Teknolojizm

Bugün dünyâda ekonomizmin şişirdiği ve parasallıkla(monetarizm) anılan modeller ile teknolojinin içinde gelen modeller arasındaki ayrışma dikkât çekici bir aşamaya geldi. Hâsılı, bugün içi boşalan ekonomizm ile yükselen teknolojizm bambaşka kulvarlarda ilerliyor. Mesele basit olarak dijital paralar ile dolar arasında değil; düpedüz ekonomizm ile teknolojizm arasında. Dijital teknoloji, artık ekonomiyi modelleyebilen bir kapasite kazanmış durumda. Bu aynı zamanda kapitalizm ile teknoloji arasındaki kopuşa da işâret ediyor. Üretici güçler, üretim tarzından ayrışıyor.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, insanlık büyük bir boşluğun içine düştü. Boşluk -insan ilişkisi tuhaftır. Boşluk, bir taraftan başdöndürücü ve ürkütücüdür. Çünkü alışılagelmiş şeyler artık işlevini kaybetmiştir. Diğer taraftan da bir tazelenme, yenilenme umudu doğurur.

Bu zıtlık içinde baskın olan ikincisidir. Gelişmelerden tedirgin olanlar söylenirler; ama aslında söyleyecek fazlaca bir şeyleri yoktur. Konuşanlar daha çok “fırsatçılar”dır. Çözülen dünyânın içinde o güne kadar baskılanan ne varsa açığa çıkarırlar ve buradan târihsel bir fırsat türetmeye çalışırlar.

1990’larda yaşanan buydu. “Ekonomi”, “teknoloji” ve “kültür” üzerinden olmak üzere başlıca üç açılım alanı türetildi. Her ne kadar ideolojilerin nihâyete erdiği söylense de, bu üç açılım alanının, eski ideolojiler kadar katı görünümlü olmamakla berâber ideolojik bir kıvam tutturduğunu gördük. Ekonomizm, teknolojizm ve kültüralizm, kısa zaman zarfında siyâsal gündemin merkezine oturdu. Ekonomizm ve teknolojizmi Yeni Sağ, kültüralizmi ise Yeni Sol üstlendi.

Arada yaşananları başka yazılarda uzun uzun tartıştık. Tekrar etmeyeceğiz. Ama bugünlere geldiğimizde, gördüğümüz bu üçlüden ayakta kalanın sâdece teknolojizm olduğudur. Teker teker inceleyelim..

Kültüralizmden umulan, siyâseti yeniden tanımlayan bir ölçü hâline gelmesiydi. Kültüralizm cinsiyet, din ve etnik milliyetçilik düzleminde üç filiz verdi. Ümit edilen; modernitenin baskıladığı bu düzlemlerin insanlığı özgürleştiren bir çoğulculuğu inşâ edeceğiydi. Çok yazdık; ama kısaca tekrar edelim, beklenen gerçekleşmedi. Tam tersine, bâzılarının öngörmüş olduğu üzere, gelinen aşama, kültüralizmin bir nevi yeni Ortaçağ’a, geç modern kabile savaşlarına evrilmesini ifâde ediyor. Aslında bu evrilme, dünyâ ekonomisindeki gidişâtın yan tesri olarak tezâhür ediyor. Eğer ekonomizmin ürettiği modeller başarılı olsaydı, belki de Yeni Solun umdukları gerçekleşebilirdi. Zâten dikkât edelim, ekonomik meselelere olan alâkasını neredeyse tamâmen bırakmış olan Yeni Sol, Yeni Sağ ile asla göğüs göğüse çatışmadı. Sanki aralarında örtük bir işbölümü vardı. Mühendislik sicili parlak Yeni Sağ, ekonomiyi başaracak, yâni “alt yapı”yı sağlama alacak; kendileri de yemeğin üzerine kültürel sosları(üst yapı) dökeceklerdi.

Gidişat beklendiği gibi olmadı. Yeni Sağın, neoliberâl temelli ekonomizmi büyük bir çöküş yaşıyor. Bu bir bakıma son derecede tabiî bir netice. Çünkü, kendisini konumlandırdığı yer baştan sakattı. Neoliberalizm kendisini, sosyalist ekonomik modeller karşısında büyük bir zâfer kazanmış gibi görüyordu. Hâlbuki reel sosyalizmin hayata geçirdiği ekonomik model ile liberal ekonomik model arasında temelde bir farklılık yoktu. İdeolojik düzeyde çatışsalar da; bu Marx’ın ideolojiler için söylediği üzere bir “yanılsamaydı”. Her ikisi de sanayi medeniyetine karşılık geliyordu. Her ikisi de birer kapitalist formasyondu. İlki katı devlet mülkiyeti, diğeri yine devletin hayli baskın olduğu karma bir modele dayanıyordu. Neoliberalizme düşen, devleti geri çekerek, serbest piyasayı dört başı ma’mur bir şekilde işletmek olacaktı. Burada gözden kaçan şuydu: Sovyetleri yıkan süreç, aslında kapitalizmin küresel kriziydi. Bu kriz eninde sonunda Batı’nın liberal sistemlerini de vuracaktı. Aslında yıpranan, sermâye ve emek düzleminde verimliliğini kaybeden kapitalizmin bizzât kendisiydi. Neo-liberâl yeni ekonomizm, sözde özgürlükçü serbest piyasa modellemesiyle hantal bulduğu devleti geri çekiyor, sistemin yaralarını finansal şişmeyle telâfî etmeye soyunuyordu. Bu sûretle, başından beri kapitalizmin mâhut çelişkisi olarak duran arz-talep dengesizliği giderilecekti. Yeni Sağın savunduğu teknolojizm ise parasal iş ve işlemlerin akışını sağlayan bir teknolojizmdi. Yâni, Yeni Sağın bagajındaki teknolojizm, ekonomizminin yedeğindeydi.

Ekonomizm târihin tanıklık ettiği en büyük dar görüşlülüklerden birisidir. Nitekim finansal şişmenin geri dönüşüm veyâ çevrim süreçleri 2000’li senelerden itibâren aksamaya başladı. 2008 Krizi, bu aksamaların zirve yaptığı aşama oldu. Bu krizi aşmak adına yapılanlar ise süreci daha da derinleştirdi. Parasal şişmenin doğurduğu sorunları parasal şişmelerle gidermek gibi akıl almaz işlere giriştiler.

Teknolojizm, işte tam da bu noktada ekonomizmden kopmaya başladı. Bugün dünyâda ekonomizmin şişirdiği ve parasallıkla(monetarizm) anılan modeller ile teknolojinin içinde gelen modeller arasındaki ayrışma dikkât çekici bir aşamaya geldi. Hâsılı, bugün içi boşalan ekonomizm ile yükselen teknolojizm bambaşka kulvarlarda ilerliyor. Mesele basit olarak dijital paralar ile dolar arasında değil; düpedüz ekonomizm ile teknolojizm arasında. Dijital teknoloji, artık ekonomiyi modelleyebilen bir kapasite kazanmış durumda. Bu aynı zamanda kapitalizm ile teknoloji arasındaki kopuşa da işâret ediyor. Üretici güçler, üretim tarzından ayrışıyor.

Ama daha vahim olan ise, 1990-2000 arasında gözden düşen ve sermâyenin dışladığı devletlerin geri dönüşü. Bu geri dönüşte devletler teknolojiyi, sermâyeden daha kolay bir şekilde kucaklıyor. Militarizm bu kucaklaşmanın başka adı. Gâliba tehlikeli olan da bu…

Yeni Şafak / Süleyman Seyfi Öğün