Meskenet Hali

Meskenet ve zillet hali yapılan bir günahın, zulmün, ihanetin, çürümenin sonucudur. Allah kulunu meskenet ve zillete duçar etmek istemez; kul müstahak olur. Bütün başımıza gelenler ve gelecek olanlar ellerimizin; niyetlerimizin, amellerimizin sonucudur.

Müslüman için hayat ‘iman ve cihad’ tır. Şair de dizelerinde; “hayat iman ve cihad, alnımızın yazısı”[1] demiş. Mümin, Allah’a(c.c) güvenen, varlığa emniyet/ güven veren emin insandır. Cihad, imanın rehberliğinde varoluşa katılmaktır. Varoluşa katılmanın göstergesi, müminin Salih amelleridir. Alnımızın yazısı olan iman ve cihadın nihayeti; şahit/ şehid olarak eş- Şehid olan Allah’ın rızasını kazanmaktır.

İman ve cihad üzere yaşayanlara Allah, nusret, yakın bir fetih ve cenneti vaat ediyor.[2] İman ve cihada sırtını dönenleri ise zillet ve meskenete duçar ediyor. Lügatlerde meskenet, Arapça sükûnet (miskin olmak) kelimesinden müştak (türeyen)  bir kelime olduğu ifade ediliyor. Sükûnet:  “Durgunluk, hareketsizlik” anlamlarına geliyor. Daha başka anlamları da var ama konumuzla ilgili olarak biz bu anlam üzerinde yoğunlaşacağız. Sükûn, sakin, iskân, mesken, miskin, teskin, sekinet kelimeleri hep aynı kök anlama (ن ك س)  dayanıyor. Bu kök anlam dünyasıyla irtibatlı, yazımıza konu olan meskenet kelimesi, Kur’an’ da “İki âyette -başka yorumlar da bulunmakla birlikte- daha çok horlanma, küçük düşme ve sıkıntı içinde yaşama şeklinde açıklanmıştır.”[3] Bu ayet-i kerimeler şu şekilde meallendiriliyorlar:

“Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin” demiştiniz. Mûsâ ise, “Daha iyiyi daha kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var” dedi. Zillete, fakru zarurete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bu yaptıkları da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.”[4]

“Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.”[5]

Mezkûr ayet-i kerimeler, inzal dönemleri Medeni olan sure-i celilerde zikredilmektedirler. Medeni dönemin tabiatını zihnimizde tutarak, ayet-i kerimelerin vasatını ve anlamını özetleyelim:

Ayet-i kerimelerin ilkinde;  İsrailoğulları Mısır’da Firavun’ un zulmü altında yaşarken, Allah Musa(a.s) ile onlara hidayet ve zulümden kurtuluş imkânı verdi. Musa Peygamber, büyük mücahedesiyle onları Firavun’ un zulmünden kurtardı. Kendilerine iman üzere şerefli bir hayat kurmaları için, birlikte yol yürümeye çağırdı. İsrailoğulları, uzun ama izzetli ve şerefli yürüyüşe dayanamadılar. İman, izzet ve şerefi, dünyevileşmeye tercih ettiler. Bununla yetinmediler, yeni hayatlarında kendilerine engel çıkarır diye Peygamberlerini öldürmeye teşebbüs ettiler. Allah da bu tercihlerinden dolayı Bâbil esareti (m.ö. 586-538), Roma İmparatorluğu’nun Kudüs’ü uzun süre işgal altında tutması örneklerinde olduğu gibi onlara, meskenet ve zillet damgası vurdu. İkincisinde; Sure-i celilenin genelinde Ehl-i Kitap üzerinde, özellikle Hz. İsa bağlamında Yahudi ve devamı olan Hristiyanlık konu ediliyor. Onların geçmişten günümüze inançları, inançlarını nasıl ters yüz ettikleri, amelleri faş ediliyor. Hablullah’a ve Hablunnas’a tutunmayanlar yani Allah’a ve muvahhid müminler cemaatine/topluluğuna sadakat göstermeyenlerin zillete, Allah’ ın gazabına ve aşağılanmaya (meskenet) maruz kalacağı uyarısı yapılıyor. Yine bu ayet-i kerimede de vahyin inkâr edilmesi, vahyi alan peygamberleri öldürmeye teşebbüs ve hududullaha riayetsizlik gündeme getiriliyor.

Bütün bu inzar, o gün yaşamakta olan Medine ahalisi Ehl-i Kitap’a, Muhacir, Ensar Müslümanlara ve Medine dışında yaşayan sair insanlaradır. Daha sonra da kıyamete kadar yaşayacak olan âdemoğlunadır.

Meskenet ve zillet hali yapılan bir günahın, zulmün, ihanetin, çürümenin sonucudur. Allah kulunu meskenet ve zillete duçar etmek istemez; kul müstahak olur. Bütün başımıza gelenler ve gelecek olanlar ellerimizin; niyetlerimizin, amellerimizin sonucudur. Yukarıdaki ayet-i kerimeler meskenet ve zillet haline düşmeyi şu sebeplere bağlıyor: Peygamberlerin uyarısına lakayt kalarak; ahireti unutup, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya tamah etmek, bu günkü tabirle dünyevileşmektir. Her dünyevileşme/ Sekülerleşme’ de insanoğlunu Nübüvvetten/ Risaletten, vahiyden, ahiret ve hesap günü inancından uzaklaştırır. Her şirk/küfür/zulüm düzeni, Allah’a kulluğa davet eden, Ahiret ve hesap günüyle uyaran, bir iman topluluğuna/ Ümmet’ e dâhil olmaya çağıran kişi ve yapıları kendine düşman görür. Seküler anlayış ve yaşam biçimini savunanlar, bu düzenlerine karşı olan bütün kişi ve yapıları tasfiye etmeye çalışır. Peygamber kıssaları buna örnektir.

Bu gün için Resullere düşmanlık, onların Allah’tan aldığı Vahye/Kitab-ı Kerime, Âdem’den (a.s) bu güne adı İslam olan Hak Din’e savaş açmaktır. Onun insanlıkla buluşmasına, bir topluluk/cemaat tarafından yaşanmasına engel olmaktır. Nübüvvet/Risalet kurumuna yapılan her itibarsızlaştırma saldırısı, Resullere savaş açmaktır.

Günümüzde de Şirk’in bu yüzyıldaki tezahürü olan Seküler ideoloji, yeryüzü çapında bütün insanlığı, geçici dünya mahsulleriyle, Kuran’ın tabiriyle “sebzeler, kabakgiller, sarımsak, mercimek, soğanla” aldatıyor. Bunun karşılığında; bütün bu mahsullerin Sahibi’ne, 0’nun elçilerine, elçilerin getirdiklerine isyana davet ediyor. İsyanın karşılığı; iman, izzet ve şereften yoksunluk, habisatın peşinde tüketilen sonu cehennem olacak bir ömür, Allah’ın dünya ve ahiret ikram ve lütuflarından mahrumiyet oluyor. Dün olduğu gibi bu günde, Musa(a.s) döneminde Firavun ve avenesi misalinde olduğu gibi her Şirk/Küfür girişimi, bir grup azgın azınlığın dünyevi çıkarları için yapılmaktadır.  O günkü Şirk sistemi, iktidarı için halk kitlelerini sınıflara ayırarak mustazaflaştırıyor, gücü kırılan halk yığınları da sistemin kölesine dönüşüyordu. Kölelikten kurtulmanın evrensel yolu; fıtri, İlahi değerlere dayanan bir muttaki önderlik altında kıyama kalkmaktır. Bunu bilen müşrik/kâfir/zalimler, mustazafları sahipsiz/öndersiz bırakmak için, halkın önderlerini itibarsızlaştırma ve yok etme teşebbüsünde bulunuyorlar.

Seküler ideolojinin vücut verdiği Kapitalist Çok Uluslu Şirket Konsorsiyumu (Müstekbirler), Ulus devletleri, Uluslararası Kuruluşları, demokratik parti düzenini devreye sokarak sömürüye dayalı bir zulüm sistemi kurdu. Ulusçuluk, Ulus devlet, Modern ideolojiler üzerinden dünyayı parçalara ayırdı. Her parçayı kendi arasında sınıflandırarak bir pakta dâhil etti ve böylece köle düzenlerini devam ettirdiler. Yeryüzünde açtığı tahribatın ve insanlığa ödettiği maliyet ve acıların dayanılmazlığı sonucunda sürdürülemeyen bu düzenin sonuna geliyoruz. Küresel Salgın Süreci bunu daha da bariz hale getirdi. Dünya mustazafları ve Peygamber varisleri akıllarını başlarına devşirmezlerse; Firavunun günümüzdeki muadilleri, Küreselleşme İdeolojisi ve Modern dijital teknolojinin imkânları üzerinden sistemi revize ederek, zulüm düzenlerini devam ettirme imkânına kavuşacaklar. Seküler, Demokratik ayartıcılara aldanıp meskenet halini devam ettirirsek; dünya mustazaflarını yeni zillet günleri beklemektedir.

Vahyin beyan ve tarif ettiği, Resullerin yürüdüğü yol olan Cihad mı yoksa hevamızın meylettiği, çağdaş Firavunların semirdiklerinden arta kalanlardan pay vermek için teklif ettikleri meskenet hali mi?

Kaynakça:

1-Abdulbaki Kömür, Ey Şehid.

2- Saff Suresi, 12. Ayet, TDV Meali

3- https://islamansiklopedisi.org.tr/miskin

4- Bakara suresi, 61. Ayet, TDV Meali

5- Al-i İmran suresi, 112. Ayet, TDV Meali