‘Nobel Ödülü’ Bizim Neyimiz Olur?

Bir Müslümanı diğer insanlardan ayıran bir fark da “Nobel’i almak mutlak kötüdür” diyebilmesidir. Zira Nobel organizatörleri ve savunucuları, "son bir yılda insanlığa katkı sağlayacak eserlerin ve icraatların sahiplerini" taltif ederek yeryüzünde bir ıslah ve imar çalışmasına imza attıklarını iddia etse de; ifsad, karmaşa ve zulümden öteye gitmeyen bir kurmaca söz konusudur.

Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar?

Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.

Nisâ Suresi 139. Ayet

Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde:

‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.

Bakara Suresi 11. Ayet

Batılıların Doğu toplumlarını kendi güç/iktidarları için eskiden beri sınıflandırmaya tâbi tuttukları bilinen bir gerçektir. Batı oryantalizmi kendi tanımladığı sûnî ‘doğu’ imajı ile; medenî, ilerici, rasyonel, modern, girişken ve iktidar sahibi bir toplumun tam zıttı yakıştırmasını (gerici, edilgen, zayıf, barbar, geleneksel, feodal, fakir ve irrasyonel) ‘doğu toplumları’ için yaptı. Batılıların Nobel ödülünü de, özellikle, ait oldukları toplumları eleştiren yazarlara vermeleri, salt oryantalist metinleri/düşünceleri/eylemleri ödüllendirmeleri tam da dünya halklarını bu sınıflandırma/ayrıma tâbi tutabilmek için geliştirilmiş yarayışlı bir aygıttır. Esasında Nobel dışında; Oscar ödülleri, olimpiyat ödülleri, Grammy ödülleri, Emmy ödülleri, Britt ödülleri, BAFTA ödülleri, yılın sporcusu ve yılın sanatçısı türünden ödüller, Forbes, Economist, Times, Fortune gibi dergiler tarafından yayımlanan ‘en iyiler’ listelerinin tamamı bu aygıtlar arasındadır. Amaçları ortaktır. Prof. Dr. Bengül Güngörmez’in deyimi ile, “Nobel ödülünün ideolojik arka planı bizi Doğu-Batı meselesine, oryantalizm meselesine, daha doğru bir deyişle de Avrupa merkezciliğe götürmelidir.” Bu yüzden, geçtiğimiz aylarda Bangladeş’te Muhammed Han Yunus ile ve önceki yıllarda Aziz Sancar ile Türk halkının gündemine giren Nobel ödülleri, (taşıdığı misyon ve icra etiği işlevler açısından) Müslüman bireyler için çok da ehemmiyetsiz bir konu gibi durmuyor. Tabii burada ödüllere bizatihi bir kıymet vermekten bahsetmiyoruz. Burada kastettiğimiz önem, bu ödüllerin Mümin bedenler için -Dünya’daki genel kabulün aksine- iyi huylu değil, kötü huylu bir tümör mesabesinde olmasından, taşıdığı misyonun tehlikesinden kaynaklıdır. Dolayısı ile, artık popülaritesi kendisini aşmış durumdaki bu truva atını yakından tanımak elzemdir.

Nobel Ödülleri Nedir?

1896 yılında ölen İsveçli kimyager ve mühendis Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine, ilki bundan tam 122 yıl önce verilmeye başlanan ve her yıl Alfred’in ölüm tarihi olan 10 Aralık tarihinde verilen Nobel ödülleri, son bir yıl içerisinde uluslararası anlamda insanlığa güya büyük katkı sağlayacak eser ve icatların sahiplerinin başarılarını takdir etmek adına verilmektedir. Alfred, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve 33.200.000 kronunun her yıl insanlığa hizmette(!) bulunanlara sunulmasını istemiştir. Tabii bu hizmetlerin niteliğini ve kimlerin işine yaradığını biraz sonra okuyacaksınız.

İsveç Akademisi tarafından akademik başarıları desteklemek adına verilen ve dünya çapında en prestijli(!) olarak nam saldırılan ödüllerin ilk fonlaması, servetinin çoğunu ölümünde Nobel Vakfı’na bağışlayan Alfred Nobel tarafından sağlandı. Nobel Ödüllerinin verildiği kategoriler yıllar içerisinde çeşitlenmiş olup, günümüzde toplam altı dalda verilmektedir. Başlıca Nobel ödülü kategorileri; 1. Nobel Edebiyat Ödülü, 2. Nobel Ekonomi Ödülü, 3. Nobel Fizik Ödülü, 4. Nobel Tıp Ödülü, 5. Nobel Kimya Ödülü ve 6. Nobel Barış Ödülü’dür. Ekonomi ödülü 1969 yılından beri İsveç Merkez Bankası (Sveriges Riksbank) tarafından A. Nobel anısına verilir.

Her bir ödülü farklı komite teslim etmektedir. Ödüller, İsveç Kraliyet Akademisi (Fizik ve Kimya), Stokholm Karolinska Enstitüsü (Tıp veya Fizyoloji) ve İsveç Akademisi (Edebiyat) tarafından seçilen adaylara Stockholm’de verilir. Nobel Barış Ödülleri kazananları ise, Norveç Parlamentosu’nun seçmiş olduğu beş kişiden oluşan jüri tarafından belirleniyor ve ödül Oslo’da veriliyor. Barış ödülü için Oslo’nun seçilmesi dikkat çekicidir.

Ödüle siz kendiniz aday olamıyorsunuz. Uluslararası Hukuk Enstitüsü üyeleri, Norveç Nobel Komitesi eski ve mevcut üyeleri, Lahey Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Daimi Tahkim Mahkemesi üyeleri, üniversite profesörleri, rektörleri, direktörleri ve enstitü müdürleri, Nobel Barış Ödülü almaya hak kazanan kurumların yönetim kurulu üyeleri, mevcut yönetimdeki devlet başkanları, kabine üyeleri ve bakanlar, ödül için aday gösterebiliyor/tavsiye edebiliyor. Nobel Vakfı, aday gösterilen isimlerin 50 yıl boyunca açıklanmasına izin vermiyor.[1] Her ödülü en fazla üç kişi kazanabiliyor.

11 milyon İsveç kronu (990.000 dolar) tutarında nakit ödül, birden fazla kazanan olması halinde kazananlar arasında paylaştırılıyor. Bir ödülü en fazla üç aday bölüşebiliyor. Ödülü kazananın parayı alabilmesi için de konferans vermesi gerekiyor. Bu da ödülün tanıtımı ve genç dimağların zihinlerine derç edilmesinde büyük rol oynuyor.

Alfred Bernhard Nobel Kimdir?

Barış ödülü isminin seçildiği ödüller ile ilgili ilk garabet, daha mûsîsinin ve onun ailesinin hayatından başlamaktadır. 1833 yılında dünyaya gelen Alfred’in ailesi 1837’de Finlandiya’ya, 1842 yılında ise Sankt-Peterburg’a taşınır. Alfred Nobel özel öğretmenler tarafından eğitilir. Doğa bilimleri, dil ve edebiyat alanlarına yoğunlaşır. 17 yaşına geldiğinde İsveççe, Rusça, Fransızca, İngilizce ve Almancayı akıcı bir şekilde konuşabilmektedir. Fizik ve kimyanın yanı sıra İngiliz edebiyatı ve şiire de meraklıdır. Kimya mühendisi olmak için iki yıllığına İsveç, Almanya, Fransa ve ABD’de bulunan Alfred, hocası Ascanio Sobrero’nun kullanımına karşı çıkmasına rağmen nitrogliserin ile özel olarak ilgilenmekte ve birkaç kez patlama ve ölümlerle sonuçlanan çalışmalar yapmaktadır.

Rus ordusu için silah üreten bir silah tüccarı olan zengin babası Immanuel Nobel’in işlerinin kötü gitmesi üzerine Stockholm’e geri dönen Alfred’in, bir çalışmasında kardeşi Emil ile birlikte dört kişinin hayatını kaybetmesine sebep olması üzerine, Stockholm sınırlarında çalışması yasaklanır. Gördüğünüz gibi ‘barış’a olan tutkusunu silah tüccarı babasından alan Alfred, 1864 yılında (yine barışa olan müthiş tutkusundan olacak) ‘dinamit’ gibi müthiş(!) bir icadını ve patenti alınmış 355 ürünü keşfeder. 1865 yılında dinamit fabrikasını kurar. İsveç’in dünyaca ünlü savunma sanayi şirketi Bofors’u[2] satın alır. Herhalde kendisini basit bir kimyager ve bilim insanı olarak tanıtanlara, dinamitten (yani insanların ölümünden) nasıl da para kazanıldığını, 20 ülkede kurduğu 92 fabrika ile[3] göstermiş olmaktadır. 1877 yılında Balistit[4] adlı yeni bir barutu keşfeden kimyager Alfred, 1879 yılında da barışa katkısını devam ettirir(!) ve dumansız barut adını verdiği ‘itici barut’u[5] artık piyasaya sokar. Bu icatlar 1161 yılında barutun icadından sonra belki de insanoğlunun tuğyanda zirvesi gelişmeler olarak tarihte yerini alacaktır.

Nobel Barış ödülleri, Berlin‘deki Yahudi Soykırım Müzesi‘nde Yahudi asıllı olarak kimliği açıklanan ünlü kimyagerin vicdan azabıdır. Eli kanlı bu kimyager, dinamitin icadı ile yeryüzünün yıkımını ve hüsranını hızlandırmıştır. Ölene kadar bunun suçluluğunu hissettiği söylenmekte ve öldüğü zannedilen bir olayda gazetelerin “Ölüm taciri öldü! (Le marchand de la mort est mort)” manşeti ile çıktığı bilinmektedir. Esasında kardeşi ölmüş olsa da, bu manşet o dönem kamuoyunda Alfred hakkında hissedilenlerin dışavurumudur. Bu ölüm taciri, ölümünden sonra artık ‘ödül taciri’dir.

Kimlere Verilmiştir? Kimlere Verilememiştir?

Nobelpeace.org verilerine göre 1901-2022 yılları arasında Nobel Ödülleri ve Alfred Nobel Anısına Sveriges Riksbank İktisadi Bilimler Ödülü, 989 kişi ve kuruluşa, 615 kez verildi. Bazıları birden fazla kez Nobel Ödülü aldığı için toplamda 954 kişi ve 27 kuruluş ödülün sahibi oldu.

Nobel ödülleri 63 kez bir kadına verildi. Fransız bilimci Marie Curie de bunlar arasında. Curie 1903’te fizik, 1911’de kimya dalında bu ödülü alarak iki Nobel ödüllü ilk kadın oluyor. Anlayacağınız, Avrupa’da verilen ‘Marie Curie’ burslarına, kültürlerini koruyarak kendi ödüllendirdikleri kimyagerin adını veriyorlar.

Onuruyla ödülü almayı reddeden sadece iki kişi olmuştur. Bunlardan ilki olan ve hayatı boyunca tüm resmî ödülleri almayı reddeden Fransız yazar Jean-Paul Sartre, 1964’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü de geri çevirmiştir. İkinci olarak da, 1973’te Vietnam barışına yaptıkları katkıdan dolayı ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte ödül aldığı açıklanan Vietnam Başbakanı Le Duc Tho, ülkesinin içinde bulunduğu savaş durumunu ve Kissinger’ın ateşkesi ihlal etmesini sebep göstererek ödülü reddetmiştir. Bunun dışında Almanya Adolf Hitler hükümeti, Richard Kuhn (Kimya, 1938), Adolf Butenandt (Kimya, 1939) ve Gerhard Domagk’ın (Fizyoloji-Tıp, 1939) ödüllerini almasını zorla engellemiş, izin vermemiştir.

Özellikle Nobel barış ödüllerinin, Batı aklı ve Yahudi lobisi tarafından askeri olarak müdahalede bulunulamayan, hedefledikleri kargaşayı çıkartmak için henüz gerekli altyapıyı oluşturamadıkları (Çin, İran, Rusya, Kenya, Bangladeş, Filistin, Arjantin, Hindistan, Kore…vb.) ülkelerde veya Siyonistlerin sadık kulu olarak kendilerine biçilen misyonu bihakkın yerine getiren (ABD, İsrail, Mısır, Kanada, Almanya, İngiltere, İrlanda, Fransa uyruklu) aktivist, siyaset adamı ve yazarlara veya kuruluşlara verildiği görülmektedir.

Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz birçok kategoride ödül verilmesine rağmen, siyasi manevra kabiliyeti en yüksek olan edebiyat ve barış alanında verilen ödüllerin kimlere gittiği, (yazımızın amacı gereği) bizim daha öncelikli konumuz. Bu minvalde, söz konusu isimlere göz atacak olursak; 1952 yılında İsrail’in Washington Büyükelçisi Abba Eban’dan aldığı mektupla kendisine İsrail’in 2. Cumhurbaşkanı olma şerefi(!) teklif edilen, 1929’da kendisini “keskin bir Siyonist fikri müdafii” olarak tanımlayan, bir toplantıda muhataplarına “10 yıl önce, ilk kez, Siyonist gaye adına size hitap etme hazzını tadarken…” şeklinde hitap etmeyi kendisine borç bilen ve 1938 yılında “Siyonizm’e borcumuz” adlı bir konuşması ile gündeme gelmiş Albert Einstein’ın, 1921 yılında aldığı Nobel fizik ödülü ile dikkatimizi çeken ilk meşhurlar arasında olduğunu görebiliriz.[6] Evet, doğru! Şu tüm ilköğretim okullarının ders kitaplarındaki bilim kahramanından söz ediyoruz.

  1. Dünya Savaşı’nda Fransız ordusu için uçak motoru ve cephane üreten ve II. Dünya savaşı sonrası işgalci Alman birlikleri ile işbirliği yapmaktan yargılanan Renault otomobillerinin kurucusu Louis Renault da, 1907 yılında (her nasılsa) ‘dünya barışı’ için çalışmalarından ötürü Nobel barış ödülüne layık görülmüş.
  2. Dünya Savaşı’ndan sonra hazırladığı Marshall Planı ile, Türkiye gibi gelişmemiş bir ülkenin ‘Sovyet tehdidi’ bahanesiyle Batı kampına alınmasında önemli rol oynayan ve devamında Fulbright Programı ile de Türkiye’deki Milli Eğitimi ABD’nin yönetimine bırakılmasını sağlayan ve ülkeyi dışa bağımlı hale getiren politikaların kurucusu George Catlett Marshall da 1953 yılında barış ödülünün sahibi olmuş.

Başkanlık ettiği dönemde Irak, Afganistan, Pakistan, Somali, Libya ve Suriye’ye yönelik askeri operasyonlar gerçekleştiren –yani altı yılda yedi ülke bombalayan-, 10 yılda Siyonist işgal devletine dönemin en büyük yardımını (38 milyar dolar) yapan ve BMGK’da İsrail’i eleştiren 9 tasarıyı reddeden[7] bir haydut olan Barack Obama’ya barış ödülü verilmesinde de dünya kamuoyu bir beis görmedi, ödüllerin samimiyetini sorgulamadı, hatta muhafazakar kitleler ‘Babası Müslümanmış’ diye sempati bile duyuldu. Theodore Roosevelt (1906), Camp David gibi siyonist himayesi ve Müslümanların halen inim inim inlemesinin önünü açan bir anlaşmanın öncülüğü ile tanıdığımız Jimmy Carter (2002) ve I. Dünya Savaşı’na yol açan uluslararası sistemin; devletler arasında barış ve güvenliğin sağlanması, demokratikleşme ve serbest ticaretin yaygınlaştırılması gibi ilkeler çerçevesinde yeni bir dünya düzeni kurmasını hedefleyen Wilson prensiplerinin mimarı ve Milletler Cemiyeti’nin kurucusu Thomas W. Wilson (1919) gibi eski ABD başkanları ve daha nice başkan yardımcıları, barış için çalıştığı iddiası ile ödül almaya hak kazanan diğer isimlerdir.

Vietnam Savaşı’nda kuzey Vietnam’ın başşehri Hanoi’nin bombalanması emrini veren ve dünya çapında halk kilelerinin büyük protestolarına sebep olan ABD’li eski dışişleri bakanı Henry A. Kissenger (1973) da ödülün sahiplerindendir.

Winston Churchill (1953), misyoner Rahibe Teresa (1979), Dalai Lama, Mikhail Gorbachev, Kofi Annan, ve Nelson Mandela gibi popüler isimler de Siyonist akıl için faydalı bulunarak Nobel alması uygun görülen isimler olmuştur. Bunun yanı sıra Uluslararası Kızıl Haç Komitesi bugüne kadar Nobel Barış Ödülü’nü üç defa almaya hak kazanmıştır. Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, Birleşmiş Milletler Barış Gücü, Nükleer Savaşı Engellemek İçin Uluslararası Doktorlar Örgütü, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu, İngiliz Dostluk Hizmet Derneği ve Amerikan Dostluk Hizmet Derneği, ödül alan önemli kurum ve kuruluşlardandır.

İslam Dünyasında Nobellik Hareketler(!)

Nobel ödülü alan 104 Yahudiye karşılık,[8] kendisini İslam ile tavsif eden 13 kişi bulunmaktadır. Bu kimseler, ödülü almayı reddetmeyi bırakın ödüle layık görülmelerinden duydukları izzet ve şerefi her fırsatta dile getirmişlerdir:

1979 – Fizik – Muhammed Abdüsselam-Pakistan

1999 – Kimya – Ahmed Zewail – Mısır

1988 – Edebiyat – Necib Mahfuz – Mısır

2006 – Edebiyat – Orhan Pamuk – Türkiye

1978 – Barış – Enver Sedat – Mısır

1994 – Barış – Yaser Arafat – Filistin

2003 – Barış – Şirin Ebadi – İran

2005 – Barış – Muhammed el-Faradey – Mısır

2006 – Barış – Muhammed Yunus – Bangladeş

2011 – Barış – Tawakel Karman – Yemen

2014 – Barış – Malala Yusufziya -Pakistan

2015 – Kimya – Aziz Sancar – Türkiye

2023- Barış – Nergis Muhammedi

Batılıların Nobel ödülünü, özellikle ait oldukları toplumları eleştiren yazarlara vermeleri, oryantalist metinleri ödüllendirmeleri tamamen içerdeki dostlarını harekete geçirmeye yöneliktir. Öteki toplumların muhaliflerini ödüllendirmek, böylece öteki toplumları kendi içinde bölmek, ayrıştırmak ve kutuplaştırmak, Batılı güç odaklarının en iyi bildiği şeylerden birisidir. Örneğin 2019 yılında Srebrenitsa Soykırımı’nı inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke’ye “Dilsel ustalıkla insan deneyiminin çevresini ve özgüllüğünü araştıran etkili bir çalışma” yaptığı gerekçesi ile ödül verilirken, Yahudi Soykırımı’nı inkâr eden bir yazara ya da edebiyatçıya bu ödülün verildiği bugüne kadar hiç duyulmuş mudur? Bırakın ödül verilmesini, Roger Garaudy gibi holokost yalanının hakikatini yazan bir Fransız yazarın kitapları toplatılmış ve basımı yasaklanmıştır.

Benzer şekilde, yönetimi döneminde Myanmar ordusunun Arakan Müslümanlarına yönelik büyük katliamlar gerçekleştirdiği ve 2021 yılı Şubat ayında seçimlerde usulsüzlük, yolsuzluk ve Covid-19 kurallarını ihlal etme gibi başka suçlardan dolayı darbe ile yönetimden indirilen ve aldığı hapis cezası 2023 yılında ev hapsine çevrilerek gündemden düşürülen Myanmarlı politikacı Aung San Suu Kyi gibi bir dişi katil de, 1991 yılında Nobel barış ödülü alan bir isim. Geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde ise Papa Franciscus, devrik Myanmar lideri Aung San Suu Kyi’ye şefkat elini uzatarak Vatikan’a sığınabileceğini söyledi. Söz konusu Müslümanlar olduğunda, Nobel ödülünün şiddet ve soykırımı örtücü gücü hemen kendisini göstermektedir, tabii görebilenler için.

Yazmış olduğu al-Kahiratu’l-Cedîde, Hânu’l- Halîlî, Beyne’l-Kaṣreyn, Kaṣrü’ş-şevk, es-Sükkeriyye, el-Liṣ ve’l-kilâb, es-Sümmân ve’l-harîf, et-Tarîk, eş-Şehhâz, Sersere fevka’n-Nîl ve Mîrâmâr… vb romanları ile (yaşamı boyunca) din gibi çağ dışı(!) bir fenomenin karşısına sosyalizm-bilim ikilisini üstün getirecek karakterler inşa ederek romanlar yazan[9] Necib Mahfuz gibi bir söz ustası, Nobel edebiyat ödülüne layık görülen bir başka kalem. Akılcılık ve Batılaşma’yı Taha Hüseyin’den öğrenen ve Sosyalist görüşleriyle tanınan Kıptî yazar Selâme Mûsâ’nın etkisinde kalan bu yazar, yazdığı romanlarla Mısır’ın modernleşmesinde büyük rol oynamış. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’a İsrail ile yaptığı barış antlaşmasında verdiği açık destekten ötürü birçok Arap ülkesinin kitaplarına koyduğu yasaklardan ancak 1988 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü sayesinde kurtulabilmesi, Nobel ödüllerinin misyonu hakkında bizler için ipucu niteliğindedir.

Mısır’daki İslami mücadeleyi, Kur’an’ın deyimi ile az bir bedel karşılığında Batılı işbirlikçilerine satan ve İsrail Başbakanı Begin ile yaptıkları arabuluculuk çabaları sonucu Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David barış anlaşmasına vesile olan devlet başkanı Enver Sedat, Filistin halkını ustaca satmasından dolayı ödüle layık görülmüştür. İsrail Başbakanı Menachem Begin de tabii ki ödülden mahrum bırakılmamıştır.

Filistin davasına ihanet eden bir başka tanınan isim Yaser Arafat (1994), Siyonistlerin azılı katilleri Şimon Peres ve Yitzhak Rabin ile aynı yıl Nobel almıştır. Arafat’tan sonra onun yerine gelen Mahmud Abbas’ın da Nobel ödülüne koşar adım yaklaştığını şimdiden söyleyebiliriz. Tabii bunun karşılığında Netanyahu gibi ABD kongresinde ‘Gazze’de sivil öldürmediklerini’ zırvalayan bir necasetin de ödül alması beklenir.

İran’dan iki kadın isme de ödül verilmesi dikkat çeken başka bir husustur. Son olarak 2023 yılında kadınlara uygulanan başörtüsü örtme zorunluluğuna karşı çıkan ve spor, dans vb yasaklara karşı uzun ve cesur mücadelesinden(!) dolayı Nobel barış ödülünü alan Nargis Muhammedi, 2003’ten bu yana Tahran’daki İnsan Hakları Savunucuları Merkezi’nde çalışıyor. Diğer Nobel Barış Ödülü sahibi İranlı Şirin Ebadi’nin katıldığı ama kendisinin katılamadığı ödül törenine gönderdiği konuşmasında, İran İslam Cumhuriyetini Nobel’in organizatörlerine adeta şikayet etmektedir. Hapis hayatında gerçek manada yaşadığı işkenceler ve saldırılar İran yönetimine kendini savunma hakkı verdirecek nitelikte olabilir, bunu bilmiyoruz. Ancak Nargis’in, Mahsa Amini’nin İran ahlak polisi tarafından gözaltındayken öldüğü iddiası ile alevlendirilen “Kadın-Yaşam-Özgürlük” hareketinin doğal liderliğini üstlenmesi, siyonistlerin arayıp da bulamadığı gelişmeler olduğu kesin. Görüldüğü gibi Nobel komitesi, kimi aday göstermesi gerektiğini gayet titizlikle seçmektedir.

Peki bu kadar aklı başında adam ve Müslüman, 2023 yılı Nobel Tıp Ödülü’nün bazı Covid aşılarında kullanılan mRNA teknolojisini geliştiren bilim insanları Katalin Kariko ve Drew Weissman’a verilmesinde bir hinlik olduğunu da mı göremedi? Daha önce deneysel olan mRNA teknolojisi, pandemi sırasında Covid aşısı olarak dünya çapında milyonlarca insana uygulandı. Pfizer-BioNTech ve Moderna gibi ilaç firmaları tarafından geliştirilen Covid aşılarında bu teknoloji kullanıldı. Dünya çapında yaşanan aşı baskılarına karşı cephe oluşurup “aşı karşıtlığı” geliştirilmesine rağmen, aynı insanların “Nobel Ödülleri”ne karşı bir karşıtlık geliştirmediğini ve ipin ucunu tutan aklın aynı akıl olduğunu görememelerini anlamlandırmak gerçekten olanaksız.

Hayatını Hindistan’ın İngiliz işgaline karşı aktif ama şiddetsiz direnişe adamış ve “Düzenli, temiz ve şerefli olabilmek için paraya ihtiyacımız yoktur.” sözünün sahibi Mahatma Gandhi gibi barış yanlısı bir isme (muhtemelen almazdı da) ödül vermeyi asla düşünmeyen Nobel Vakfı, Bangladeş’te Cemaat-i İslami’ye olmadık işkenceleri yapan Hint tandanslı bir tağuttan ABD merkezli bir yönetime bayrak tesliminin simgeleşen ismi Muhammed Yunus gibi isimleri, bu ödülle gayet güzel vitrine koyabilmiştir. İşte bunda, düşünen akıl sahipleri için gerçekten ibretler vardır. Şimdi onlardan birisine bakalım…

Muhammed Yunus, Mikro Krediler ve Grameen Bank

Hazır sözünü etmişken, Bangladeş’te olanların arka planının detaylı anlatıldığı geçtiğimiz ayki İktibas Dergisi’nin yorum bölümünde de okuduğunuz üzere, ‘mikro kredinin mucidi olarak dünya kamuoyuna pazarlanan ve bu sayede Nobel barış ödülü alan Muhammed Yunus ismi ve kurduğu Grameen Bank (ve Grameen şirketler grubu) üzerinde kısaca durmakta fayda var. Köy veya kırsal anlamına gelen ‘Grameen’ kelimesinin kasıtlı olarak seçildiği bu bankayı kurma fikri, 1974 yılında ülkeyi vuran kıtlık sonrası Muhammed Yunus tarafından ortaya atılıyor.

Bir proje kapsamında Bangladeş’in bir köyüne yaptığı ziyarette, ailelerini geçindirmekte zorluk yaşayan 42 kadına 27’şer dolarlık kredi vermek için bankanın birisiyle yaptığı anlaşma ile süreç başlıyor. Klasik bankacılık sistemlerinden farklı olarak ilk başta sözleşme metni imzalatılmadan ve ‘güvene esas’ olarak tanınan bu sistemde, krediyi tek bir ferde ya da aileye verilmiyor. Beşerli gruplar oluşturarak organize ettikten sonra kredi verilerek, grup üyelerinin birbirlerini hem desteklemesi hem de denetlemesi sağlanıyor. Bir de kredileri evin yükünü taşıyan anneye (kasıtlı olarak) vererek, güya erkeklerin bu paraları çarçur etme ihtimalinin önüne geçiliyor. Zamanla bu kredilere olan talep gittikçe artıyor ve tüm dünyaya Grameen Modeli olarak sunulan bir “mikro kredi” modeli ortaya atılıyor.

Kurulduğundan itibaren finansal gelişimine önem verilen Grameen Bankası’nda 1982 yılına kadar banka işleri, ticari bankalardan ve bazı devlet bankalarından alınan kredilerle sağlanmıştır. O tarihten sonra Grameen Bankası, NORAD (Norveç Yardım Ajansı), SIDA (İsveç Yardım Ajansı), KFW ile GTZ (Alman Yardım Ajansı), CIDA (Kanada Yardım Ajansı), OECF (Japon Yardım Ajansı), Ford Vakfı ile Hollanda hükümetinden kredi ve bağış almıştır.[10] Grameen Bankası, verdiği mikrokredileri %98,2 gibi yüksek bir oranla geri almıştır. Grameen Bank mikrokredi projesinin kurucusu olan Prof. Muhammed Yunus, ABD Başkanı Barack Hussein Obama tarafından “Özgürlük Madalyası” ile ödüllendirmiş ve bu projesi 24 Mart 2008 tarihli Time Dergisi’nde “Dünya’yı Değiştiren 10 Fikirden Biri” olarak övgü almıştır.

Bayram ve seyranın olmadığı bir günde ABD’nin övgüsüne mazhar olan bu proje fikrinin arkasında, küreselcilerin el ovuşturduğu çok derin anlamlar yüklüdür. “Grameen Ailesi” olarak adlandırılan Grameen Bank iştirakleri arasında; 1989 yılında kurulan Grameen Trust şirketi, 1994 tarihinde faaliyete başlayan Grameen Fund şirketi, 1997 yılında açılan iletişim için önemli Grameen İletişim firması, Grameen Telekom, Grameen Enerji, Grameen Knitwear Limited, Grameen Eğitim, Grameen Cybernet Ltd. gibi çeşitli sosyal amaçlara hitap eden şirketler bulunmaktadır. Bu iştiraklerden Grameen Telekom şirketi, Bangladeş’teki köylere mobil ve sabit olmak üzere her türlü telefon hizmetini götürmektedir. İletişimin önemini anlatan eğitimler verilmiştir. Grameen Knitwear Limited şirketi ise kadın ve çocuk trikosu ağırlıklı tekstil üretimi yapıp dış ticaret ile diğer ülkelere satmaktadır. Grameen Cybernet Ltd. şirketi de köylülere internet hizmeti sağlamaktadır. İnternet hizmeti sayesinde kırsal kesim halkını global düzene angaje edilebilmiştir. Görüldüğü gibi bu şirketlerin hepsi de, gariban Bangladeş halkının iyiliğini(!) isteyen simsarlar olmuştur.

Öğrenciler için burs olanaklarından tutun da, cep telefonu satın almaktan hatta dilencilere varıncaya kadar çok geniş bir mikro-kredi havuzuna sahip olan, Türkiye’de de yıllardır uygulanmakta olan[11] ve tüm dünyada ballandıra ballandıra anlatılan Grameen mikro kredi sisteminin amacı, yoksulluğu azaltmaktan çok, finansın temel amacı olan kâr maksimizasyonu çerçevesinde yoksulların, çiftçilerin ve özellikle kadınların da kâr maksimizasyonu sürecinde kullanılabilir aktörler olduğunu ispatlamaktır. Bu bağlamda ele alınan yapı kapitalizm; mekanizma, sermaye birikim mekanizması; aktör, yoksullar hatta kadın yoksullar ve süreç ise sermaye birikimi süreci ile yakından ilişkili olan yoksulluğun finansallaşması sürecidir. Dünyada ve Türkiye’deki mikro-kredi uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda bu kuruluşların çok yüksek kârlılıkla çalışmaları dikkat çekmektedir. Özellikle kadınları hedefleyen bu kuruluşlar çaresiz durumdaki yoksul müşterilerinden hizmet bedeli ve vergileri peşin almakta ve anapara ödemelerini ise toplumsal bir baskı ile neredeyse kayıpsız olarak geri almaktadır. Mikro-kredi uygulamalarının bu özelliğinin, yoksulları topluma kazandırarak insanca bir standarda kavuşturmak yerine sermaye birikimini artırmayı öncelediği ileri sürülebilir. Mikro-kredinin doğduğu ülke olan Bangladeş’te 8 milyon insandan fazla borçlu yaratan ve bu insanların birçoğunun hayatlarına son vermelerine yol açmaktadır. Kadınların çalışma hayatına kazandırılması, Müslümanların olduğu bir topluma faiz gibi bir haramın meşrulaştırılarak servis edilmesi konusuna, ailelerin fakirlikten kaçarken onursuzluk batağına saplanmasına hiç değinmedik bile.

Konunun ilgilileri; esasında seküler kesimlerin kulaklarına oldukça hoş gelen bu sistemin, Muhammed Yunus gibi servet sahibi bir profesör tarafından kadınların ve yoksulların mülksüzleştirilerek, sermaye sahibi kapitalistler için nasıl da kontrollü ve sistemli bir finansallaştırma aracı haline getirildiğini aşağıdaki dipnotta yer alan çalışmada detaylı okuyabilir.[12] Ayrıca aynı çalışmada anlatıldığı üzere, Foucault’nun Neoliberal Yönetimsellik Analizi’ne göre, mikro-kredi uygulamaları sivil toplum yapılanmaları ve özel sektör ortaklığının yönetime içerildiği neoliberal yönetimsellik altında gelişen/geliştirilen iktidar stratejileridir. Bu strateji, insanların, dış müdahalelerden bağımsız olarak kendi kendilerine özgürce(!) aldıkları kararlarla, bir özne olarak özgürleşebileceklerine inandırılmalarını kapsar. Buna bir defa inanmaları yeterlidir. Sistem daha sonrasında sorunsuz işleyecektir.

Aldığı halk desteği ve toplumun sekülerleşmesindeki başarı gücü görülünce, Nobel ödülü ile kitlelere ‘kalkınma pıtırcığı’ olarak lanse edilen Muhammed Yunus, gerçekten Müslüman toplumlar için bir önder, rol-model olabilir mi? Ama maalesef yüzlerce Bangladeşli’nin öldüğü protesto eylemleri sırasında, ordu ile el ele olduğu söylenen Bangladeşli gençlerin özellikle namaz kılan fotoğraflarını günlerce dünya kamuoyuna servis edenler, Yunus’un Cemaat-i İslami’ye yeşil ışık yakacak bir lider imajını yutturmayı başarmış görünüyorlar. Çevremizde Bangladeş devrimini ‘İslami mücadele’ olarak görerek paylaşım yapanlar da, bu yutturmanın ispatlayıcısı niteliğinde.

Sonuç; Nobel’in Bize Düşündürdükleri

“Nobel ödülünün büyük tartışmalara yol açacak şekilde Srebrenitsa Soykırımı’nı inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verildiğini biliyoruz. Peki Yahudi Soykırımı’nı inkâr eden bir yazara ya da edebiyatçıya bu ödülün verildiğini bugüne kadar hiç duyduk mu?” diyen bir Türk profesör, “Orhan Pamuk ve Aziz Sancar’ın üstün başarı ödülüne layık görülmesi gençlerimiz için hem model olmaları hem de emeğe saygının gösterilmesi bakımından önemlidir. Neticede Türk halkı gururlanmıştır. Bu insanların yaptıkları, yazdıkları uluslararası tanınırlık ve başarı elde etmiştir. Böylece Türkiye’deki gençlerin uluslararası başarı elde etme iştiyakı güçlenmiştir. Toplumca sürekli yenilme psikozundan bir süreliğine kurtulmuş olduk. Bazen bir şeyin işlevi onun ideolojik altyapısını işlevsiz kılar veya gizleyebilir. Bu yüzden Nobel’i almak iyidir ancak ne olduğunu bilerek almak çok daha iyidir.” diyebiliyor.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız bütün bilgilerin hülasası olarak, kesin kanaatim odur ki; bir Müslümanı diğer insanlardan ayıran bir fark da “Nobel’i almak mutlak kötüdür” diyebilmesidir. Zira Nobel organizatörleri ve savunucuları, “son bir yılda insanlığa katkı sağlayacak eserlerin ve icraatların sahiplerini” taltif ederek yeryüzünde bir ıslah ve imar çalışmasına imza attıklarını iddia etse de; ifsad, karmaşa ve zulümden  öteye gitmeyen bir kurmaca söz  konusudur. Tıpta kaydedilen gelişmeler(!) kapitalist sermayeye kan pompalarken, edebiyat adı altında yazılan ‘nobellik eserler’ ülkeleri siyasi ve ahlaki anlamda etkilemekte veya yüzlerce masum Müslümanın katili bir siyasi, barışa katkısından dolayı ödüle layık görülebilmektedir.

Bu ödüllere ‘barış ödülü’ ismini verme ahlaksızlığı da, şeytana bırak papucunu, bütün kıyafetlerini ters giydirecek ustalıkta bir garp kurnazlığıdır. Üstüne üstlük Yahudi aklının sinsi tuzaklarının ceremesini çokça çeken Müslüman(!) dünyası, ‘sebeb-i velâdeti’ni iyi anlamadan ve imrenerek Nobel ödüllerinin gönüllü pazarlamacılığını yapmaktadır. Türkiye’de bazı mukaddesatçı/maneviyatçı muhafazakâr kesimlerin, halen daha Nobel ödülünü imam-hatiplerde, diğer liselerde, üniversitelerde, kamu kurumlarında ve çeşitli projelerde üstün bir başarı kriteri olarak yaygınlaştırmaya, popülerliğine katkıda bulunmaya ve gündemleştirmeye yardım ettiklerine şahit olursunuz. Bu oyuna gelenler, Filistin davasında İsrail aleyhine nutuklar atanlar ile aynı kişiler olabilmektedir. Yaşanan çelişkinin bir an önce farkına varılarak gidişatın değiştirilmesi yine Rabbimizin yardımı ile olacaktır.

Bizler, ‘ıslah edici’ tabelasının altında tüm güçleri ile yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya yarayacak amellere imza atan bu Nobel ödüllü insanlardan ve ödül sisteminden beriyiz. İzzet ve şeref yalnızca; Allah ve Rasulü’nden yana olan, Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir ödül/taltif sistemine ihtiyaç duymayan, buna meyletmeyen, mü’minleri dost edinen, kâfirlere karşı kinini eksik etmeyen mü’minlerindir. İhtiyacımız olan izzet ve şerefin Rabbimiz tarafından ‘mü’min’ kullarına verildiğine inanıyor ve tez zamanda Müslümanların bu tuzaklar karşısında uyanmasını ve başka arayışlardan uzak durmalarını yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.

[1]     https://www.bbc.com/turkce/articles/ckmey6jvk4vo

[2]     Bofors, 350 yılı aşkın süredir demir endüstrisi ve top yapımı ile ilgilenen bir şirkettir.

[3]     Kaynak; https://www.youtube.com/watch?v=OYezQ0bfQLk&ab_channel=Bar%C4%B1%C5%9F%C3%96zcan

[4]     Balistit; Nispeten az dumanla yanan, eşit miktarda çözünebilir nitroselüloz ve nitrogliserinan patlayıcı içeren dumansız bir toz. Uçuş yakıtı olarak da bilinir.

[5]     Dumansız Barut; karabarutun aksine ateşlendiğinde önemsiz miktarda duman üreten ve ateşli silahlar ve top (silah)larda kullanılan bazı itici yakıtlara verilen addır. Dumansız barutun ilk üretildiği yıllarda “Balistit” ve “Kordit” gibi tescilli adları olmasına karşın günümüzde bu terimler pek kullanılmamaktadır.

[6]     https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1721291

[7]     Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/obamanin-baskanlik-karnesinde-5-kirik-not/728090

[8]     Kaynak: https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/62674/nobele-abone-yahudiler

[9] https://isamveri.org/pdfdrg/D00038/2013_16/2013_16_BAYIRBASSH.pdf

[10]    Kaynak: https://acikerisim.gelisim.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11363/222/422569.pdf?sequence=1&isAllowed=y

[11]    Türkiye Grameen Mikrofinans Programı (TGMP), Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) tarafından 2003 yılında kurulmuş olup, TGMP, Türkiye genelinde 68 ilde 95 şubesiyle halen 40.000’in üzerinde mikrogirişimciye hizmet vermektedir.(www.tgmp.net)

[12]    Kaynak; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1354982

Ali Durmuş / İktibas Dergisi Ekim Sayısı