Propoganda İyimserlikleri ve Kâr’lı Kötülükler

Günümüzde de, İslam toplumlarında siyasal/ekonomik/kültürel hayat, her tür pragmatizmi, her tür oportünizmi, her tür sapma, bozulma, tahrif ve ihaneti, sözünü ettiğimiz zihinsel konformizme dayanarak meşrulaştırabiliyor.

İslam dünyası toplumlarında, zihinsel/algısal konformizm, kimi zaman gelenek, kimi zaman muhafazakârlık, kimi zaman sağcılık/milliyetçilik yoluyla, ilgili toplumların/halkların aklını/ bilincini/vicdanını/düşünce ve tefekkür hayatını uyuşturarak, taklit ruhunu derin bir bağımlılığa dönüştürdü. İslam toplumlarında, İslami bilincin maruz kaldığı en büyük yabancılaşma, zihinsel konformizmin etkili bir geleneğe dönüşmesiyle birlikte yaşandı, halen yaşanıyor.

Günümüzde de, İslam toplumlarında siyasal/ekonomik/kültürel hayat, her tür pragmatizmi, her tür oportünizmi, her tür sapma, bozulma, tahrif ve ihaneti, sözünü ettiğimiz zihinsel konformizme dayanarak meşrulaştırabiliyor.

Zihinsel konformizm, duygusal-popülist sömürgeciliklere hayatiyet kazandırdığı için, Müslüman halklar gerçek dünyanın, gerçek tarihin farkına varamıyor, bu nedenle de, dünyayı ve tarihi popülist/oportünist propoganda söylemi yoluyla yorumlamaya çalışıyor. İslam toplumlarında zihinsel konformizm, yerli-milli kabileci-taşralı-mezhepçi kültürle kendisini sınırlandırdığı için, toplumlarımız evrensel etki/yankı/dikkat uyandırabilecek düşünsel/kültürel içerik ve yorum üretemiyor. Yerel akıl, ancak etnik bilinci, taşralı bilinci harekete geçirebiliyor.

Evrensel akıl, bütün bir insanlık için eşsiz bir ilahi bağıştır. Evrensel aklın; sömürgeci/ırkçı ihtiraslar/çıkarlar adına, araçsal akla, ideolojik akla dönüştürülmesiyle birlikte, evrensel akıl ahlakını ve kalbini kaybetti. İdeolojik ve ırkçı bencillikler-dayatmalar, dünyayı, insani bir dünya olmaktan, adil bir dünya olmaktan çıkardı. Günümüz dünyasında ideolojik ve ırkçı cinnet, evrensel vicdana, evrensel merhamete geçit vermiyor.

İdeolojik ve ırkçı cinnet, yeryüzünün bütün insanlığın ortak mülkü olduğu bilincine küstahça meydan okuyor. Ulus-devlet sınırlarını-bencilliklerini takdis eden milliyetçilikler, ortak insanlık bilincini tahfif ve tahkir ediyor. Ortak insanlığı bölen bütün sınırlar ve sınırlandırmalar, ötekilikler icat ederken; insanlar arası iletişimi de imkânsız kılıyor.

Bugün, insanlık, yeni bir toplama kampı çağı ile, teknolojik demir perde çağında yaşıyor. Hemen her ülkede mülksüzleştirilenler, ötekileştirilenler, değersizleştirilenler, hakları ve onurları yok sayılanlar, Propoganda İyimserlikleri ve Kâr’lı Kötülükler insan sayılmayanlar ve insanlığın ortak dünyasından tecrit edilenler için toplama kampları var.

Sömürgeciler, insanlığın ortak dünyasını kendi özel mülkleri gibi algıladıkları için, ideolojik ve ırkçı keyfilikleri sınır tanımıyor. İnsanlık, bütünüyle teknolojik alana kapatıldığı için, sayıların/ rakamların/hesapların hâkimiyeti bütün sözcükleri/fikirleri/anlamları değersizleştiriyor.

Bugünün dünyasının ve tarihinin, tek anti-emperyalist gücü olan aziz İslam, kendilerini İslam’a nisbet eden, basiretsiz ve niteliksiz politik kadroların/iktidarların, siyasal acz ve çaresizlikleri nedeniyle, Siyonist İsrail sömürgeciliğinin siyasal ve ekonomik vesayeti altına girmiş bulunuyor. Hangi nedenle olursa olsun, bir ülkenin Siyonist emperyalizmin vesayetine ihtiyaç duyacak hale gelmesi, ilgili ülkenin gizli bir sömürge olması anlamını taşır.

Modern zamanlarda Musevilik ve Hıristiyanlık kapitalizmle, kapitalist hayat tarzıyla uzlaşmıştı, şimdi de; kendilerini muhafazakâr-din’dar olarak tanımlayan kesimler kapitalizmle, kapitalist hayat ve tüketim tarzıyla bütünleşen tercihlerde bulunuyor. Müstehcenlik ve cinsel çeşitlilik neoliberal ve kapitalist evrenselliğin/diktatörlüğün ideolojik dayatmasıyla; kendi bağımsızlıklarını tamamlayamayan, kendi dünya görüşlerine ve hayat tarzlarına özgürlük kazandıramayan vesayet altındaki toplumlara nüfuz ediyor, bu toplumları bir şekilde dönüştürüyor.

Müstehcenlik ve cinsel çeşitlilikle yasaklar koyarak mücadele edilemeyeceğini bilmek ve anlamak gerekiyor. Kapitalist-neoliberal hayat tarzıyla bir şekilde uzlaşan ve bütünleşen toplumlarda gerçek dindarlıklar imkânsız hale geldiği için, propoganda ve manipülasyon dindarlıkları, araçsal dindarlıklar, yasaklar dindarlıkları toplumsallaşıyor, siyasallaşıyor.

Araçsal dindarlıklar, yasaklar dindarlığı yayıldıkça/yoğunlaştıkça, seküler tepkiler ve infialle birlikte müstehcenlikler de aynı ölçüde somutlaşıyor, yayılıyor. Hırsızların hırsızlıklarını/yolsuzluklarını ‘‘takva’’ ve ‘‘zühd’’ gösterileriyle maskeledikleri, maskeleyebildikleri çok tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Bugün, narsistik ihtiraslara, ‘‘kutlu dava’’ şemsiyesi altında, duygusal sömürgecilik aracılığıyla ulaşılıyor.

Allah’ın (c.c.) muazzez ve mübarek din’i İslam ticari bir ürüne dönüştürülüyor. Bayağı ve kirli oportünizmler, farklı düşünen kesimlerin birbirlerini katı ve soğuk klişeler içerisine hapsetmeleri sonucunu doğuruyor. Bu katı ve soğuk klişeler, toplumda bir nefret kültürü oluşturuyor. İslam toplumlarında cemaat-parti narsisizmleri-bencillikleri-ayrıcalıkları, bütün ortak umutları paramparça ediyor. Hayatın finansallaşması, teknikleşmesi ve yapay hale gelmesi nedeniyle her alanda telafi edilmesi mümkün olmayan nitelik kayıpları yaşanıyor. Hemen her toplumda güvenlik mülahazalarıyla bütün hak ve özgürlükler ayaklar altına alınabiliyor.

Bütün toplumlar güvenlik toplumlarına dönüşüyor. Hayatlarımıza hâkim olan araçsallıklar ve teknikleşme, ruhumuzu/kalbimizi çürütüyor. İktidar ve çıkar ihtirasları ahlaki körleşmeyi derinleştiriyor. Çok kirli ve çok bayağı popülizmlerden ve oportünizmlerden, kendilerini muhafazakâr/dindar olarak tanımlayan kesimler rahatsız olmuyor.

İslami düşünce/ kültür/ilahiyat hayatı, ahlaki çürüme ve körlüğü, kamusal gündeme taşıyamıyor. Hayatımızın her alanında belirleyici hale gelen düşük standartlar hiçbir şekilde sorgulama konusu yapılamıyor.

İslam toplumlarında, düşünce/kültür/edebiyat/ ilahiyat hayatı, yüzlerce yıldan bu yana, bütünüyle yıkılan, darmadağın olan, muhteşem İslam yapısının nasıl/neden yıkıldığını, bu muhteşem yapının yeniden nasıl kurulabileceğini, inşa edilebileceğini konuşmak-tartışmak, bu doğrultuda çok kapsamlı sorumluluklar almak, çalışmalar yapmak yerine, bina’nın kitabesinde ne yazdığını, okumaya, anlamaya, tekrar etmeye çalışıyor, bu doğrultuda İçerisinde bulunduğumuz dönemde İslam toplumları, Türkiye’de de, yakından takip edilebileceği üzere, anlam/ değer/ilke/ fikir/bilgelik/ nitelik üretmek yerine, yalnızca propoganda üretiyor. Bütün propoganda etkinlikleri, din’i motifler araçsallaştırılarak sürdürülüyor.

Entelektüel-tarihsel çözümlemeler ve özeleştiri yapmıyor, yapamıyor. Yerli-milli-romantik bir tarih yaklaşımıyla büyülenmek, Müslüman halkları gerçek tarihe yabancılaştırıyor. Yerli-milli-romantik tarih yaklaşımları, bencil yorumlar ürettikleri için kapsayıcı olamıyor.

Yerli-milli-romantik yorumların yükselişi sebebiyle, yeni/bağımsız/İslami bütünü temsil eden bir düşünce sistemi oluşturulamıyor. Evrensel ahlaki akıl bütün insanlıkla iletişim kurmamızı sağlayabilir, ancak, etno-milliyetçi akıl’la sadece yerli-milli alanlara hitap edilebilir.

Günümüzde, ırkçılıklar, tahakküm ve çıkar ihtirasları, çıkarcı akıl, çıkarcı düşünce ve çıkarcı ahlak, ortak insanlık ahlakını ve bilincini imkânsız hale getiriyor.

Modern tarihin son yüzyıllarında en kapsamlı terör eylemleri, bütün zayıf ve güçsüz halkları/ kültürleri yıkıma uğratan emperyalist/sömürgeci terördü.

Emperyalist terör, özellikle Müslüman halkları gereksiz/faydasız halklar olarak gördü.

Sınırsız yıkım ve kötülük gücüne sahip kibirli ve küstah emperyalist güç, büyük kötülük/barbarlık gösterileriyle Filistin’i, Afganistan’ı, Irak ve Suriye’yi, Libya vb. cehenneme çevirdi. Bugün, hiç kimse, İsrail’in nasıl bağımsız bir siyasal iradeyi temsil ettiğini, Ortadoğu ülkelerinin hangi mülahazalarla, hangi gerekçelerle İsrail’in siyasal vesayetine ihtiyaç duyduklarını itiraf ’a cesaret edemiyor.

Aynı şekilde, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, Aydınlanma aklının ve ideallerinin, ‘‘beyaz adam’ın’’ tarihinin, hayat tarzının, kültür ve uygarlığının, nasıl bir tahakküm ve sömürü projesine dönüştürüldüğünü de eleştirel bir tartışma konusu yapamıyor.

Sömürgeci-ideolojik evrenselcilik ırksal ve kültürel farklılıklar/karşıtlıklar icat ederek/üreterek ortak insanlık hassasiyetini de yıkıma uğrattı.

Modern araçsal akılcılık, ideolojik akılcılık, modern bütün kötülükleri, ırkçılıkları, sömürgecilikleri, soykırımları vb. haklılaştırabilmiştir, bugün de, bütün modern kötülükler haklılaştırılabilmektedir. Bugünün dünyası, özellikle mülteciler için, yersiz-yurtsuzlar için, küresel olağanüstü halin, küresel gözetimin eksiksiz uygulandığı, mülteciler, yersiz-yurtsuzların elektronik ve dijital akıl yoluyla insani olmayan kontrollere, baskılara, şiddete maruz bırakıldığı bir dünya halini almıştır. İçerisinde bulunduğumuz dönemde İslam toplumları, Türkiye’de de, yakından takip edilebileceği üzere, anlam/değer/ilke/fikir/bilgelik/nitelik üretmek yerine, yalnızca propoganda üretiyor. Bütün propoganda etkinlikleri, din’i motifler araçsallaştırılarak sürdürülüyor. Her propoganda etkinliği, yapaylık/sahtelik/bencillik ve dışlayıcılıkla malûl’ dür.

Her propoganda gerçeğe, içtenliğe, sahiciliğe, derinliğe yabancılaştırır. Günümüzde İslam toplumları ne yazık ki, propoganda iyimserlikleri ile, romantik yanılsamalarla avunuyor. Müslüman halkların bütün umutları hayâsızca sömürgeleştirildiği için, halklar neyi, nasıl düşüneceklerini, neyi nasıl yorumlayacaklarını bilmiyor. İslami değerler, anlamlar, bilgelikler bütün etnik çıkarların, iktidar çıkarlarının üzerindedir.

Neoliberal hayat tarzı tarafından meşrulaştırılan bencillik, açgözlülük ve lüks tüketimi, muhafazakâr kesimler tarafından da, bugün içselleştirilmiş bulunuyor.

Ahlak’ın, vicdanın, merhametin, sadeliğin, adaletin olmadığı bir yerde, İslam’dan söz etmek, İslam’a vurgu yapmak, İslam’ı kimi ucuz sloganlara hapsetmek, İslam’ın enkazından söz etmekten farksızdır. Kime yönelik olursa olsun, her haksızlık-adaletsizlik çok büyük bir zulüm’dür.

Alışkanlıklar, tekdüzelikler, bencillikler, kolaycılıklar da entelektüel körlüğe neden olabilir. Hep geçmişle ilgilenen bir zihnin ve kalbin ileri’yi, geleceği görmesi mümkün olamaz.

Kültürsüz bir toplum, hiç bir özgün tahayyül ve tasavvur oluşturamaz. Eleştirel akıl ve iradeden yoksun olan toplumlar, muhakeme yeteneğine sahip olmayan toplumlar, karşı karşıya bulundukları sorunlarla yüzleşemezler, bugün de somut olarak görülebileceği üzere, bu sorunlarla birlikte yaşamaya devam ederler. Zihinsel konformizmi, geleneğe sadakat-bağlılık olarak kutsayan bir zihin, varoluşsal/tarihsel meselelerle ilgili, entelektüel yoğunluklara ve dikkate yabancıdır.

İktidar çıkarları adına üretilen propoganda ve manipülasyon söylemini içselleştiren bir toplum hiç bir haksızlığı, adaletsizliği sorgulama konusu yapamaz. Bu tür toplumlar, kâr’lı ve kazançlı kötülükler karşısında sessizliği seçer. İslam toplumlarında halklar-kitleler duygusal sömürgecilikler ve hamaset edebiyatı aracılığıyla aptallaştırıldıkları için, kendi siyasal varlıklarını ve mevcudiyetlerini belirleme iradesine sahip olmayan ülkelerinin, siyasal ve ekonomik bağlamda Siyonist İsrail sömürgeciliğinin vesayetini kabul etmelerinin ne kadar utanç verici bir gelişme olduğunu fark etmiyor. Toplumlarımızda yaşanan ahlaki ve entelektüel çölleşme sebebiyle hiç bir kâr’lı kötülük sorgulanmıyor.

Evrensel zihinlere, evrensel eleştirel akla ve düşünürlere, eleştirel filozoflara, eleştirel bilgelere sahip olmayan toplumlar, her tür sömürgeci, milliyetçi, otoriter/popülist dayatma karşısında teslimiyetçiliği seçer. Bütün teslimiyetçilikler, her alanda özgürleşmeyi imkânsız kılar.

Ahlaki–entelektüel kayıtsızlığı, sorumsuzluğu ve sessizliği seçen toplumlar için gelecek ve umut yoktur. Ancak propogandacı yetiştiren, entelektüel/kültürel etki, etkinlik/eylem/anlam/ içerik/bilgelik üretemeyen toplumlar bugün, hamaset-menkıbe-nostalji edebiyatına tutunarak hayatta kalmaya çalışıyor.

Hangi toplumda olursa olsun, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, toplumu hiç bir ahlaki ve entelektüel etki bırakmadan, hiç bir ahlaki entelektüel değişim/dönüşüm iklimi/ ortamı oluşturmadan, kültürsüzlükte liderliği sürdürerek, yerli-milli hamaset-menkıbe-propoganda söylemi ile yönetmek, bütün bir hayatı sıfır dereceye indirgemek anlamı taşır.

İçerisinde yaşadığımız toplumda, seküler kesimler ideolojik propoganda kültürünü tüketirken; muhafazakâr/ dindar kesimler de, popülist propoganda kültürü ile romantik fanteziler tüketiyor. Her iki kesim de, yenilenmeye bütünüyle kapalı düşünce-yorum sistemlerini temsil ediyor. Toplumlarımızda iktidarlar, halkları, düşüncesiz ve akılsız sadakatlere güvenerek, hamaset edebiyatıyla kontrol edebiliyor.

Geleneğin otoritesinin belirleyici olduğu toplumlarda, hiç bir şekilde yeni başlangıçlar, yeni çözümlemeler ve yeni inşa’lar gerçekleştirilemiyor.

Duygusal sömürgecilik ve tahakküm altında bulunan, teslimiyetçilikleri kutsal bir geleneğe dönüştüren halklar, kendi varoluşlarını belirleyemiyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar sebebiyle, toplumlarımızda, iktidarlar politik eleştirilerden muaf tutuluyor. Bir diğer yanda da, sosyal medya bütün insani ilişkileri, sosyal-toplumsal-kültürel ilişkileri yozlaştırıyor, bayağılaştırıyor, değersizleştiriyor.

Sosyal medyanın sansasyonel içeriği, ideolojik içeriği, propoganda ve dezenformasyona dayalı içeriği düşünce ve kültür hayatını kirletiyor. Sosyal medya’da lâubâlilik ve sorumsuzlukla keyfilik sınır tanımıyor.

Rövanşist siyasal popülizmin hâkim olduğu toplumlarda Türkiye’de de, tartışma gündemi, insanın/toplumun/kültürün yararı doğrultusunda değil, partinin/iktidarın çıkarını esas alan tartışmalar doğrultusunda belirleniyor. İslami düşünce hayatının evrensel bilinç için, etkili olabilecek sözcükler/fikirler/tahayyüller/sorumluluklar üretebilmesi için, hem sosyal medya alanlarından/lâubâliliklerinden/sorumsuzluklarından uzaklaşması, hem de, popülizmleri, oportünizmleri, hamaset edebiyatını bozguna uğratabilecek entelektüel niteliklere sahip olmaya çalışması gerekiyor.

İktidarların yanında hizalanmak, entelektüel-eleştirel özgürlüklerden/bağımsızlıklardan feragat etmeyi gerektirir.

Sömürgeci-ırkçı-zalim İsrail rejimi karşısında yaşanan utanç verici teslimiyetçilikler, somut olarak ortada dururken, hiç kimse, bağımsız bir siyasal iradeden, özgür siyasal tercihlerden, İslami onur’dan söz edemez, hiç kimseye ahlak, insanlık ve siyaset dersi veremez.

Resmi değerlerle-algılarla sınırlı zihin dünyalarının bağımsız-eleştirel entelektüel ufuklar açması düşünülemez. Çok aziz ve mükerrem İslam’ı, bir taşra kültürüne, daha doğru bir ifade ile, taşra kültürsüzlüğüne ve taşralı politik kadroların/iktidarların dar ufuklarına, benmerkezci ufuklarına, ya da, ufuksuzluklarına hapsetmekten daha büyük bir sorumsuzluk ve keyfilik olamaz.

Taşra kültürü, Müslüman bireylerin kendi bilinçleriyle hareket etmelerine, İslam toplumlarında geleneğin kurumsallaşması, yanlış başlangıçları, yanlış gelenekleri, keyfi yorumları, keyfi ekleme-çıkarmaları, eksiltmeleri de kurumsallaştırıyor. Sözünü ettiğimiz kurumsallaşma dokunulmaz kılınınca, eleştirel duyarlılık ve sorumluluktan söz edilemez oluyor.

Kendi bilinçleriyle tercihte bulunmalarına, seçme iradesine sahip olmalarına engel olan zihinsel bir bağımlılık oluşturuyor. Bu bağımlılık sebebiyle de, birey ya da toplum bilinçli/kararlı/tutarlı bir tercih yerine, propoganda yoluyla kendisine dayatılan tercihlere mahkûm ediliyor. İslam toplumlarında; bağnazlıklar, bencillikler, benmerkezcilikler, önyargılar, fanatizmler, etnik karşıtlıklar, mezhep ve hizip karşıtlıkları, liderperestlikler ve kibir, zihinsel hapishaneler oluşturuyor, bütün bu hapishaneler, İslami özgürlüğe giden bütün yolları barbarca kapatıyor.

Alışkanlıklar, geleneği/göreneği tahkim eden her taşralı kültür, değişimi, yenilenmeyi ve yeniden başlamayı imkânsız kılıyor. Her bencillik ve önyargı, İslami dayanışma ahlakına, bilincine ve sorumluluğuna karşı, ahlaksız bir kayıtsızlık sergiliyor.

Ahlaksız kayıtsızlıklar sebebiyle, İslam toplumları her durumda güçlü’lerin, kötü’lerin iradelerine boyun eğiyor. Müslüman topluluklar, İslami cemaatler adı altında İslami olmayan patolojik bencillikleri, bağnazlıkları, önyargıları, istisnailik ve üstünlük iddialarını terkedemedikleri için, geleneğe rağmen, geleneğe karşı yeni bir dil-düşünce-bilinç oluşturulamıyor. Sömürgeci dünya düzenine karşı hiç bir özgün bağımsız tasarım üzerinde çalışılmıyor.

Hiç kimse statüko ile hesaplaşmayı, konformizmle hesaplaşmayı düşünmüyor. Kendilerini İslami cemaat olarak tanımlayan kapalı topluluklar, sadece kendi mensuplarına karşı sorumluluk aldıkları için, toplumsal sorumluluklar almıyor.

Sözünü ettiğimiz kapalı topluluklarda, topluluk mensuplarına, soru sormadan, eleştiri ve sorgulama yapmadan, topluluk otoritesine nasıl tabii olunacağı öğretiliyor. İslam toplumlarında geleneğin kurumsallaşması, yanlış başlangıçları, yanlış gelenekleri, keyfi yorumları, keyfi ekleme-çıkarmaları, eksiltmeleri de kurumsallaştırıyor. Sözünü ettiğimiz kurumsallaşma dokunulmaz kılınınca, eleştirel duyarlılık ve sorumluluktan söz edilemez oluyor.

Geleneğin din’e dönüştürülmesiyle birlikte; özgünlüğün, bütünlüğün ve hakikat bilincinin kaybı da, bir şekilde meşrulaştırılmış oluyor.

Müslüman halklar, yüzyıllardır, her şeyin bir gün yeniden ve kendiliğinden iyi olacağı, yapısal sorunların kendiliğinden aşılabileceği yönünde, uzlaşmacı umutlar içerisinde yaşadılar; bu nedenle de; her şeyin, ancak, bilinçli, kararlı, sorumlu, içtenlikli, nitelikli, büyük ve kapsamlı dayanışmalar temelinde gerçekleştirilebilecek yoğun mücadelelerle iyileştirilebileceğine ilişkin gerçek umutlara ve gerçek farkındalıklara ihtiyaç duymadılar.

İslam’ın barbarca ve zalimce vulgarize edilmesi, Müslüman halkların uzlaşmacı umutlarla bütünleşmesi sonucunu doğurdu. Günümüzde, İslami düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatının konformist-geleneksel-yerli/milli söylemin ve iktidar alanının içinden konuşmaya-yazmaya devam etmesi de, bu uzlaşmacı umutlarla yakından ilgilidir.

Uzlaşmacı umutları sistematik bir biçimde yaşatan edilgen kültür, hakikatin sorumluluğunu taşıyabilecek bir iradeye sahip olmadığı için böyle hareket eder. Uzlaşmacı umutlarla yaşanan hayatlar, düşünmeyi öğrenmeden yaşanan ve tüketilen hayatlardır.

Çok aziz İslam’ın keyfi bir biçimde vulgarize edilmesiyle birlikte, İslam algısının, İslami bütünlük algısının, ümmet algısının, tarih ve dünya algısının, kesintiye uğratıldığını bilmek hayati önemi olan bir konudur. Günümüzde insanlık küresel hayat tarzının tekdüzeleştiği, sosyal ilişkilerin nesneleştirildiği bir dünyada yaşıyor.

Maddi varoluş söz konusu olduğunda, seküler-liberal kesimlerle, muhafazakâr-dindar kesimler arasında hiç bir farklı tercih yaşanmadığını görmek gerekir.

Seküler-liberal kesimleri de, muhafazakâr-dindar kesimleri de, tapınılan nesnelerin büyülü dünyası etkiliyor, cezbediyor ve dönüştürüyor.

İslam’ın barbarca ve zalimce vulgarize edilmesi, Müslüman halkları İslami temellerden, ilkelerden, değerlerden ve bütünlükten uzaklaştırıyor.

Bu nedenledir ki, bugün, muhafazakâr/sağ popülizm ahlaki temeli olmayan tercihler yapabiliyor.

İslami umutlar, gerçeklerin bütün boyutlarıyla farkına vardığımızda, yapılabilecek şeyleri yapmak üzere hemen harekete geçerek sorumluluk aldığımızda, hayati/yapısal/kronik sorunlarla yüzleşmeye başladığımızda, varoluşsal sorgulamalara cesaret ettiğimizde, yeni imkânlar üzerinde yoğunlaştığımızda başlayabilir.

Hamasete yaslanmanın kendini kandırmaktan başka bir işe yaramadığını bilmek/anlamak gerekir.

İktibas Dergisi