Asr-ı Saadet’e İlerlemek mi, Asr-ı Saadet’e Dönmek mi?

“Asr-ı Saadet’e ilerlemek”, ideali zamanın, asrın imkanları üzerinden yeni bir Müslüman varoluşu gösterebilme, inşa etme, yeniden üretme şuuruyken “Asr-ı Saadet’e dönmek” bu şuuru öldürmektir.

Asr-ı Saadet’e İlerlemek
Asr-ı Saadet bolluğun, bereketin, huzurun konforla birleştiği medeniyet anlayışı, uçan halı-binbir gece masalları fantezisi değil açlıktan karnına taş bağlamayı müşrikler gibi yaşamaya tercih etme iradesidir.
Asr-ı Saadet bahsi en son, ütopya, pürhayal, kör idealizm diye önemsizleştirilip cari hegemonya sisteminin tartışmasız zaferinden sonra “mümkünler dünyası”ndan, insanların zihinlerinden çıkarıldı galiba… İslam’ı zihinsel ve vicdani bir etkinlik gibi görenler için dinin kurucu vasfı yok, tecrübî olandan uzak bir nedensiz sonuç ya da sonuçsuz nedenden öteye de gidemez.
Hayatımızı ağ gibi saran Küresel Medeniyet ve iktisadi düzen karşısında var olmak, “şartları olgunlaştırmak” en çok ufkunda, pratiğinde Asr-ı Saadet bulunan biz Müslümanlara düşer. Kapitalist dünya sistemine alternatif için “bizim yapabileceğimiz” fikrinden çok Tarihin Sonu’nu koşulsuz kabul eden bir Müslüman varlığı, aynı terkibi “cari sistem için bizim yapabileceğimiz nedir” görüşüyle hareket ediyor.
Halbuki Müslüman, dünyanın içindedir, dünyanın şartlarını reddetmez ama dünyanın ardına da düşmez, dünyayı hedeflemez!
Asr-ı Saadet’in varlığı, ister ütopya diye etkisizleştirilsin ister tarihsellik zindanına hapsedilsin, “başka bir dünyanın varlığını” anlatmaya, “işte orada” diyebilmeye, yeter de artar bile!
Artık günümüz insanı ütopyalardan, Asr-ı Saadet’ten, ilkelerden, ideallerden ilham almıyor, almaktan kaçıyor; onun yerine krizlerden etkilenmemek için çırpınmayı, dua etmeyi, iyi niyet gösterisinde bulunmayı seçiyor.
Kimse asrın getirdiği kendini kurtarma furyasından bir feda kültürü çıkarmaya çalışmasın; sosyalistlerden liberallere kadar başta kıta Avrupası olmak üzere çoklukları üretirken kurtulma etiğini de batma ihtimalini de bireysel yaşama pratiğinden uzak tutmak istiyor. Tek başına batmaktan, “piyangonun kendisine vurması”ndan endişe ettiği kadar tek başına çıkma hevesinden de arınamıyor! Sistem güvensizlik üzerinden yürüyen çoklukları bile kolayca imha edebilme kabiliyetine sahip; Sarı Yelekliler’den, Wall Street İşgalcileri’nden, Syriza’dan haber var mı…
Zaman ve mekan arasında 
Kendi saadetini başkalarının yıkımları üzerine bina etmeyen, bilakis kardeşinin felahı için kendi arzularından feragat edenlerin Asr-ı Saadet kurma imkanı ve hakkı var. Asr-ı Saadet’i sadece Hz. Muhammed’in (sav) yaşadığı döneme indirgeyen yorumlar, sahabenin onun yüzüne bakması, sohbet halkasına katılması, omuz omuza mücadele vermesiyle ilişkilendirir; saadet Peygamber Efendimizi görmektir yalnızca!
Oryantalistlerin de fişteklediği gibi modernistler Asr-ı Saadet’e dönme fikrini gerçekleştirerek modern yıkımı hedefler, tarihin zindanından kurtulma adına aradaki gelenek ve birikimi aşarak tarihi İslam’ın sıfır noktasından başlatmaktan söz eder. Asr-ı Saadet’ten çok tarihi birikimi sileceği zehabı imkansız ütopyadır esasında! Asr-ı Saadet’e dönmekten bahsedenler en çok fizyolojik görüntüyle, Peygamberimizin esvabına bürünmek gibi şeklî mevzularla ilgilendi, harici ve selefi bir zihni de besleyerek zamanlarının dışında arkaik bir duruma düştü. Kur’an ve Sünnet’e müracaat edip zamanın ruhuna nüksedebilme, asrı idrak edebilme düşüncesine bile ulaşamadılar.
Saadet Asrı’nı Hülefa-i Raşidin’e uzatanlar Emevi saltanatı ve sonrasının meşruiyetini sorgular. Ne Emevilerin fetihleri ne Abbasilerin Müslümanları hakikaten “konfora ulaştıran zenginlikleri” yani belki de gerçekten “altın çağ” olabilecek bir dönemi Asr-ı Saadet görmez kimse. Demek ki medeniyet, yüksek maddi kalkınma mutluluk için yeterli değil!
Asr-ı Saadet kirlenen çağ, bozulan varoluş, dejenere olan insan oluş’a yeniden “saf”lık aşısı vurmayı hedefledi. Yeni bir hikaye yazma erdemini gösteremeyenler Saadet Asrı’na dönme kolaycılığına saplandı kaldı.
“Asr-ı Saadet’e ilerlemek”, ideali zamanın, asrın imkanları üzerinden yeni bir Müslüman varoluşu gösterebilme, inşa etme, yeniden üretme şuuruyken “Asr-ı Saadet’e dönmek” bu şuuru öldürmektir.
Oryantalistler öncelikle yaşanmışlığı, gündelik hayatı İslam’ın belirleme pratiğini, Peygamber Efendimizin Var-lığını, imkanlardan var oluşa getirme erdemini, örnekliğini yıktı.
Şirin gözükmek için gavurlara Peygamberimizin ağaç budama konusunda liyakatı gözettiğinden, aile babası kimliğinden bahsedilir. Mesela “kalplerdekini Allah’ın izni ile bilebildiği”, “benim bildiklerimi bilseniz az güler çok ağlarsınız” dediği halde Abdullah ibn Sebe’nin münafıklığına, Müslümanlar arasındaki ihtilaflara müdahil olmaz.
İslam insanların aklını kullanma, tevbe edebilme yetilerini işletmesini, mucizelerle, ilahi dokunuşlarla hizaya gelmeyi değil Allah’ın halifesi vasfını idrak edip sırat-ı müstakim üzre bulunmasını ister; Furkan, Hak ile bâtıl arasındaki farka muttali olmak, tefriki gerçekleştirebilmektir, Müslüman Furkan ehli olmalıdır!
Saadet Asrı’nı Müslümanlar kendilerine bakabilecekleri bir ayna gibi de görür. Hayıflanan, geçti o günler, diyen Müslüman konformizmi bir şekilde kapitalist dünya sisteminin değirmenine su taşımaktır. Ütopyalaşan pratiklerden söz edenler, istihzayla Saadet Asrı’nı küçümseyenler hiçbir modelin önceden tasarlanarak, şablon doğrularla üretilmeyeceğini bilmezden gelir.
Asr-ı Saadet “başka bir dünya”nın yaşandığını tecrübe ettiğinden, mekanı ve dönemi aşıp, zamana seslendiğinden içinde Müslümanların yeniden bir hikaye yazması, yeni bir Asr-ı Saadet inşa etmesi için bilkuvve değerler, ilkeler, idealler de barındırır. Fakat bunlardan bahsetmekten korkan, kavramları eğip büken, imkanları telef eden bilfiil Müslüman varlığı, o “altın çağ”a ilerlemek, yeniden üretmektense modern dönüştürücülerle kapitalist ilişki biçimlerini İslamileştirmeyi tercih eder. Islah ve rehabilite yenileme, güncelleme, hele ki inşa etme, yeniden kurma manasına hiç gelmez!
İlkeler, idealler, erdemler
Düşünce bir kısım erdemin, kavramın, bazı davranış kalıplarının, ilkelerin, değerlerin zamanın ruhuna göre öne çıkmasını yahut geri çekilmesini gerektirir.
Bazı yöntemler dönemliktir, zora müracaat edilmesi gereken bir aşamada diyalog zaaf yaratır, tam tersine müzakereyle kolayca halledilebilecek bir sorunda şiddet, özgüven yıkımının göstergesidir. İnsanların kalbini kırmaktan imtina eden Peygamberimiz temayül haline gelebilecek bir ihanet nedeniyle Beni Kurayza Yahudilerini affetmemişti!
Asr-ı Saadet müşriklerden ayrı bir hayat tarzı, iktisadi yapı, sosyal devlet, siyasal alan kurdu. İslam’ın va’z ettiği ilkeler bilhassa iktisadi ölçüler yerleşik kapitalist nizamla uyuşmaz, taban tabana da zıttır.
Bugün çarşıda, pazarda insanlar faizden kredilere, sigortadan hileli mal, hileli iflas, tekelcilik, karaborsacılık, yalan, tefecilik dahil pek çok gayrımeşru usule başvurmak “mecburiyeti”nde kalıyor… haram fetvası veren kurumların gelirlerindeki hayli ciddi faiz payını unutmayalım!  Piyasa böyle işliyor, neoliberal çarklar bu usule göre dönüyor…
Kapitalist ilişki biçimleri, küresel kültür hayatın her anını sardı. Neoliberalizm küreselleşme ve postmodernizmle beraber Batı kapitalizmini dünyanın en ücra köşelerine kadar götürdü, geçerli tek yöntem yaptı. Bundan azade kılınabilecek bir işleyiş, mekanizma şu anda yok. İnsanların bu çarkı kırmaya gücü elbette bulunmayabilir, iradeleri, istekleri, özlemleri de mi olamaz!
Sistemden bıkıp Asr-ı Saadet’e müracaat edebilecek vasıfları yitirdik, Müslümanlar Asr-ı Saadet’i özleme hürriyetine bile sahip değil artık! Kötüyü, yıkıcı olanı iyiden iyiye ayrıştırma çabası Müslümanlarda, Kerim Devlet’i inşa etmiş Türklerde silindi.
Asr-ı Saadet sönmüş bir dönem değil meşru yöntemlerle “sahih ve sahici” bir hayatı yaşayabilme imkanı, ihtimalidir.
Kapitalist Batı medeniyeti sahih olanı, meşruiyeti İslam’a dayananı “terörizm”le eşitlediğinden bu yana ütopyalar da, değerler ve idealler de hayatımızdan çekildi.
İktisadi düzen
Asr-ı Saadet bir yaşama stili, iktisadi nizam olarak mal temerküzünü, sermaye birikimini, tekelleşmeyi, burjuvalaşmayı, kaynağı ihtilaflı zenginliği, zekatı verilmeyen malı kerih görür! Devletin dahi para biriktirmesini, beytül mal’da sermaye yığmasını yasaklar, nakdin piyasaya sürülmesini, işlemesini ister. Peygamberimiz “Bana Uhut Dağı büyüklüğünde altın verilse, Allah’ın iradesiyle onu on üç günde tasadduk ederim.” buyururken tatbikini de yapmıştır, evine cebinde parayla girmediği rivayet edilir! Asr-ı Saadet’te devlete gelen giderdi, Hz. Ömer hazineye akanların bir kısmını “ihtiyat akçesi” olarak ayrılması teklifini reddetmişti.
Bu bir ilke, müşriklerin biriktirmesine karşın ütopyayla ilgisi olmayan alternatif bir iktisadi model. Riba karşısında takasa başvurmama, her zaman dolaşımı destekleme de İslam ekonomisinin önceliklerinden.
Varoluş aynı biçimde vuku bulmaz! Saadet Asrı aynen bugüne aktarılmaz fakat ilkeleri, değerleri, idealleri yeniden üretilebilir.
Kapitalist küfür düzeni tekeli, burjuvanın, zenginin daha çok kazanmasını, karaborsayı, spekülasyonu, komisyonculuğu normalleştirirken Peygamber Efendimiz Asr-ı Saadet’te, İslam iktisadının bir ilkesi olarak pazardan vergi almamış, kimsenin sabit yer parsellemesine müsaade etmeyerek liberal yüceltmede çokça zikredilen ama uygulanmayan “fırsat eşitliği”ni bîhakkın uygulamıştır.
Asr-ı Saadet’in bir benzeri Kerim Devlet modelinde aynen tatbik edildiği gibi evreni yaratan ve her türlü varlığın sahibi olan Allah onu halifesi insana emanet etmiştir; fert ve devlet sadece emanetçidir. Kul hakkı yememe Saadet Asrı’nın ve Kerim Devletin temel şiarıdır. Bu yüzden “kaynağı şüpheli servetler” müsadere edilirken Halifelerin hepsi memurların hediyelerden uzak durmasını ister!
Asr-ı Saadet’te ilkeler ve sınırlar çok net çizilmiş; eşitler arasında dengeyi bozacak, Allah’ın kulu sıfatında ayrıcalık oluşturacak her türlü imtiyaz, sahiplik, ezme ve sömürüye açık üstünlük, kazanç, idare gayrı meşrudur!
Asr-ı Saadet’te sahabenin hepsi ideal kişilerden mi oluşuyordu, elbette hayır! Bir keresinde namaz kılınırken kervanın Medine’ye geldiğini duyanlar camiyi anında boşaltır; içeride Peygamber Efendimizle birlikte yalnızca on bir kişi kalır. Doğal durumu göz önüne alarak kurulan, kurulacak bir nizamdır Asr-ı Saadet…
Kurucu irade
Peygamberimizin ahrete intikalinden sonra hilafet tartışması yaşanınca Ensar, Muhacire halifenin kendilerinden çıkması gerektiğini, bırakın Müslümanları, İslam’ın bile hayatiyetini Ensar’a borçlu olduğunu söyler. Bu ideal bir tutum, düşünce, erdem değil, Ensar’ınkinden daha ilerisini Hz. Ebubekir belki de asabiyeyi körükleyecek siyasal çıkarımıyla verir; Peygamberimiz Kureyş olduğuna göre halifenin de kendilerinden seçilmesi gerektiğini söyleyerek…
Hz. Ömer Asr-ı Saadet iklimini kendi dönemine taşımada mahir, yenilikçi, öncü davranmıştır. Çocuklarını açlıktan uyutamayan kadın üzerinden kendisi de uyuyamayan, kadının beddualarına mesuliyet duygusu nedeniyle ses çıkarmayan Halife portresine “kılıcımızla düzeltiriz” ikazını onaylayan yaklaşımını da eklemek gerekir. Meşvereti hakkıyla uygulayan Asr-ı Saadet iradesi, kardeşlik hukukundan, asgari medeni tavırlara kadar Cahiliye insanını merhamet, şefkat erdemleriyle donatmıştı.
Saadet Asrı’nın en belirgin vasfı, İslami umdelerin imtiyazsız şekilde herkese uygulanmasında gösterdiği dirayette yatıyordu. Hz. Peygamberin adalet, liyakat, hak, hukuk konularındaki örnek tutumu, kendi kızı dahi olsa gerekeni yapma iradesi tarihselliğin ötesinde ilke, kanun, nomos halini alıyor.
Tefrikalar, Şii-Sünni ayrımı, mezhep farklılıklarına rağmen Asr-ı Saadet’ten bize Hacer’ül Esved’in yerine konulmasında Peygamberimizin ahlakına, adaletine güven örnekliği kaldı. Akabe biatlarındaki, ashab-ı suffe’deki, hicretteki kardeşlik bağları, gerektiğinde müşriklerle stratejik işbirliği imkanları, hilmi, diğerkamlığı, her türlü puta açıktan cephe almayı, İslam’ın aynı zamanda manevi inşa olduğu fikri erdemlerin tarihsel olmadığını, geçmişte kalmayacağını açıkça anlatır.
Kendi kendimizin hâmiliğini üstlenme, varoluşunu anlamlandırma Asr-ı Saadet’in dönülecek değil ilerlenilecek, yeniden kurulacak, tazelenecek bir ideal olduğunu ortaya koyuyor. İslam’ı sadece bir simge, sembol, maneviyat, toplumu ve devleti bir arada tutan çimento, ibadet, dinlerden bir din, tarihi ve mistik bir zenginlik, değer görenler, Türkiye’yi Mete’den bu yana kurulan devletlerden biri, İslam’ı Türklerin dinlerinden biri gibi sunanlar Saadet Asrı’nı da tarihselci bakışın içinde etkisizleştirip küçültür. Halbuki İslam, Asr-ı Saadet kitaplarda, tarihte, maneviyatta, ruhlar aleminde, metafizik evrende değil hayatın içinde, varoluşun kendisinde, gelecek ufkumuzda yer alır.
İnfak ayeti nazil olduğunda sahabeden Ebû Talha çok değerli hurma bahçesini tereddüt etmeden tasadduk etmişti. Asr-ı Saadet bitmiş, tükenmiş, sona ermiş bir dönem değil hayatının her bir zerresini Allah’ın emrine, Peygamberimiz’in bizden beklentisine göre yaşama iştiyakı, gündelik hayatımızı, geleceğimizi inşa etmenin imkanıdır.
Açık Görüş / Ercan Yıldırım