Türkiye Sekülerleşiyor mu?

Cumhuriyet tarihinin en hızlı sekülerleşme sürecine şahit oluyoruz. Bu dönemde tüm dini sembol ve değerlerin içi boşaltıldı.

Sekülerizm, devletin ve toplumun dinden arındırılmasını öngören kapsamlı bir paradigmadır. Bu paradigmanın felsefi temelleri de aydınlanma sonrası batı düşüncesinin ürettiği materyalizme dayanır.

Aydınlanmayı takip eden süreçte, önceleri insan evrenin merkezine konularak tanrılaştırılmış (Hümanizm), sonrasında da doğa evrenin merkezine konularak tanrılaştırılmıştır (Natüralizm-Pozitivizm). Her iki bakış açısında da bir yaratıcıya yani Allah’a yer  yoktur.

Sekülerizmin ılımlı ve radikal şeklinde iki çeşidinden bahsedip, ılımlı sekülerizmi ‘devletin ve dinin birbirine karışmamasıdır’ şeklinde tarif eden muhafazakar-elit bir taife hepimizin malumudur. Bu taife sekülerizmin ateist  felsefi temeller üzerine oturmuş kapsamlı bir dünyevileşme doktrini olduğunu ya anlamayacak kadar saftır ya da bilinçli veya bilinçsiz batı hegemonyasının değirmenine su taşımaktadır.

19. yüzyılın başlarından itibaren siyasi ve/veya ekonomik olarak Avrupa nüfuzuna girerek bağımsızlığını kaybeden Müslüman halklar batıda eğitim almış seküler elitlerin öncülük ettiği sekülerleşme süreci ile yüzleştiler.

20. yüzyılda birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında İslam coğrafyasındaki tüm bağımsızlık mücadeleleri sahada İslami sembol ve değerler üzerinden yürütülmesine karşın, masada seküler elitler ipleri ellerine aldılar ve laik ulus devletler kuruldu.

İslam dünyasında kurulan ulus devletlerin tamamı sadece devletle dini ayırmakla kalmadı, farklı dozajlarda da olsa dini kontrol etmeyi ve milli bir din inşa etmeyi devletin temel görevlerinden saydı.

Ulus devletler Müslüman halkları batı aklı ve batı değerler sistemi ile hemhal kılmak için çok ciddi uğraşı verdiler. Özellikle de üç aygıtı bu amaçla kullandılar. Bunlar: Eğitim, Medya ve Eğlence Endüstrisi (Sinema, Müzik, Futbol vb.)dir.

Ulus devletlerin toplumu Batılılaştırma projeleri; gerek topluma yön veren bazı kanaat önderlerinin direnişi, gerek rüşvet, yolsuzluk, ekonomik sıkıntılar gibi devletin zaafları, gerekse batının özgürlük, eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi şatafatlı kavramların arkasına gizlenmiş sömürgeci ve faşist yüzünün fark edilmesi nedeniyle yeterince başarıya ulaşamadı.

Müslüman toplumlar tüm sekülerleşme dayatmalarına rağmen özlerini tamamen kaybetmediler. İslami değerleri yeniden canlandırmayı ve hakim kılmayı hedefleyen İslami hareketlerin varlığı ve etkisi 1960’lardan itibaren daha çok hissedilmeye başlandı. 1979 İran İslam Devrimi İslami uyanışın zirvesi olarak tezahür etti.

İran İslam Devrimi ile umut ve enerji depolayan İslamcılar birçok İslam ülkesinde iktidar alternatifi haline geldiler. Ancak Amerika işbirlikçisi rejimler ordularını kullanarak İslamcı iktidarların önünü kestiler, kesmeye de devam ediyorlar.

İslam toplumlarını ulus devletler üzerinden sekülerleştirme projesine 1990’lı yıllardan itibaren iletişim ve bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişme damgasını vurdu. Küresel egemenler internet ve uydu yayınları aracılığı ile hiçbir ulusal sınır tanımadan tüm halkların kültürlerini etkileme ve dönüştürme imkanı buldular. Bu son gelişme Müslüman halkların sekülerleşme ivmesinde ciddi bir artışa neden oldu.

Gelinen noktada; devletin tüm kurum ve kuruluşları ile dönüşmesi halinde dahi toplumun kültürel olarak dönüşemeyebileceği gerçeği ile yüzleşiyoruz. Küresel kültür bombardımanı Müslüman halkların kültürel bağımsızlığı önünde ciddi bir bariyer oluşturuyor.

Türkiye Sekülerleşiyor mu?

Osmanlı İmparatorluğu’nun laik bir yapıya sahip olup olmadığı konusundaki tartışmalar hep yapılagelmiştir. Ancak tüm boyutları ile devletin ve toplumun sekülerleştirilmesi projesi cumhuriyet ile gündeme gelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne kadar farklı ivmelerde devam eden bir sekülerleştirme mücadelesi söz konusudur.

Kemalizm; bir yandan devleti dinden arındırırken, diğer yandan toplumu dinden arındırmak adına düşünsel ve pratik her türlü dayatmayı mübah kılan bir çabanın içinde oldu.

Sağ iktidarlar döneminde dahi devletin laik yapısı hiçbir şekilde tartışılamazken, sadece bireysel olarak dinin yaşanması ve bu dünyaya ait siyasal tezi olmayan cemaatlerin varlığı kamusal alanda görünür olmamak kaydıyla özgür bırakıldı.

Erbakan liderliğindeki Milli Görüş Hareketi bir istisna olarak siyasi iktidara talip olduysa da, devleti elinde tutan mekanizmalar tarafından önü kesildi.

Ak Parti’yi diğer sağ partilerden ayıran önemli fark, Milli Görüş Hareketi’nden kopmuş olmasıdır. Ak Parti, devleti siyasi ve ekonomik olarak dönüştürme amacı olmadığını deklare ederek işe başladı. Dindar kesimlerin özgürleşerek kamusal alanda görünür ve etkili olmalarını sağlamayı temel strateji edindi. Bu bağlamda başörtüsü ve imam hatipler gibi problem alanlarında özgürlüklerin önünü açtı.

Ancak gelinen noktada; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz’ söyleminin tersine Cumhuriyet tarihinin en hızlı sekülerleşme sürecine şahit oluyoruz.

Bu dönemde tüm dini sembol ve değerlerin içi boşaltıldı. Başörtülü ancak toplum içinde cazibe merkezi olmak için her tür makyajı ve giysiyi mübah gören, caddelerde ve parklarda flört etmekten sakınmayan kızlarımız bunun en bariz örneklerindendir.

Ak Parti iktidarı, devletin toplumu sekülerleştirmek için kullandığı Eğitim-Medya-Eğlence Endüstrisi aygıtları ile ilgili en ufak bir değişimi/dönüşümü sağlayamadı. Bu aygıtlar eski halleri ile ifsada devam ettiler.

Ayrıca internet ve uydu yayınları aracılığı ile yürütülen küresel kültür empozesi de sekülerleşmenin hızlanmasında önemli rol oynadı.

Tüm bu gelişmeye karşın, hala bazı sosyologların/sosyal bilimcilerin ‘Türkiye dindarlaşıyor’ tezini anlamak hiç mümkün değildir. Bir bilim adamının Türkiye’nin sekülerleştiğini fark etmemesi ancak akıl tutulması ile izah edilebilir.

Türkiye’deki temel sekülerleşme işaretleri şöyle sıralanabilir:

* Evlilik dışı ilişkiler, boşanmalar, flört etme oranlarındaki artış
* Eşcinselliğin meşrulaşması, görünür hale gelmesi
*  Tesettür anlayışının deforme olması
* Faizin normalleşmesi
* Alkol, uyuşturucu, ve teknoloji bağımlılığındaki patlama
* Adillik, dürüstlük, eminlik gibi temel erdemlerdeki çöküş
* Aile kurumunda gözle görülür hale gelen çözülme
* Şiddet olgusunun tüm toplumu sarması
* Suç işleme oranlarındaki artış
* Artan intihar olayları
* Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçların normalleşmesi
* Bireyselleşme eğiliminde artış, paylaşma ve dayanışma eğilimindeki düşüş
* Televizyonlarda en ahlaksız dizilerin ve programların en çok reyting yapar hale gelmeleri
* Yapılan araştırmalarda namaz kılma ve oruç tutma oranlarının düşmesi
* Gösteriş tüketiminin zirve yapması

Türkiye’de son 15 yıldaki hızlı sekülerleşmenin tüm faturası sadece iktidara çıkarılamaz. Birinci derecede iktidar sorumlu olmakla birlikte, İslami sivil toplum kuruluşları da bu gidişte ciddi manada pay sahibidir.

Cemaatler iktidarın arkasında saf tutmak yerine iktidarı dengeleyen ve denetleyen bir misyon üstlenmiş olsalardı, bu denli bir çöküş yaşanmazdı. Cemaatlerin büyük çoğunluğu söz konusu zaafı gösterdiler.

Kanaat önderleri cemaat yapılarını nicelik olarak büyütme adına iktidar ile kol kola girmeyi yeğlediler ve ulusal/küresel boyuttaki toplumu sekülerleştirme faaliyetlerine yeterli direnişi göstermediler.

Seküler ahlakın İslam ahlakının yerine ikame edilmesi çabalarına karşı, hem de teorik hem de pratik düzeyde gösterilen tepkiler çok cılız kaldı.

Kanaat önderleri; sorunun vehametini görerek, yeni neslin ifsadına doğru giden bu yolu acilen kapatmak adına toplumu ve devleti dönüştürmek için öncelikle doğru bir pozisyon almak, sonrasında da yoğun bir mücadele ortaya koymak zorundadır. Aksi takdirde vebal çok ağır olacaktır.

İslami Analiz / Serdar Duman