Son derece enteresan bir telaş, dudak uçuklatacak kadar hayret verici bir heyecan sarıp sarmalamıştı toplumun geniş kesimlerini. Olabildiğince değişik bir eğlence, adrenalini tavan yaptıracak düzeyde bir macera arayışı olarak da seyrediyor bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girecek olmak. Dini bir bağlamı olmadığı gibi tam karşı pozisyonu ifade ediyor bu arayış, söylem ve pratikler.
Seküler hayat tarzı hiç şüphesiz ana hedef haline getirilen tüketim kültürü üzerinden yeniden yeniden üretiliyor. Ancak seküler hayat tarzının üzerine bina edildiği tüketim kültürünün en öncelikli hedefi paranın/eşyanın değil asıl itibariyle zamanın ve ahlaki değerlerin tüketimidir. Zaman da harcanacak, tüketilecek herhangi bir meta halindedir bu idrak biçiminde. Uzun ve sağlıklı bir ömür için türlü türlü çareler arama istediği de zamanı harcanacak bir meta olmaktan çıkarmamaktadır ne yazık ki.
Hayatı Tüketim Üzerine Kurmak!?
Seküler hayat tarzı elbette asıl itibariyle Âlemleri yaratan, rızık ve lütuflarıyla yaşatan Allah’ın İlah ve Rabb oluşunu inkâra, ihmale veya unutuşa yaslanmaktadır. İyi ama muhafazakâr ve dindar kesimler arasında da günden güne yaygınlaşan, bir alışkanlık veya küçük kaçamaklar şeklinde tezahür eden seküler hayata ilişkin göstergeleri nasıl anlamalı ve tanımlamalıyız? Seküler hayatın cazibesine tereddütle kapılanları, hevesle katılanları, aşkla koşanları kınayarak, ayıplayarak ne anlayabiliriz ne de engelleyebiliriz. Bu sürüklenişi ortaya çıkaran kalbi ve ameli zaafları tespit etmek, bireysel ve toplumsal sapmalara sebep olan dâhili ve harici faktörlere odaklanmak gibi bir mecburiyetimiz var.
Milli Piyango satışlarında neden bu kadar çok artış var? Futbol üzerine loto, toto oynayan, at yarışına ileri düzeyde bağımlı hale gelen bir toplum ve ülkenin istikameti ne yönedir? Kumar, şans oyunları, kolay yoldan çok para kazanma alışkanlığı tembel ve sorumsuz bir topluma işaret ediyor elbette. Ama bu çürüyen toplum modeli de kendiliğinden oluşmuyor. Sanayiye, tarıma, hayvancılığa, ticarete yapılmayan yatırım ve teşvik futbola ve at yarışlarına yapılırsa kumara bağımlılığın artması neden şaşırtıcı olsun ki? Kaldı ki; futbol ve magazin kültürüne mahkûm edilmiş bir toplumda sadece kumar kültürü tırmanışa geçmez. Kumar kültürü içki ve fuhşun, rüşvet ve faizciliğin, dahası putperest kültürün de bir parçasıdır.
Bariz bir biçimde yılbaşı eğlence ve turizmi giderek yaygınlaşıyor. Çünkü içkiye, kumara, fuhşa, rüşvete teşvik eden ideolojik, siyasi ve kültürel bir hegemonya bir asırdır toplumu ipotek altına almış durumda. Bu ipotek altına alış küçük bile olsa hiçbir günah için mazeret olamaz tabii ki. Ancak geniş kitleleri eğitim öğretim yoluyla, haber ve magazin kültürüyle, iktisadi ve siyasi ilişkilerle seküler hayata teşvik eden, sürükleyen, mecbur kılan ayartıcı bir iklimi de kimse inkâra kalkışmasın. Siyaset sporu değil fanatizmi teşvik ettiğini, bu fanatizmin toplumunu akıl ve ahlaktan koparıp her türlü günaha müptela bir güruha dönüştürdüğünü hala anlayabilmiş değil maalesef.
Rüşvete karşı hassasiyet ve mücadele zayıflarsa, iltimas ve usulsüzlük gayet normal bir teamüle dönüşürse tabii ki ‘vatan, millet, Sakarya’ edebiyatının bir parçası olarak Ata/Türkçülük ritüelleri muhafazakâr dindar kesimlerin sığınağı olur. Haram, helal ayrımı yapılmaksızın kazanılıp harcanılan paralarla tatil beldelerinde, AVM’lerde, şatafatlı salonlarda, şöhretli sitelerde tüketim kültürüne boğulanların bunlara rağmen sıratı müstakim üzerinde yaşayabileceğini sanmaları derin bir dalalettir.
Bir Günah Diğerini Teşvik Ediyor
Umreye, Hacca gider gibi coşkuyla Anıtkabir’e gitmek için fırsat kollayan tesettürlü hanımların, sakallı ve gümüş yüzüklü beylerin hangisinde “emri bil maruf, nehyi ani’l münker” için yüz olabilir ki? Kumar ve fala karşı, içki ve fuhşa karşı, iltimas ve rüşvete karşı kesin, net ve açık bir mücadele veremeden “bu toplum neden seküler hayat tarzına doğru hızla kayıyor?” sorusunu sormanın bir anlamı ve faydası olmayacaktır.
Zaman kazanmak, zamana oynamak sermaye sahipleri gibi siyaset ve kültür esnafının da mottosu olmuş sanki. Zamanı kazanmak bir tarafa eriten, zamana oynamak bir tarafa zamanın elinde oyuncağa dönüşen bir muhafazakar-dindar profil üredi ve daha fenası bu şaşkın profil hızla bir modaya dönüştü. Ahlak, fıtrat, sünnet ve İbrahimi gelenek üzerine yaşanan hayatı bütün bir insanlığa yaygınlaştırmak üzere “en hayırlı ümmet olarak” ilan edilmiş Ümmeti Muhammed kısır tartışmaların, pahalı zevklerin ve fakat ucuz duyguların basit bir nesnesine dönüşme riskiyle karşı karşıya maalesef. En çirkin günahları şeytan tarafından kendilerine süslü/cazip gösterilen bir toplumun kopkoyu bir ifsada sürüklenmesi toplumsal bir kaderdir ne yazık ki.
Zaman, insanın en büyük sermayesidir. Zamanın değerini Asr Suresi üzerinden kısaca hatırlamakta fayda olur. Kevser ve Nasr surelerinin yanı sıra Asr suresi Kur’anı Kerim’in ayet sayısı itibariyle en kısa üç suresinden biridir. Mekke’de inen ilk surelerdendir. Mesela İmam Şafii (r.a.) “eğer Kur’an sadece bu sureden ibaret olsaydı insanlık için yine de yeterdi. Eğer insan bu sure üzerine derinlemesine düşünürse, yalnız bu sure onun hidayeti için yeterlidir.” demektedir. Öyle ki Asır suresi Kur’anı Kerim’in oluşturmak istediği insan tipini, mü’min karakterini üç kısa ayette özetleyen şaheser bir hitaptır, çağları aşan bir deklarasyondur. Bu sebeple “Rasullullah’ın (a.s.) ashabından iki kişi birbiriyle görüştüğü zaman, bu sureyi okumadan ayrılmazlardı”. (Taberani)
“Asra yemin olsun ki, bütün insanlar hüsrandadır” ayetlerini ‘hüsran’dan ‘felaha/kurtuluşa’ kavuşturan İlahi prensipleri içeren diğer ayet şöyle takip eder: “Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Allah-u Teâla’nın ‘asr’a yani ‘akıp giden zaman’a yemin etmesini tefsir ederken büyük müfessir Fahreddin Razi “pazarda buz satan bir adamın ‘sermayesi eriyip giden bu şahsa merhamet edin’ diye bağırmasını duyunca Asr suresinin tefsirini anladım” demiştir. Çünkü insana verilen ömür buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın hüsranına neden olur. Hüsran, kayıptır zıddı ise felah yani kurtuluştur, kazanımdır.
Geçmişin muhasebesini yapamayan birey ve toplum geleceğin muhasebesini nasıl yapsın? Zamanı harcamayı, hayat sermayesini bir buz parçası gibi eritmeyi marifet belleyen bu tüketim kültüründen ancak iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye ile kurtulabileceğimizi unutmayalım. Şayet biz unutursak başkalarına hatırlatma hakkımız da yüzümüz de hiç olmaz.
Haksöz Haber / Kenan Alpay