Köleleştirici Aidiyetler

Düşüncesizlik kültürü, sayıları, sayılabilir ve hesaplanabilir olan her şeyi kutsallaştırırken, içsel değerleri, sayılamayan, hesaplanamayan değerleri yok sayıyor. Düşüncesizlik kültürüyle, köleleştirici aidiyet ve bağlılıklarla, evrensel zihinler, kadrolar yetiştirilemez, fikirler geliştirilemez. Evrensel zihinler/kadrolar yetiştirilmedikçe de, evrensel bir yürüyüş başlatılamaz, bir irade gerçekleştirilemez.

Aziz ve mükerrem İslam’ı, yerli-milli, milliyetçi-mezhepçi, kabileci/partizan sınırlara hapsetmek, İslam’ı hiç kimseyle konuşamayacak, hiç kimsenin ilgisini/dikkatini/takdirini kazanamayacak, çok derin bir ilkelliğe/fanatizme kapatıyor. Bu ilkellik, İslam’ı, somut/kapsayıcı-kuşatıcı bir gerçeklik olmaktan çıkararak, soyut bir ideale dönüştürüyor. Bütün boyutlarıyla yaşanmayan, somut bir temsil ve tecrübeye dönüşmeyen, soyut ilke ve ideallerle sınırlandırılan İslam, bugünün dünyasında, hiç bir alanda belirleyici bir etki uyandırmıyor. Günümüz toplumlarında İslam, daha çok bir nostalji olarak yaşatılıyor. Günümüz toplumlarını, içerisinde yaşadığımız toplumu da, daha çok milliyetçilik, daha çok pragmatizm, daha çok popülist propoganda, daha az Müslümanlık belirliyor. Toplumlarımız, kültürel niteliklere/bilgeliklere sahip, medeni bir toplum olma özelliğini bütünüyle kaybettiği için, ayrımcılığa dayalı etnik gerilimlerden, mezhep merkezli gerilimlerden bir türlü kurtulamıyor.

Etnik bencilliklerle, mezhepçi-kabileci bencilliklerle, ait olduğumuz evrensel bütünü paramparça ettiğimiz için, bugün, Müslümanlar olarak evrensel bir mevcudiyet, varoluş ve temsil iradesi oluşturamıyoruz. Hangi etnik aidiyete, hangi mezhepçi aidiyete, hangi politik aidiyete sahip olursak olalım, bağnazca temsil etmeye çalıştığımız bütün bu aidiyetlerin, köleleştirici aidiyetler olduğunu idrak etmemiz gerekir. Günümüz dünyasında, toplumlarında, Türkiye’de de, konformist kültür ve konformist din algısıyla büyülenen ve bütünleşen çevreler, ne yazık ki, umutsuzca köleleştirildiklerini farketmiyor. Köleleştirici aidiyetler ve bağlılıklar, toplumlarımızda muhafazakâr-din’dar sürüler oluşturuyor. Muhafazakâr-din’dar sürüler, düşüncesizlik kültürünü tahkim ediyor. Düşüncesizlik kültürünün belirleyici olduğu toplumlarda, toplum, popülist propoganda yalanlarıyla, pragmatik ikiyüzlülüklerle yönetilebiliyor. Her popülist kültür, her propoganda kültürü hangi toplumda olursa olsun, ikiyüzlü-çokyüzlü oportünistler-demagoglar üretiyor.

Düşüncesizlik kültürünün hakim olduğu toplumlarda, içerisinde yaşadığımız dönemde somut olarak tecrübe ettiğimiz üzere, 7 Ekim 2023 Gazze savaşı-soykırımı sırasında, İslam toplumları, halkları, aydınları ve muhafazakâr sürü’ler; İsrail’le normalleşme, diplomatik ve ticari ilişkileri sürdürme süreçlerini kör, sağır ve dilsiz bir şekilde takip ettiler. 75 yıldan bu yana, sistematik bir şekilde, terör/soykırım/sürgün/toprak hırsızlığı, fiziksel ve ideolojik işkence üreten, militarist siyasal Siyonizm, Gazze’de, Filistin’de, masum bebeklerin/çocukların/kadınların/yaşlıların, hunharca/canavarca katlinden hangi ölçüde sorumluysa; siyasal/militarist Siyonist terör örgütü ile normalleşen, diplomatik ve ticari ilişkilerini sürdüren ülkeler/iktidarlar da bir o kadar sorumludurlar. İnsanlık tarihinde bir başka benzeri görülmeyen, çok karanlık/zalim bir hapishaneye 75 yıl boyunca kapatılan aziz Gazze/Filistin halkının, özgürlük ve direniş bilincini hayata geçirme mücadelesi veren Hamas’ı bir terör örgütü olarak tanımlamaya çalışmak ahlaki ve entelektüel büyük bir körlük ve idraksizlikle malûl olmak demektir.

Emperyalist/sömürgeci/ırkçı küresel müesses nizam’a, bu nizamın haksızlıklarına/adaletsizliklerine/ayrımcılıklarına, zulümlerine ve kibirli keyfiliklerine ve sömürgeci gidişata müdahale ettiği için İran, 1979 yılından bu yana küresel derin faşizmle; 7 Ekim 2023’de Filistin’de yaşanan çok ağır/dayanılmaz koşullara ve Siyonist gidişata müdahale eden Hamas-Filistin direnişi soykırımla cezalandırılıyor. İslami mevcudiyetleri soyut ve folklorik bir mevcudiyetten ibaret olan İslam ülkeleri, İslam ülkesi olarak anılan ülkeler; gerçek anlamda bağımsız olmadıkları için, sömürgeci gidişatla uzlaşma, iyi geçinme yolları ararken, İran ve İslami direniş hareketleri, büyük/ağır/yakıcı/yıkıcı bedeller ödeme pahasına, tarihsel özne olma yolunda, kendi tarihlerini inşa etme yolunu seçiyor.

İslami mevcudiyetleri, soyut ve folklorik bir mevcudiyetten ibaret olan, İslam ülkelerinde, iktidar ihtirasları ve pragmatizmleri, İslami dili/bilinci/söylemi/ufku, yerli-milli muhafazakârlıklara dönüştürüyor. İslamcılık iddiasında bulunan, ancak, hiç bir şekilde, radikal bir bilinç/ahlak değişimi gerçekleştirmeye muktedir olamayan, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat çevreleri, sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler vb. İslamcılığı, evrensel bir bütünlüğün ifadesi olarak temsil-tecrübe bilincine/birikimine/adanmışlığına/cesaret ve şecaatine, nitelik ve üretkenliğe sahip olmadıkları için, hiç bir risk içermeyen, hiç bir bedel ödenmesini gerektirmeyen, yerli-milli-resmi muhafazakârlık alanına dahil olma yolunu seçtiler. Yerli-milli-resmi muhafazakârlık, eylemsizliği ve teslimiyetçiliği normalleştiren yarı resmi, renksiz-kokusuz bir gri kamusal alan oluşturdu. Bütün bu nedenlerle, İslamcılık düşüncesi toplumsallaşamadı.

Bugün, toplumlarımızda, zihinsel etkinliği, üretkenliği, özgünlüğü, özgürlüğü, eleştirelliği imkânsız kılan, muhafazakâr putperestlikler, mistik bir putperestlik şeklinde tecrübe edilen tasavvuf/tarikat hareketleri, görgüsüzlükleri, sefahat tutkularını sıradanlaştırır, seküler hayatlar yaşarken, sekülerizme de muhalefetten geri kalmayan, sahtelikler sergiliyor, sergileyebiliyor. Mistik putperestlikler, insanları, somut dünyanın/tarihin varoluşsal bütün meselelerine karşı ilgisiz/kayıtsız ve sorumsuz kılıyor. Mistik putperestlikler kitlelerin eylemde bulunma iradelerini kökten bir biçimde yok ediyor. Mistik putperestlikle bütünleşen kitleler hayatları boyunca tarihin, tarihsel/siyasal gerçekliğin farkına/bilincine varamıyor.

İdeolojik/ırkçı/mezhepçi/mistik kokuşmuşluk/çürümüşlük/yapısal edilgenlik-parçalanma içerisinde bulunan İslami mevcudiyet, hiç bir şekilde, kendisini dünyaya/tarihe ve insanlığa yansıtamıyor. Bugün, emperyalist küresel müesses nizam’a Müslüman kitlelerden çok, küresel vicdan direniyor. İçerisinde yaşadığımız parçalanmışlıklar, edilgenlikler sebebiyle, İslami mevcudiyet, bilinçli, etkili bir siyasal strateji geliştirme özgürlüğüne sahip değil. Durum böyle olduğu halde, hayatın her alanında çok derin bir çürüme/yoksullaşma yaşanırken, politik iktidarlar, romantik yalanlarla her şeyin iyiye gittiğini tekrar etmeye devam edebiliyor. Köleleştirici-ilkel-kabileci-taşralı-partizan aidiyetlerle yüzleşilmediği için, hesaplaşılmadığı için, bugün, aziz İslam’ın, insanlık için çok değerli bir seçenek olduğunu savunamıyor, bu doğrultuda evrensel bir bilinç ve dayanışma oluşturamıyoruz. Politik popülizm ve din’i-mistik popülizm uyuşturucularına maruz kaldıkları için, hiç bir şekilde gerçek dünyaya ve tarihe uyanamayan toplumlarımızda, bu uyuşturucular yetmiyormuş gibi, insanımız bu defa dijital uyuşturuculara maruz kalıyor. Dijital kültür, bu kültüre maruz kalanları yalnızlaştırıyor. Dijital kültür, mahremiyetin hayasızca teşhir edildiği toplumlar oluşturuyor.

Modern zamanlar boyunca, araçsal akıl-akılcılık, eşitliğin, dürüstlüğün, haysiyet ve merhametin olmadığı, maddiyatçı/ırkçı/bencil bir dünya oluşturdu. Bu bencil ve ırkçı dünya, Avrupa tarihini yerel bir tarih olmaktan çıkararak, evrensel bir tarih olarak insanlığa dayattı. Utanç verici, ırkçı/kanlı/sömürgeci tarihe Oryantalist barbarlık tarafından ideolojik bir meşruiyet kazandırıldı. Oryantalist barbarlık, Müslümanların kendi tarihlerini kültür ve medeniyetlerini değersizleştirdi. Militarist/siyasal Siyonizmin Filistin halkına karşı sürdürdüğü, soykırım sırasında bile, İslam dünyası olarak anılan dünya, ulus-devlet bencillikleriyle malûl bulundukları için, soykırımcı-sömürgeci tahakküme karşı güçlü-etkili bir meydan okuma gerçekleştiremedi. Soykırımcı-sömürgeci tahakküm, modern Batı dünyasının bütün değer ve paradigma sisteminin bütünüyle sahte ve ikiyüzlü olduğunu gösterdi. Araçsal akıl-akılcılık insanın/insanlığın değerini azaltıyor, ırkçı-seküler yalanları yüceltiyor. İslam toplumlarında yerli-milli-resmi pragmatik akıl, ortak İslami aklı/ufku/dayanışma ve sorumluluğu imkânsız kılıyor. Düşüncesizlik kültürü ile, yapısal edilgenlik arasında yakın bir ilişki olduğunu görmemiz gerekir. Düşünmeyen birey ya da toplum, anlama/yorumlama/çözümleme/analiz yeteneğine sahip olamaz.

Düşüncesizlik kültürü ile malûl olan toplumlarda, İslam, söylem düzeyinden, etkinlik, üretkenlik, deneyim ve eylem düzeyine geçemiyor. Düşüncesizlik kültürü ile, ancak, köylülüğe, taşralılığa, kabileciliğe hitap edilebiliyor. Düşüncesizlik kültürü ile, muhafazakâr ve mistik putperestliklerle, ancak, hayal kırıklıkları biriktirilebiliyor. Düşünme ve eylemde bulunma iradesine sahip olmayan toplumların, tarih üretmeleri beklenemez. Konformist bir kültür ve din algısı, yeni bir zamanın, yeni bir bilincin, yeni bir toplumun başlatılmasına izin vermez. Propoganda klişeleriyle avunan/avutulan bir toplum, hiç bir zaman bir kültür üretemez. Maruz bırakıldığı epistemik emperyalizmi ve bu emperyalizmin neden olduğu ağır/derin/yapısal tahribatı farkedemeyen, bu nedenle de, bu emperyalizmle yüzleşme iradesine sahip olamayan, sömürgeci epistemolojiden bağımsız özgün bir epistemoloji inşa edemeyen bir zihin dünyası, ancak, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi romantik ve tuhaf bir propoganda klişesi icat edebilir. Düşüncesizlik kültürü temelinde, köleleştirici aidiyetler ve bağlılıklarla bir gelecek ufku oluşturulamaz.

Düşüncesizlik kültürü, sayıları, sayılabilir ve hesaplanabilir olan her şeyi kutsallaştırırken, içsel değerleri, sayılamayan, hesaplanamayan değerleri yok sayıyor. Düşüncesizlik kültürüyle, köleleştirici aidiyet ve bağlılıklarla, evrensel zihinler, kadrolar yetiştirilemez, fikirler geliştirilemez. Evrensel zihinler/kadrolar yetiştirilmedikçe de, evrensel bir yürüyüş başlatılamaz, bir irade gerçekleştirilemez. Kendilerini ideolojik/etnik/kabileci/mezhepçi/hizipçi/politik bağımlılık biçimlerine hapseden topluluklar/cemaatler, hiç bir şekilde yeniden düşünemez, yeni sorgulamalar yüzleşmeler yapamaz, yeni inşa’lar ve başlangıçlar gerçekleştiremez. Bu topluluklar, cemaatler, partiler kendi kendilerini kapattıkları bu hapishanelerde bütünleştikleri için, bu hapishaneleri coşkuyla tebcil ediyor, hayatlarını bu hapishanelerde geçiren topluluklar/cemaatler/partiler, geleceğin kendi hapishanelerinden çıkacağını iddia ediyor. Etnik-mezhepçi-kabileci-partizan hapishanelere kendilerini kapatan bu unsurlar, kendileriyle birlikte İslam’ı da bu hapishanelere kapatarak İslam’ın tarihle, insanlıkla ilişkisini kesiyor.

Müslümanlar, İslam’ı kendi bencilliklerine hapsederek, İslam’a eziyet ediyor.

İslam dünyası toplumlarında, yüzyıllardır olduğu gibi, bugün de, mistik putperestlik yapısal teslimiyetçiliği toplumsallaştırıyor, kurumsallaştırıyor. Konformist-mistik din algısı, istisnasız bütün tiranların ve saltanat sahiplerinin bütün keyfiliklerini, kişisel ihtiraslarını, adaletsizliklerini meşrulaştırıyor, onaylıyor. Muhafazakâr-din’dar tiranlar ve diktatörler, hiç bir şekilde, hiç bir bağlamda İslam’ı temsil iradesine sahip değiller, ancak, her şartta ve her bağlamda İslam’ı istismar tekelini ellerinde tutuyorlar. Muhafazakâr-din’dar tiranlar-diktatörler kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yerli-milli Müslümanlıklar, yerli-milli cemaatler-vakıflar-kurumlar oluşturuyor. Bütün tiranlar ve diktatörler her zaman romantik bir sarhoşluk içerisinde bulundukları için, sömürgeci/Siyonist/ırkçı/soykırımcı/ideolojik haçlı seferleri karşısında zihinsel/siyasal bir felç durumu yaşıyor. Muhafazakâr-din’dar tiranların-diktatörlerin hâkim olduğu ülkelerde, muhafazakâr-din’dar düşünce-kültür-edebiyat/ilahiyat çevreleri de, ahlaki ve entelektüel derin bir yozlaşma sergileyerek, romantik sarhoşluk zemininde üretilen resmi hikayeleri meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu çevrelerde, eleştirel bağımsızlığın nasıl bir şey olduğu bilinmiyor. Resmi hikayeler, resmi propoganda bilinmesi gerekenleri değil, gizlenmesi gerekenleri gündemde tutuyor.

İslam dünyası olarak anılan/bilinen dünyanın, militarist-sömürgeci-işgalci-soykırımcı siyasal Siyonizm karşısında, Filistin’e yönelik topyekûn imha politikaları, imha savaşları karşısında sergiledikleri utanç verici iradesizlik, bu dünyanın bir kez daha tarihsel büyük bir kırılma yaşadığını gösterir. Filistin’in topyekûn imhasına yönelik, militarist siyasal Siyonizm karşısında, ilkel modern seküler dünyanın, çok zalim, çok ırkçı ve çok ideolojik bir rasyonalite ve hezeyandan ibaret olduğunu görmemiz gerekir. İdeolojik-ırkçı akıl; büyük insani felaketler karşısında korkunç bir duyarsızlık sergiliyor. İçerisinde yaşadığımız bu karanlık dünyada, evrensel-ilkesel İslami varoluş-mevcudiyet alanını henüz terketmemiş olan Müslüman aydınların-düşünürlerin, modernlikle ilgili, modern barbarlıkla ilgili eleştirel yeniden okumalar yapmaları gerekiyor.

İslam dünyası ülkelerinin halipürmelâli, varoluşsal sorgulamalar yapmayı ve gerçeklerle yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. İslam dünyası toplumları tarihin son yüzyıllarını ölümcül bir rehavet ve ölümcül bir iyimserlik içerisinde geçirdikleri için, gerçeklere bütünüyle yabancılaştılar, ne modern tarihle, ne de kendi tarihleriyle yüzleşme ihtiyacı duymadılar. Popülist milliyetçilikler, popülist muhafazakârlıklar Müslüman halkları tarihsel yüzleşmelerden alıkoydu, alıkoyuyor. Popülist milliyetçilikler ve popülist muhafazakârlıklar, dijital sömürgeciliğin, dijital tüketim kültürünün toplumlarımızı nasıl dönüştürdüğünü, toplumlarımızın hangi ölçüde teknolojik kirlenme/zehirlenme ile karşı karşıya bulunduğunu görmüyor, farketmiyor. Popülist milliyetçilikler ve popülist muhafazakarlıklar, sosyal medya kültürünün toplumlarımızı nasıl büyük bir çürüme ile karşı karşıya getirdiğini söylemeye cesaret edemiyor. Popülist milliyetçilikler ve popülist muhafazakârlıklar, oportünist tercihlerle günü kurtarmayı bir geleneğe dönüştürdükleri ve kitleleri millileştirdikleri için, toplumlarımızda, İslami sorumluluklar, resmi hikayelerin, resmi yapıların ve resmi çıkarların sınırları içerisinde ne kadar temsil edilebiliyorsa, o kadar temsil ediliyor.

Resmi propoganda ve popülizm tacirleri tarafından ele geçirilen, İslam toplumlarında halklar, bayatlamış/çürümüş romantizmlerle, bayatlamış/kokuşmuş nostaljilerle ömürlerini tükettikleri için, teknoloji tiranlarının ütopyaları doğrultusunda şekillenen ve yönlendiren dünya ve insanlık hakkında, varoluşsal bir farkındalığa sahip değiller. Teknoloji tiranlarının ütopyaları, bütün toplumlarda bütün özgün değer ölçütlerini/sistemlerini altüst ediyor, bütün toplumlara tekdüze sayısallıkları dayatıyor. Toplumlar/halklar, gerçekle ilgilenmek yerine, pazarlanabilir olan’la, sahteliklerle, kurmaca ve yanılsamalarla ilgileniyor. Özellikle, sosyal medya’ya bağımlı hale gelen genç kuşaklar, gerçek dünyaya yabancılaşıyor. Gerçek dünyanın teknoloji devlerinin belirlediği ideolojik çerçevelerden ibaret olduğu farkedilmiyor. Günümüzde, her toplumda, iktidarlar/tiranlar/diktatörler, dijital teknoloji aracılığıyla denetim tekniklerini diledikleri yönde-doğrultuda yoğunlaştırabiliyor, derinleştirebiliyor.

İslam toplumlarında, emirlere-yasaklara indirgenen din’i hayat, bilgi-bilgelik üretmiyor, kültür-felsefe-fikir üretmiyor, eleştirel yorum, eleştirel içerik ve estetik üretmiyor. Emirler ve yasaklara indirgenen din’i hayat, kültürsüzlükle malûl toplumlarda yaşadığımıza işaret eder. Kültürsüzlükle malûl bulunan toplumlar, kendilerine dayatılan, gerçek içerikten yoksun, sömürgeci klişelerle-sloganlarla hesaplaşmayı başaramıyor. İslam dünyası ülkeleri, ulus-devlet bencillikleri, saplantıları sebebiyle, İslami dayanışma-bütünleşme bilinç ve iradesine sahip olmadıkları için, sistematik bir biçimde yüzyıllardır maruz kaldıkları, evrensel ahlakı-toplumu imkânsız kılan, sınır tanımayan sömürgeci alçaklıklar, barbarlıklar, dayatmalar, tahakküm ve zulümlerle yüzleşmiyor, konformist din algısının kendilerine dayattığı ölümcül iyimserliklere sığınarak, özgürlüğü, bağımsızlığı, özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerini erteliyor, geciktiriyor, sahip oldukları kırılgan resmi bağımsızlıklarla avunuyor, avutuluyor. Sömürgeci alçaklıklarla hesaplaşamayan bir toplum/dünya teslimiyetçiliklerin neden olduğu onursuzluklara katlanıyor. Kendilerine dayatılan ölümcül iyimserlikleri içselleştirdikleri için, toplumlarımız, içerisinde yaşadığımız toplumsal gerçeklik ile, gerçek bir içeriğe sahip olmayan politik/popülist söylem arasındaki derin uçurumu görmüyor.

Sömürgeci alçaklıklar ve barbarlıklar fıtratın ve fıtri değerlerin inkârı ile başlayan, insanlık dışı, kirli ve aşağılık bir tarih oluşturdu. Bu kirli ve aşağılık tarih, modern zamanlar boyunca, din’i olan’la, kültürel olanı bireyselleştirdi, özelleştirdi. “Her şey mubah” seküler liberalizmi, bütün toplumları ahlakın ve kültürün sıfır derecesi ile bütünleştirdi. Günümüz dünyasında küreselleşme ve dijitalleşme, bütün kültürleri, İslam kültürünü de, ya müzelik ya da folklorik hale getiriyor. Bütün toplumlar varoluşsal referanslarını kaybediyor. Milliyetçilikler seküler dünyanın din’i haline geliyor. Hangi toplumda olursa olsun, güç ilişkileri, anlam ilişkilerine geçit vermiyor. Güç ilişkilerinin belirleyici olması nedeniyle, bütün muhalif hareketler, protesto hareketleri sembolik bir çerçeve ile sınırlı hale geliyor, etkili bir siyasal harekete dönüşmüyor. Küreselleşme ve dijitalleşme sebebiyle ortaya çıkan bireyselleşme ve aidiyetsizleşme, kültürel emniyetsizlikle sonuçlanıyor. Bir yanda aidiyetsizlikler, bir diğer yanda da köleleştirici aidiyetler, mutlaklaştırılan aidiyetler, kabileci aidiyetler insanları şeyleştiriyor.

Günümüzde İslam, köleleştirici aidiyetlerin, devletçiliğin, etnikçiliğin, mezhepçiliğin, milliyetçiliğin, cemaatçiliğin, hizipçiliğin sınırları içerisine hapsedildiği için, evrensel İslami yönelişlerden, etkinliklerden, oluşumlardan, inşa ve dayanışmalardan söz edemiyoruz. Köleleştirici aidiyetler ve aidiyetsizlikler ortak İslami anlam ufkunu kaybettiğimizi gösteriyor. Köleleştirici aidiyetler, evrensel İslami aidiyetleri temsili imkânsız kılıyor. İslam, ancak, ortak ufuk, ortak ifade, ortak onur, ortak amaç, ortak irade, ortak tahayyül zemininde anlamlı bir mevcudiyete sahip olabilir. Bütün bunları bir arada temsil ve tecrübe etmeksizin ortak bir gelecekten söz edemeyiz. Bugün, İslam dünyası toplumlarında, Türkiye’de de, görülebileceği üzere, ortak ufuk, ortak irade imkânsız hale geliyor. Muhafazakâr-din’dar ahlak ve zihin dünyası, iktidar çıkarlarını ve ayrıcalıklarını sürdürebilmek için, ahlaki felaketler ve toplumsal derin çöküş pahasına, kirli/bayağı/oportünist/pragmatist gerçeklikle, faşizan gerçeklikle bütünleşiyor, bu bütünleşme de, ne yazık ki aziz ve mükerrem İslam’ı araçsallaştırarak, sömürgeleştirerek gerçekleştiriliyor. Türkiye’de, her dönemde Kürt halkının siyasal-kültürel talepleri derin bir ırkçı refleksle tersyüz ediliyor. İslam toplumlarında, siyasal pragmatizm sistematik bir biçimde, duygusallıkları kullanıyor, istismar ediyor. Duygusallıklarla malûl olan bireyler, toplumlar, hiç bir zaman iplerini görmeyen, göremeyen “özgür” kuklalara benziyor. Faşizan önyargılar ve fanatizmler, ahlaki ufku, entelektüel-kültürel ufku bütünüyle karartıyor, karanlığı normalleştiriyor. Karanlığın normalleşmesi, belirsizlikleri, endişeleri, korkuları çoğaltıyor, bütün erdemleri, bütün iyilikleri unutturuyor. Nerede olursa olsun her faşizm, sağduyu iklimini bütünüyle yok ediyor. Çıkarcı muhafazakârlıklar, çıkarcı dindarlıklar, varoluşsal-temel-hayati bütün İslami ilkelerin, ölçülerin-ölçütlerin, erdem ve bilgeliklerin büyük bir enkaza dönüştüğünü ne yazık ki, hiç görmüyor, görmek istemiyor. Tek ufka, tek akla kapatılan toplumlar ve kültürler, hiç bir şekilde, başka bakış açılarına, yorum biçimlerine, çözümleme tarzlarına ihtiyaç duymuyor. Bütün popülizmlerin, bütün pragmatizmlerin her zaman, ahlaki-ilkesel-entelektüel bir büyük bozgunla sonuçlandığını idrak etmek, bu bozgunun, bugün, büyük bir siyasal bozguna dönüştüğünü görmek gerekir. İslam dünyası ülkeleri, İslami anlamda bir irade özgürlüğüne sahip olmadıkları için, siyasal/militarist/soykırımcı Siyonist sömürgeciliğin eşsiz ve benzersiz alçaklıkları/canavarlıkları karşısında, hiç bir tartışmaya ihtiyaç duymayacak şekilde sözünü ettiğimiz siyasal bozgunu en derin biçimiyle yaşıyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, bütün popülizmlerin, şanlı tarih retoriğinin, ezan-bayrak retoriğinin açıkça çuvalladığını ve utanç verici bir biçimde yaşanan siyasal bozgunu görmek istemiyor, konuşmak istemiyor.

Varoluşsal ilkesel tercihlere, tercih özgürlüğüne sahip olmayan bireyler, toplumlar, siyasal kadrolar ve iktidarlar, mevcudiyetlerini rol yaparak kanıtlamaya çalışır, bu yolla sahnede kalırlar. Tercihlerini çıkarlarına göre ayarlayan bireyler, topluluklar, cemaatler, siyasal kadrolar, bağımlılığı ve ilkesizliği hayat tarzı haline getirirler. Bu tür topluluklar, cemaatler, hangi ülkede olursa olsun, tiranların kaprislerine katlanırlar. Bütün tiranlar, kendilerine özgü romantik kurguları, ilgili toplumlara gerçeklik olarak dayatırlar.

İslami varoluşumuzu, mevcudiyetimizi edilgenlikten ve tekdüzelikten kurtararak, anlamlı, etkili ve iradeli kılabilecek sorumluluklar, ilgiler, etkinlikler ve adanmışlıklar üretebilmek için, ne pahasına olursa olsun, her şartta, duruşumuzu, tarzımızı, tavrımızı, ilkesel tercihlerle tahkim etmemiz gerekir. Bir toplumun, cemaatin, bütün tercihlerini çıkarlarına göre ayarlaması, bugün, Türkiye örneğinde yaşandığı üzere, bu toplumun, cemaatin ya da çevrenin ahlaki bir felç’le malûl bulunduğunu gösterir. Tercihlerini çıkarlarına göre yapanlar, hayatlarını niceliksel kavramlar aracılığıyla, bu kavramların yardımıyla sürdürdükleri için, hiç bir zaman, hiç bir şekilde niteliksel bir varlık ortaya koyamazlar. Popülist tercihleri, patolojik romantizmleri, hamaset kültürünü sıradan bir geleneğe dönüştüren toplumlar, her durumda hüsran’la karşılaşırlar.

Dünyanın, İslam dünyasının da, tarihin son beşyüz yılı boyunca, küresel yayılma, sömürgeleştirme, emperyalist tahakküm zemininde somutlaşan Batı uygarlığının şiddetle dayattığı fikirler/kavramlar/kurumlar, hayat tarzları doğrultusunda şekilleniyor olması, Müslüman halkları, toplumları hem İslami ifade özgürlüğünden hem de İslami irade özgürlüğünden yoksun bıraktı. Bu yoksunluk sebebiyle İslam toplumları, yüzyıllardır kendilerini, kendi dünya görüşleri doğrultusunda, kendi bilgi sistemleri doğrultusunda gerçekleştiremiyor. Kendi dünya görüşleri ve bilgi sistemleri doğrultusunda kendilerini gerçekleştiremeyen İslam toplumları ve kültürleri, duygusallıklar, romantizmler, mistik kültür ve mistik putperestlikler, hamaset kültürü vb. yoluyla kontrol ediliyor, yönlendiriliyor, baskılanıyor, engelleniyor. İfade ve irade özgürlüklerinden yoksun bırakılan toplumlar-kültürler bugün, ne yazık ki biriktirdikleri yenilgiler, edilgenlikler, sessizlikler vb. sebebiyle onur özgürlüğünden de yoksunlar. Onur özgürlüğünün ne kadar değerli bir imkân olduğunu, bugün, Siyonist sömürgeci canavarlık karşısında İslami direniş örgütleri temsil ediyor.

Sömürgeci-kolonyalist-seküler ontoloji ve epistemolojinin evrenselleştirilmesi ve mutlaklaştırılmasıyla birlikte, İslam ve Müslümanlar, geçmişin ve yerelliklerin konusu haline getirilerek, geçmişe ve yerelliklere kapatıldılar. İslam ve Müslümanlar geçmişe ve yerelliklere hapsedilince, evrensel misyon-vizyon ve işlevlerini, tasavvur ve tahayyüllerini kaybettiler. İslam toplumları da, sömürgecilerin kendilerine dayattığı, alçaltıcı konumlarını içselleştirdiler, bu nedenle de, ancak, geçmişe ve yerelliklere hitap edebiliyor, bugünle, bu çağ’la ve insanlıkla konuşamıyor, evrensel İslami farkındalık biçimini temsil edebilecek bir dil-söylem-kültür inşa edemiyor.

Atasoy Müftüoğlu / İktibas Dergisi Temmuz Sayısı