gerçekçilikten hiç bir şekilde söz edilemiyor, ilkesel bir gerçekçilik hayata geçirilemiyor.

Bu nedenlerle de, İslami ilkeler temelinde hiç bir diplomatik-siyasal yaklaşım-atılım-girişim gerçekleştirilemiyor. Pragmatik bir dış politika yaklaşımı, ajitasyona dayalı diplomasi uygulamaları, boğucu/tek yanlı/tek boyutlu güvenlik ve istikrar politikaları, İslam ülkelerinde, Türkiye’de de tecrübe edildiği üzere, yapısal değişimi, kuşatıcı-kapsayıcı politikaları, eşit adalet uygulamalarını, etnik ve dini kuşatıcılık-kapsayıcılık yaklaşımlarını imkansız kılıyor. Siyasal parçalanmalar, siyasal bencillikler ve kibir, İslam dünyası olarak anılan dünyayı İslam’a yabancılaştırıyor. İslam’a yabancılaşan ve ulus-devlet çıkarlarını mutlaklaştıran bu dünya, bugün, özellikle Filistin’de, İslami kimliği-varoluşu yok etmeye yönelik emperyalist barbarlıklar karşısında, kural tanımayan savaşlar, çocukların ve sivillerin askeri hedefler haline getirilmesi, orantısız güç kullanımı karşısında, propoganda gösterileri dışında hiç bir varlık ortaya koyamıyor. İslami bağımsızlık ve özgürlük onurunu bütün varlıklarını ortaya koyarak temsil eden aziz Filistin-Gazze halkının bu mücadelesi, bugün ne yazık ki, soyut kimi niceliklere indirgenebiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, propoganda-hamaset dili ve söyleminin tribünlere oynamaktan ibaret, riyakarlık ve ikiyüzlülük gösterilerinden ibaret olduğunu bilmek gerekir. Bir toplumun propoganda ve hamaset dilinin-kültürünün sınırları içerisine kapatılmış olması, ilgili toplumun varoluşsal bir stratejiye sahip olmadığını gösterir. İslam dünyası toplumları, içerisinde yaşadıkları siyasal ve entelektüel konformizm sebebiyle, maruz bırakıldıkları ölümcül tekdüzelikleri, tarihsel tıkanma ve çıkışsızlık durumunu görmüyor, algılayamıyor.

Ölümcül tekdüzeliklerin sıradanlaştığı bir toplumda, entelektüel-kültürel anlamda hiç bir köklü-radikal değişim yaşanamaz, nitekim yaşanamıyor. Türkiye’de de, içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, toplum, bir dönem laik ulusalcılığı temsil ederken, bir başka dönemde de, şimdilerde, yaşandığı üzere yerli-milli ulusalcılığı temsil ediyor. İslami dünya görüşünü temsil-tecrübe iradesine, bilincine, içtenliğine sahip olmayan kesimler, yerli-milli-pragmatik bir muhafazakarlıkta karar kılarak, İslami umutların çöküşünü hazırlıyor. İslami umutların çöküşü, İslam’ın değersizleştirilmesi, araçsallaştırılması, nesneleştirilmesi anlamı taşır. Bu hazin gelişmelerle ilgili olarak, bugün, toplumlarımızda niteliksel bir zeminde, eleştirel entelektüel hesaplaşmalar yapılamıyor. Konformist kültür, arabesk kültür, lumpen kültür, kabile kültürü dünyası, karizmatik dini/mistik ya da politik figürlere tapınarak, dini sorumluluklarını yerine getirdiğine inanıyor.

Taşralılaştırılan, düşüncesizleştirilen, arabesk bir kültür ikliminde genç kuşaklar, dünyaya hükmeden Amerikan teknoloji devleri Alphabet’in, Amazon’un, Apple’nin, Microsoft’un, Meta’nın, Tesla ve diğerlerinin belirlediği bir dünya görüşü ve hayat tarzı etrafında, dijital büyük sürü’ye dahil olarak, çok derin ve ölümcül bir yabancılaşma yolunu seçiyor. Bu dünya görüşü ve hayat tarzı, modern-seküler dünya düzeninin siyasetinin bütün sefaletini/kirliliğini/müstehcenliğini yansıtıyor. Sosyal medya ve iletişim teknolojileri bütün toplumlarda ideolojik-etnik-mezhepçi karşıtlıkları derinleştiriyor. Bugün, İslam toplumlarının, yapay zeka ve otomasyon çağında, tarihsel gerçeklerle yüzleşebilecek kadrolar yetiştirmeleri hayati önemi olan bir konu haline gelmiş bulunuyor. Geleneksel-otoriter eğitim yöntemleriyle, yerli-milli-romantik eğitim yöntemleriyle, bu tür kadroların yetiştirilemeyeceğini bilmek gerekir. Modern-seküler dünya düzeninin siyasal sefaleti, insanlığı, insani varoluşun temel ahlaki meselelerinden uzaklaştırıyor.

İslami temeller, ilkesel gerçekçilik temelinde İslami siyasal bütünlük/dayanışma sağlanamadığı için, bugün, Filistin örneğinde de görülebileceği üzere; tahakkümcü, araçsal/ideolojik/ırkçı akılcılık, İslam toplumlarını aşağılayarak, hiçleştirerek, nesneleştirmiş bulunuyor. İslam toplumlarında bugün, Müslümanlar, eylemden, sorumluluk ve dayanışma alışverişinden bağımsız dua’larla Gazze’de sürdürülen bağımsızlık ve özgürlük savaşına katkıda bulunulabileceğine inanıyor. Günümüzde, uluslararası adaletin sağlanamadığı bir dünya tablosu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Uluslararası adaletin sağlanamadığı bir dünyada her tür kötülük/vahşet/barbarlık kol geziyor.

Günümüz dünyasında, küçük/büyük bütün emperyalizmler, evrensel insani değerleri tanımadıkları gibi, uluslararası yasal çerçeveleri de tanımıyor, insani felaketleri asla umursamıyor, nicel ölçütlerle, ırkçı ölçütlerle dünyayı belirlemeye çalışıyor, militarist dış politika yaklaşımlarını normalleştiriyor, İslam ülkelerine yönelik olarak, silah zoruyla demokratikleştirme politikaları dayatıyor. Modern tarihi seküler ideolojiler belirliyor. İslami kültür hayatı/dünyası, gerçeklere hitap etmek yerine, duygulara hitap ettiği için, seküler ideolojik tiranlıklarla gereği gibi yüzleşemiyor. Tasavvufi-mistik-batıni akımlar Müslümanları tarihsel gerçeklikle ilgilenmekten alıkoyuyor. Yerli-milli-mistik gelenekler-alışkanlıklar İslam’ı sulandırıyor, çarpıtıyor, Müslüman halkları özgün İslami bütünlüğe yabancılaştırıyor. Bu derin yabancılaşma sebebiyle, Türkiye’de İslamcılık, konformist din algısının zihinsel alışkanlıklarını aşamayan, aşmayı düşünmeyen, yerli-milli, pragmatik-arabesk otoriter muhafazakarlık tarafından toprağa verildi. Burada, muhafazakarlıkla faşizm arasında bir yakınlık olduğunu kaydetmek gerekir. Otoriter bir çıkmazın ifadesi olan döneklerin muhafazakarlığı, İslamcılığı bir yanılsama olarak değerlendiriyor. İslamcılığı ve İslami onur’u, İslam’ın bağımsızlık iradesini bugün, Amerikan-İngiliz-İsrail emperyalizmi karşısında, İslami direniş hareketleri ve mücadeleleri temsil ediyor. Bugün, modern dünyanın, modern ideokrasilerin bütün dogmaları, özgürlük örneğinde olduğu gibi, emperyalizm özgürlüğünden, sömürgeci özgürlüklerden, soykırım özgürlüğünden ibarettir. Günümüzde, emperyalizmler, bu defa, İslami özgürlükleri, özgürlük mücadelelerini imha etmek üzere harekete geçmiş bulunuyor. Nazileri kopyalayan, Hitlerin açtığı yolda ilerleyen, ırkçı bir düzen tapınması içerisinde bulunan Siyonist militarizasyon, Filistin’de Gazze’de sivil bir halk, çocuklar/kadınlar yaşamıyormuş gibi, bütün bir Filistin’i askeri hedef haline getirerek, soykırım konusunda Nazilerden daha radikal bir yol izliyor.

İslam dünyası toplumlarının, emperyalist-sömürgeci tehdit’i bütün boyutlarıyla-tezahürleriyle görememek, analiz edememek gibi bir algı sorunu var. İslam dünyası ülkelerinde zihinsel özgürlük, ahlaki özgürlük; sömürgeci yorum biçimlerinin küresel tahakkümünün reddedilmesiyle birlikte başlatılabilir. Güçlülerin düşüncelerinin/değerlerinin/yorumlarının/kavram ve kurumlarının mutlaklaştırılabildiği bir dünya, karanlık bir dünyadan ibarettir. Güçlülerin düşüncelerinin/yorumlarının/pratiklerinin meşrulaştırılarak bütün toplumlara dayatıldığı bir dünyada zayıfların hak ve hukukundan söz edilemez. Günümüz İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, etnik-mezhepçi bencillikler, ideolojik-politik bencillikler, karşıtlıklar ve bağnazlıklar adil bir toplumu imkansız hale getiriyor. Günümüz İslam toplumlarında İslam, ne yazık ki, otoriter-muhafazakar geleneklere indirgenmiş bulunuyor. Otoriter-muhafazakar gelenekler, bugün, çok ağır bir tarihsel trajediye dönüşen İslam’ın evrensel anlamdaki edilgenliği, iradesizliği ve parçalanmışlığı sorunuyla yüzleşemiyor. İslam dünyası ülkelerinde devlet aklı, devlet çıkarları doğrultusunda, devletin otoriter/muhafazakar/popülist bütün tercihlerini, büyük adaletsizlikler pahasına haklı çıkarmaya çalışıyor.

Yerli-milli sınırlara, çıkarlara, narsisizm ve romantizmlere hapsedilen fikirlerin, düşüncelerin dünyayı etkilemesi, dönüştürmesi ve fethetmesi beklenemez. Yerli-milli gelenekçi, muhafazakar kültür, İslam toplumlarında köklü bir değişimi engelliyor. Köklü bir değişimi gerçekleştiremeyen İslam toplumları, gerçek anlamda, İslami alana-dünyaya ulaşamıyor. Köklü bir değişimi yaşayamayan İslam toplumları, her zaman sorulması gereken varoluşsal/tarihsel soruları sormuyor. Bu soruları sormadığı için de, teorik İslami çerçeve, bilinç, kavrayış ile; bugün yaşanmakta olan toplumsal sefalet arasındaki uçurumları görmüyor. Günümüzde, İslami kimliğe, varoluşa, direnişe karşı sürdürülen emperyalist saldırılar, katliam ve soykırımlar karşısında, aziz İslam’ın bağımsızlığını, onurunu/izzetini temsil-savunma iradesine sahip olmadıkları halde, yerel tiranlar, iktidarlarını sürdürebilmek için İslam’ı sınırsız bir biçimde istismara devam edebiliyor. Emperyalist saldırılar karşısında onur/haysiyet sınavını kaybetmek, İslami yok oluşa işaret eder. 7 Ekim 2023 İsrail-Hamas savaşı sırasında, İslam ülkelerinin İsrail karşısında sergilediği siyasal hiç’lik, tarif edilemez, anlaşılamaz ve tanımlanamaz.

İslam’ı, geçmişin ve yerelin konusu haline getirerek, tasavvufun-mistisizmin, kabalacılığın sınırları içerisine hapsetmekle birlikte, İslami bünye-bütünlük, güçsüzleştirildi, etkisizleştirildi, şeyleştirildi, sessizleştirildi, zihinsel körleşme ve köleleşmeye mahkûm edildi. İslam’ın geçmişin ve yerelin konusu haline getirildiği tarihten itibaren, İslam ve Müslümanlar modern dünya karşısında asimetrik ve edilgen bir varoluşu maalesef normalleştirdiler. Asimetrik varoluşu normalleştiren konformist din algısı, Müslüman kitlelere bilinçsiz/duyarsız/tepkisiz/iradesiz/sorumsuz/eylemsiz yaşamanın, yerli-milli muhafazakar putperestlikleri içselleştirmenin yollarını öğretiyor. Sözünü ettiğimiz dini yaklaşım, halkları derinliklere yabancılaştırarak yüzeylere, yüzeyselliklere mahkûm ediyor, yeni ve başka bir başlangıcı engelliyor. Günümüz dünyasında küresel iktidarlar da, yerel iktidarlar da, hukuku mutlak bir biçimde araçsallaştırıyor. Güçlülere uygulanan hukuk’la, güçsüzlere, muhalif/eleştirel kesimlere uygulanan hukuk arasında uçurumlar var. Bugün, adaletin sona erdiği her yerde, intikam duyguları hayata geçiriliyor.

Hayatımızın en derin idrakine; İslami evrensellik idrakine, bir idrak tarihine nüfuz ederek, entelektüel-kültürel rüşt sahibi olarak, eleştirel misyonu olan bir konumu seçerek, varoluşsal sorunları kökünden kavrama yeteneğine sahip olarak, ilkesel bağlılıkları ödünsüz bir biçimde yaşatarak, coğrafi köken-aidiyet patolojilerini/önyargılarını aşarak, zihniyet ve gönül birliğini çok güçlü bir biçimde somutlaştırarak ulaşabiliriz. Entelektüel idrake yabancılaşan bir toplumsal bünye, tarihe nasıl müdahale edilebileceğine ilişkin bir çerçeve geliştiremez. Aziz İslam ailesi, ulusötesi siyasal bilincin, kimliğin ve topluluğun ifadesi olarak somutlaşır. İslami dünya görüşünden siyasal boyutun çıkarılması demek, İslam’ın dünyanın ve tarihin dışına sürgün edilmesi demektir. Dünyanın ve tarihin dışına sürgün edilen bir dünya görüşünün, dünyayı/tarihi etkilemesi/değiştirmesi/dönüştürmesi beklenemez. Siyasal boyutundan soyutlanan İslam, bugün de yaşandığı üzere, emperyalist-sömürgeci küresel gidişata müdahale iradesine sahip olamaz. Popülizmi, hamaseti, romantik propoganda/manipülasyon dilini kurumsallaştıran, toplumsallaştıran toplumlar/iktidarlar, bunu, siyasal rüşt ve bağımsızlık sahibi olmadıkları için yaparlar. Popülizmler, ne kadar etkileyici/büyüleyici olurlarsa olsunlar, hiç bir ahlaki ve kültürel değer taşımazlar. Günümüzde, İslam toplumlarında sağcı popülizmlerin, milliyetçi-muhafazakar otoriterliklerin ve keyfiliklerin, aziz İslam’ı araçsallaştırmak suretiyle sürdürülebiliyor oluşu, bu toplumlarda hakikatin dili ve vicdanı olan, toplumsal eleştirel bilinci temsil eden, entelektüel kadroların yokluğuna işaret eder. Günümüz İslam toplumlarında çıkar-fayda yaklaşımlarının putlaştırılması nedeniyle, bütün yabancılaşmalar/bayağılaşmalar, çürüme ve bozulma görmezden gelinebiliyor. Çıkar-fayda yaklaşımlarının putlaştırıldığı toplumlarda bütün yerel tiranlar yerli-milli hamaset vaazları vermeye devam edebiliyor. Yakın geçmişi ve içerisinde bulunduğumuz dönemi ölümcül iyimserlikler içerisinde geçiren, bu iyimserlikleri içselleştiren toplumlar-ülkeler bu sahte iyimserlikler sebebiyle, Türkiye örneğinde yaşandığı üzere, ölümcül gerçeklere kayıtsız kaldılar, Hamas-İsrail savaşı ve Gazze halkına yönelik soykırım sırasında İsrail karşısında siyasal bir sefalet sergilendiğinde bile, bu ölümcül gerçeklerle yüzleşme ihtiyacı duymadılar.

Konformist kültürler ve konformist din algısı, Müslüman halkların, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının zihin dünyalarını felç etmeye devam ediyor. İslam toplumlarında basmakalıp romantik etiketler ölümcül gerçekleri örtbas etmeye yarıyor. Günümüz dünyasında modern zamanlar boyunca ideolojik/sömürgeci propoganda klişeleri olarak kullanılan demokrasi/evrensellik/insan hakları/özgürlük/eşitlik sloganları da can çekişiyor, kötülük/faşizm bütün boyutlarıyla toplumsallaşarak yükseliyor. Ulus-devlet temelli, etnik temelli siyaset öne çıkıyor. Hangi toplumda olursa olsun, faşizmin yükselişe geçtiği her toplum, ahlakın/vicdanın/adalet ve hakkaniyetin/kültür ve bilgeliğin derin bir hiçliğe sürüklendiği bir toplumdur.

Günümüzde hiçliğe sürüklenen İslam toplumlarında, bilinç özürlü halklar, bilinç özürlü aydınlar, yüzyıllardır sistematik bir biçimde konformist din algısına maruz bırakıldıkları için, otoriter/popülist/muhafazakar tiranları ve tiranlıkları kutsallaştırabiliyor. Popülist/muhafazakar/otoriter tiranların/tiranlıkların kutsallaştırıldığı toplumlarda, eleştirel anlamda bir varoluş/düşünce/tasavvur imkansız hale geliyor. Bu tür toplumlarda entelektüel anlamda bir toplumsallaşma yaşanamıyor. Otoriter/muhafazakar tiranları kutsallaştıran bir zihin dünyası, ahlak dünyası hiç bir şekilde kendi yeteneğini/potansiyelini farkedemiyor, sorumluluk alma yeteneği kazanamıyor, bağımsız kişilik/karakter oluşturamıyor. Entelektüel toplumsallaşmanın yaşanmadığı toplumlarda, bireyler/cemaatler, varoluşsal meselelerle ilgili olarak hiç bir şekilde söz sahibi olamıyor. İslam dünyası toplumlarında gerçekliği romantikleştiren ölümcül iyimserlikler, dünyadan/tarihten yalıtılmış küflenmiş bir zihin dünyası oluşturuyor. Sözünü ettiğimiz bu zihin dünyası, siyasal eleştirel bir dünya görüşü olmayan, İslami dünya görüşü temelinde bir tarih felsefesi perspektifine sahip olmayan, bilinç özürlü bir siyaset/düşünce/kültür/edebiyat hayatını toplumsallaştırıyor. Bilinç özürlü, siyaset/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, insanlığın ve tarihin büyük meseleleriyle ilgili, büyük tarihsel olaylarla ilgili çözümlemeler yapabilecek büyük zihinler ve karakterler yetiştiremiyor. Bu nedenle, bilinç özürlü topluluklar/siyasetler/kadrolar, 2011 yılından bu yana devam etmekte olan Suriye iç savaşının Siyonist bir İsrail projesi olduğunu göremedikleri gibi, 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı cihadının da, Siyonist ideallere diplomatik yollarla ulaşmayı amaçlayan Türkiye-İsrail normalleşmesinin hayata geçirilmesi, Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinin de hayata geçirilmek üzere olduğu gerçeğinden hareketle, bu karanlık sürece müdahale etmek üzere başlatıldığını da görebilmiş değiller.

İslam Müslümanların bütün insanlıkla konuşabilmeleri, anlaşabilmeleri için, onların, sınırlar ötesi bir dünya görüşüne, hayat tarzına, insanlık anlayışına sahip olmalarını ister. Muhafazakarlaşarak, sağcılaşarak İslam’a yabancılaşan bir topluluk, toplumu/dünyayı etkileyemez, değiştiremez, dönüştüremez. Entelektüel-eleştirel anlamda tarihe müdahale etmeleri gereken Müslümanlar millileştikleri, muhafazakarlaştıkları için tarihe müdahale edemedikleri gibi, siyasal anlamda da hiç bir müdahalede bulunamıyor. Günümüzde İslam ülkelerinin iradeleri ya emperyalist güçlerin, ya da koşulların elinde olduğu için, kendi siyasal iradeleri yok. İradeleri başkalarının ve koşulların elinde olduğu için, bugün Müslümanlar, ümmeti imkansız ve düşünülemez kılan kabileciliklerle oyalanıyor. Geçmişçi bir din algısı yoluyla siyasal hiçliğe, nihilizme mahkûm edilen İslam toplumlarının, bugün, her şeyden önce, entelektüel anlamda, adanmış/eleştirel/gözlemci kurucu bir nesle ihtiyacı olduğunu kaydetmek gerekir. Kalpsiz ve ruhsuz iskeletler çağında, aynı zamanda kalbi ve ruhu olan İslami gerçekçilik üzerinde yoğunlaşmak bugün hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir.

Atasoy Müftüoğlu / İktibas Dergisi Ağustos Sayısı