“Toplum olarak ‘İmansal dönüşüme’ ihtiyacımız var”

Araştırmacı-yazar Şükrü Hüseyinoğlu ile son günlerde başlatmış oldukları “imansal dönüşüm” çalışmalarıyla ilgili Fatih Pala bir söyleşi gerçekleştirdi.

Son günlerin moda terimlerinden ve modernleşmenin bir yansıması olan ‘kentsel dönüşüm’e atıfla, ‘imansal dönüşüm’ adını verdikleri çalışmalarını detaylı olarak anlattı Hüseyinoğlu. İşte o röportaj:

“İmansal dönüşüm”den kastınız nedir?

Klasik anlayışta da sıkça dile getirildiği üzere imanın taklidî olmaktan çıkarılıp tahkiki, kesbedilen bir imana dönüştürülmesidir ki, bir inanca “iman” denilebilmesi bu ön şarta bağlıdır. Kısacası atadan miras olan ve sağlaması yapılmayan inançtan ve giderek toplumun doğrudan Allah’ın kitabıyla muhatap olarak kesbedilen gerçek bir imana ulaşması sürecidir.

Niçin gereklidir bu süreç?

Dünya hayatının bir imtihan olduğu ve bu imtihanın nihayetinde, insanoğlunun kıyamet ve hesap günü yani “dünya hayatında yapıp ettiklerinin hesabını vereceği bir gün” gerçeğini dikkate aldığımızda, o güne hazırlığın mutlaka gereği ve ilk aşamasıdır imansal dönüşüm. “-sel, -sal” takılı kelime kurgusunu sevmeyen birisi olsam da kastettiğim dönüşüm ihtiyacını, toplum muhayyilesinde çok iyi karşılayan “kentsel dönüşüm” çalışmalarını çağrıştırması için bu terkibi kullandığımı öncelikle belirtmiş olayım. Aksi halde “imanî dönüşüm” şeklinde ifade ederdim. Biliyorsunuz kentsel dönüşüm çalışmaları, deprem tehlikesine karşı binaları yenileme düşüncesiyle ortaya çıkan bir süreç. Gerçi uygulamada “kentsel” bir dönüşümden ziyade “binasal” bir dönüşüme tekabül ediyor ki, bahsi diğer bir konu. İşte bu çalışmayla bugün İstanbul gibi şehirlerde binaların yıkılarak depreme dayanıklı olarak yeni baştan inşa edildiğine tanıklık ediyoruz.

Her ferdin dünya imtihanının sonu demek olan ölüm gerçeği ve Rabbimizin Kur’an’da “O saat!” diye ifade buyurduğu dünya yurdu ve onun da bir parçası olduğu güneş sisteminin büyük bir zelzele ile/altüst oluşla ortadan kaldırılacağı ve amel defterlerinin ortaya konulup hesapların görüleceği gün için de bir imani dönüşüm seferberliğine ihtiyacımız olduğu kanısındayım.

Kısacası, bir depreme hazırlık sürecinden söz ediyorsunuz.

Kesinlikle evet. “İzazulziletilarduzilzaleha/Yeryüzü o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman”; Zilzal/Zelzele sûresi böyle başlar. Kıyame, Karia, İnşikak, İnfitar, Tekvir gibi sûrelerin başında yeryüzü ve güneş sistemi için geri dönüşü olmayan, sonu ifade eden bu zelzelenin dehşetli sahneleri tasvir edilir. Ardından da kıyamet yani insanların yeniden diriltilip ayağa kaldırılması ve hesaplarının görülmesi için Rabbu’l-alemîn’in huzuruna sevk… İşte burada da insanlara denilecek olan, İsra sûresi 14. ayetin ihbarına göre şudur: “İkra kitabeke/Oku kitabını, amel defterini.” Görüldüğü gibi dünya hayatında muhatap kılındığımız ilk emir, nasıl Alak sûresinin başındaki gibi “kitabı oku” ise hesap günü de kitabımızı okuma emrine muhatap olacağız. Bu durumu, ben, hayat dediğimiz “iki ikra arası bir süreç”, diye ifade ediyorum.
İlk “ikra” emri, Rabbimizin bizim için hayat rehberi olarak inzal buyurduğu, dünya ve ahiret saadetimizin ölçülerini “havi” olan Kur’an’ı hakkıyla okumayı ifade ederken; ikincisi, artık amelin değil hesabın olduğu, pişmanlıkların fayda vermeyeceği o gün, dünya hayatında yapıp ettiklerimizin kaydını içeren amel defterimizle yüzleşmeye işaret etmektedir. İşte geleceğinde kuşku olmayan ve Rabbimizin mutlak vaadi olan o günlere hazırlık için imanlarımızı, Kitab-ı Kerim aynasında gözden geçirip taklidîlikten tahkikîliğe taşıyacağımız, ümmîlikten kitabîliğe geçiş yaşayacağımız bir imansal dönüşüm sürecine acilen yönelmemiz gerekir kanaatindeyim.

“Ümmîlik” ile “kitabîlik” kavramlarını biraz açabilir misiniz?

Ümmîlik konusu, maalesef Kur’anî çerçeve yerine, daha çok lügavi çerçevede anlaşıldı şimdiye dek. Ümmîlik, kelime anlamı olarak anneden doğulduğu gibi kalmak demektir ve bilgisizliği ifade eder. Arapçada, okuma-yazma bilmemek anlamında kullanılan bu kelime, Kur’an’ın dilinde; “Tevrat ve İncil bilgisine sahip olmayan kimse” anlamı kazanmıştır ki bizim için esas olan, bu terim anlamıdır. Rabbimiz, Kur’an’da “ümmî nebi” ifadesini kullanırken, Allah Rasulü’nün (aleyhisselam) risalet öncesinde Tevrat ve İncil bilgisine sahip olmadığına vurgu yapmaktadır. Yine Mekkelileri ümmî olarak nitelerken, aynı vurgu söz konusudur. Ümmîlik ve onun tam karşısında yer alan kitabîlik terimlerini çok beliğ bir şekilde özetleyen Bakara sûresi 78. ayette Rabbimiz, Yahudiler özelinde kitap ehlinden söz ederken şöyle buyurmaktadır: “Onlardan bir kısmı ümmîdir; kitabı bilmezler. Bildikleri, emaniyyeden/kuruntulardan, asılsız şeylerden ibarettir ve onlar, ancak zannederler.”

İşte ümmîlik, budur. Kitabın bilgisine sahip olmamak yani ilmin yerine asılsız kuruntular, kulaktan dolma bilgi kırıntıları, hurafeler, menkıbeler ve zanna dayalı kabuller üzerine kurulu çürük temelli bir inanç ve amel sahibi olmaktır. Buna karşılık Rabbimiz, bizden, kitap merkezli ilim üzere sahih bir iman ve amel istiyor. “Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan sorumludur” diye emrediyor bize İsra sûresi 36. ayette. Bizler, “Allah’ın indirdiğine gelin” denilince; “Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız” diyenlerden değil; takva, ilim, bilinç üzerine ve ümmetimizin 15 asırlık büyük birikimini de asla yok saymadan kitap merkezli bir yönelişe adım atanlardan olmalıyız.

Tüm Müslümanların, fakih, müfessir, muhaddis olmalarını bekleyemeyiz ama değil mi?

Tabi ki böyle bir beklenti doğru da değildir, imkân dâhilinde de. Klasik söylemde ifadesini bulduğu üzere de tüm Müslümanların “ilm-i hâl” bilgisine sahip olmaları gerektiğinden bahsediyorum aslında. Bu, asgari ilmi düzeyi ifade eder ve bu anlamda ilim, her Müslümana farz-ı ayn’dır. Tabi burada ilm-i hâl terkibini, tarihsel süreçte sabitlenmiş biçimi itibariyle mevcut ilm-i hâl kitaplarındaki muhtevadan daha temel ve geniş bir anlamda Kur’an ve siyer bilgisini içine alan, “mükellefin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesi” tanımının bu şekilde temel referanslarla bağını kuracak bir çerçevede kullandığımı belirtmeliyim. Bu anlamıyla Rasulullah’ın (as) yetiştirdiği ilk nesil ve Medine’de teşekkül eden ilk İslam toplumunu, bir ilim toplumu olarak niteleyebiliriz. Fakih, müfessir, muhaddis gibi ilimde ihtisaslaşma ve derinleşmeyi gerektiren ilim adamlarının varlığı ise Kur’an’daki “rasihûn” kavramına tekabül etmektedir. Ve her dönemde, Müslümanlar arasında “rasihûn/ilimde derinleşenler” olacaktır.

Peki, sözünü ettiğiniz “imansal dönüşüm” nasıl gerçekleşebilir?

Dikkat edersek şunu görürüz ki imanın, bir ferdin muhayyilesinde, bilincinde ve kalbinde inşası, bir binanın inşa süreciyle birebir benzerlikler taşımaktadır. Aynı şekilde kentsel dönüşüm konusunu göz önüne aldığımızda, güçsüz, depreme dayanıksız binaların yıkılıp, yerine depreme dayanıklı yenilerinin yapıldığını görürüz. İşte imanî dönüşümden kastımız da ümmîliğe dayalı taklidî kabullerin yerine, önce hakkıyla bir hafriyat çalışması ve sonrasında kitabîliğe dayalı sağlam temel, kolonlar, kirişler ve katların adım adım inşasıyla tahkikî imanın bina edilmesidir. Teberri edilmesi gereken hususlar ve tasdiki üzerine bina edilen Rabbanî esasları bilmek ve bu bilgi üzerine binanın temeli olan kelime-i şehadeti ikame etmek gerekir. Bugün toplumumuzda “ilah”, “rab”, “tağut” gibi imanın temelini teşkil eden teberri ve velayet konusuyla ilgili kavramların ne anlama geldiği bile maalesef çok dar çevrelerde bilinmektedir. Hal böyleyken tahkikî bir imandan söz etmek mümkün değildir.

Bahsettiğiniz inşanın kolon, kiriş ve katları hakkında neler söylersiniz?

Öncelik, yüce Rabbimizin hakkıyla tanınmasıdır. Zaten tarih içerisinde insanların haktan sapmasının temelinde, hep Allah’ı gereği gibi takdir edememe sorunu yer almıştır. Bu sebeple inşaya, buradan başlamak durumundayız. Bunun yolu da Rabbimizi bizatihi kendi beyanlarıyla tanımaktır. Rabbimiz, bize, kendisini “esma-i hüsna”sıyla tanıtmaktadır. el-Halık, el-Hakem, er-Rezzak, el-Alim, er-Rahman, el-Kahhar, el-Karib, el-Ahir… Mesela O’nun el-Karib oluşunu kavrayan bir kimse, O’na ulaşmak için aracılar edinmeye kalkışmaz. Yine O’nun el-Hakem oluşunu idrak eden bir kimse, O’nun, yalnızca göklerin değil, yeryüzünün de rabbi ve ilahı olduğunu bilir ve O’nun hükmünden başka hükümlere rıza göstermez.

Yaratmak fiili gibi emredilenin de O’na mahsus olduğunu bilir. Aynı şekilde bu inşanın önemli diğer yapı taşları da Kur’an’da yer alan ve Kur’an’ın bizatihi kendisini, Rasulullah’ı (as), kıyameti, hesap gününü ve ahireti doğru algılayıp tanımamızı sağlayan isimlendirme ve tanımlamalardır. Mesela Kur’an’ın “mübin”, “müyesser” gibi isimlerini bilen bir kimse, onun tüm insanlara hitap eden bir hidayet kitabı olduğunu kavramış olur. Yine Rasulullah’ı (as), Rabbimizin Kur’an’da tanıttığı “rasul”, “nebi”, “beşir”, “nezir”, “usvetu’l-hasene”, “rahmetenli’l-alemîn” gibi sıfatlarla tanıyan bir kimse, Rasulullah’ı ne inisiyatif sahibi olmayan bir postacı şeklinde algılama ne de onu insanüstü bir masal kahramanı gibi vehmetme yanlışına düşer. Kısacası Kur’an’daki temel kavramlar ve esma-i hüsna, iman-amel bütünlüğündeki İslam binasının inşasında, onun direk ve yapı taşlarını oluşturmaktadır. Onlar, doğru anlaşılıp yerli yerine konulduğunda, Allah’ın dinini doğru anlayıp yaşama imkânına kavuşmuş oluruz.

Peki, bu çerçevede ne tür çalışmalar yapmayı düşündüğünüzü sorsak son olarak?

Öncelikle şunu söyleyebilirim: İslamî camiada genellikle kitlesel, topluma yönelik davet çalışmalarının çok fazla gerçekleştirilmediğini görüyoruz. Bu konunun ihmal edildiğini düşünüyoruz. Daha ziyade dar çevre çalışmalarının yapıldığını, her çevrenin kendi içinde eğitim faaliyetlerine yoğunlaştığını, topluma yönelik genel, kapsayıcı, yaygın bir davet çalışmasının çok fazla yapılmadığına şahit oluyoruz. İşte bu “imansal dönüşüm” şeklinde ifade ettiğim çalışma, aslında kitlesel bir davet çalışması formatıdır.

Allah’ın izniyle bununla ilgili olarak broşürler, çeşitli yayınlar ve bunun yanında da doğrudan toplumla muhatap olunabilecek çeşitli davet sunumları düşünüyoruz. Yani akraba çevrelerinde, köy derneklerinde, çeşitli mahalle ortamlarında; insanlara, bu tür sunum yapma talebinde bulunmayı ya da gelecek taleplere bu konuda cevap vermeyi hedefliyoruz. Ayrıca davetçi kardeşlerin toplumla buluşarak,“yeniden imanî bir dönüşümü gerçekleştirmenin temel ölçütleri nelerdir”, “yeniden, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde akidemizi ve amelimizi gözden geçirip nasıl inşa ederiz” sorularını konuşup cevap bulacakları bir ortam oluşması için uğraşıyoruz. Mehmed Akif’in o güzel tabirinde olduğu gibi “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”.

Yani toplumu, doğrudan Kur’an’la ve Rasulullah’ın (as) sünnetiyle, örnekliğiyle buluşturma, bilgilendirme ve bilinçlendirme çabası, sistemli, kitlesel ve yaygın bir davet çalışması düşünüyoruz.

Rabbimiz bu çabamızı bereketli kılsın diye dua ediyoruz.