1. Kuran okumanın esas amacı
Eskiden Kuran yüzünden okunurdu, bir kelimesi bile anlaşılmadan. Şimdi anlayarak okunmaktadır. Fakat anlayarak okumakla hakkı verildi zannediyoruz. Halbuki kat edilmesi gereken bir aşama daha var. O da anladıklarımızı hayata aktarma aşamasıdır. Bu henüz hakkıyla başarılmış değildir. Anlamada gösterilen başarının yarısı yaşamada gösterilememektedir.
Aksiyona sevketmeyen bir okuma tarzının anlamlılığı ise tartışmaya açıktır. Bu sevk işleminde ferdin rolü çok büyüktür. Fail ferttir, metin sadece sunar. Metnin içindekileri ciddiye alıp içselleştirme her Kuran okuyucusunun vermesi gereken samimiyet testinin adıdır. Metnin üzerimizdeki yaptırım gücünü kabul ediyor muyuz? ‘Şu an bize iniyor gibi okumak’ söylemi yaptırım gücü varsa inandırıcı olur. Hemen nefsimi değiştirmeye girişiyor muyum ayeti okur okumaz, yoksa emirlerle ilgili ayetlerin hepsini bir torbada toplayıp ileriki tarihlere mi atıyorum? Bizim şu anki Kuran’ı okuma tarzımız Kuran’ı ‘tarihi bir metin gibi’ okuma tarzıdır. Yani birinci muhatabı biz değiliz. Bu okumada hüküm/talep ile muhatap arasına ilk muhatapları(sahabe) girmektedir. Dolayısıyla metindeki ifadelerin beni ilgilendirmesi için belli filtrelerden geçmesi gerekir vehmi oluşmaktadır, bu da hükümleri hayatın akışına birebir aktarma işlemini zora sokmaktadır. Halbuki bu zaman diliminde Kuran’ın birinci muhatabı sahabe değil biziz. Örneğin ‘Kalk ve uyar’ ayetini ele alalım. Kalkıp uyarıyor muyuz sürekli. Tebliğ fırsatları kollayıp hakkı hakikati anlatma mecburiyeti hissediyor muyuz yoksa denk gelirse mi anlatıyoruz? Bir ay içinde kaç kişiye tebliğ ediyoruz? Bu rakamı artırmaya çalışıyor muyuz? Tebliğ çabasını daha sistematik ve etkin yerine getirmeye yönelik gayretlerimiz var mı? İçinde yer aldığımız gurup veya cemaatte bu konuyu ne kadar gündemleştiriyoruz? Neden inzar emri bir namaz emri kadar yerine getirilmiyor?
Biz şimdiye kadar Kuran’ı hep ‘furkan’(doğru yolu ve dolayısıyla yanlışı zihinde tesbit) özelliğine göre okuduk, ‘şifa’ özelliğine göre okumadık. Şifa olması kendimize faydası dokunacak şekilde okunması demektir. Hayatımız için istifade ederek okumak anlamına gelir. Etkilenmek niyetiyle okumaktır. Kıyamet sahnelerini mealden okuyunca beni duygusal olarak ne kadar etkiliyor, ne kadar sarsıyor, ne kadar ürpertiyor? Ne kadar bu sahneleri hayalimde canlandırıyorum, üzerinde düşünüyor muyum? Yoksa mana olarak ‘anladım’ deyip geçiyor muyum? Anlamak ayrı düşünmek ayrı bir fiildir. Böyle bir okuma tarzının bizim üzerimizde etkisi olmaz. Sadece hafızamızdaki bilgileri artırır. Herhangi bir mekanda dini bir konu açıldığında konuşabilme, birşeyler anlatabilme yetkinliği kazandırır. Bunun ötesinde bir faydası olmaz.
Dolayısıyla Kuran’ı doğru okuma, Kuran’ın indiriliş gayesini gerçekleştirecek okumadır. 1400 yıllık ihtilaflı ilmi konuları çözmek için okununca bu gaye haliyle tahakkuk etmeyecektir, başka bir maksat tahakkuk edecektir. Bu maksadın da meşru olması ayrı bir konudur, fakat esas gayenin arka plana atılması pahasına bu durumun onaylanması mümkün değildir. Kuran tartışmalarda delil olarak kullanılacak kaynak haline indirgenince esas maksat gözden kaybolacaktır.
Bu nedenle Kuran’a yaklaşımda bir bilinç değişikliğine ihtiyacımız var. Şimdiye kadar Kuran okumalarında tartışmalarda delil bulmaya(inandığımız doğruları/hakikatleri başkalarına ispat için) ağırlık verildi. Akademik uslup ağır bastı, sadece bilgi depolandı. Çok bilgi ile avunma yaşandı. Kuran’ı anlama yöntemleri üzerine yoğunlaşıldı. Hiç şüphesiz bu(anlama yöntemi) önemliydi ve halen önemlidir. Fakat artık Kuran’la tek taraflı ilişkide olmamalıyız. Bu nedenle Kuran’ı yaşamak için okuma bilincini geliştirmek gerekmektedir.
Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olan(sıkıntılar)a şifa ve inananlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir. (Yunus 57)
Eğer biz onu, yabancı (dilde) bir Kur’ân yapsaydık derlerdi ki: “Âyetleri (anlayacağımız) bir dille açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü (geliyor)?” De ki: “O, inananlar için bir yol gösterici ve (gönüllere) şifâdır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlara bir körlüktür. (Sanki) Onlar, uzak bir yerden çağırılıyorlar (da duymuyorlar). (Fussilet 44)
O halde Kuran’ı doğru okumak, sahabenin Kuran’ı okuduğu gibi okumaktır. Onlar Kuran’ın hükümlerini kendi ferdi yaşamlarında uygulamak için okudular.[1] Dolayısıyla okurken konsantre oldukları ayetler ameli ayetlerdi, uygulamaya dönük ayetlerdi, tartışmalı konuları çözmeye yönelik delil bulmaya dönük değildi. Diğer bütün ayetler, emirleri hayata geçirmede başarılı olmak için kaynak olarak kullanıldı. Cennet, cehennem, kıyamet tasvirlerini bu bağlamda örnek olarak verebiliriz. Bu ayetlerin gayesi kalpteki duyguları harekete geçirip amel etmeyi kolaylaştırmak, amel için gereken enerjiyi sağlamaktır. Karbon hidratların vücuttaki görevi ne ise, bunların da görevi benzerdir. İnsanın duygularını etkilemektir amaçları. Gerçekleştirilen Kuran okumasının hak okuma olabilmesi için duyguları harekete geçirici bir okuma olması gerekir. Bunun da asıl amacı yaşamaya/aksiyona/kulluğa sevktir.
2. Kuran okurken esas amacı unutmadan okumak
Her fiilin bir amacı vardır. Nereye gitmek istediğini bilmeyen, hedefini bilmeyen bir insan için bütün rüzgarlar elverişsizdir şeklinde eski bir denizci sözü vardır. Hedefinin bilincinde olan kişi rüzgarları/envai çeşit bilgiyi hedefine kanalize edebilir.
Kuran okumanın iki ana gayesi vardır.
1. Takvamızı artırmak
2. İlmimizi artırmak(iman-amelle ilgili doğru bilgileri öğrenmek)
Bu gayelerden ikincisi üzerinde onyıllardır o kadar çok duruldu ki, halen aynı tarz okumalar, örneğin internet ortamlarındanki tefsir derslerinde devam etmektedir. Hepsi bilgiyi açıklamak üzere okuyor. Amelin nasıl gerçekleşeceği bilgisi(hikmeti mi demek lazım?) hemen hemen hiç verilmiyor, yanlış anlamalar düzeltilmeye çalışılıyor. Hayata nasıl geçirileceği konusu tefsir edilmiyor.
Okumalarımızda yıllardır 1400 senelik bilgi birikimindeki yanlışları(şefaat, kabir azabı vb.) ayıklamayla yetindik. Bu bir yere kadar mazur görülebilir. Nurcuların Allah’ın varlığını ispatlama meselesinde olduğu gibi, hareketin çıktığı ilk yıllarda pozitivizm rüzgarları estirildiğinden bu meseleye ağırlık verilmesi doğal karşılanabilirdi, fakat bugün halen o konuyla uğraşılması(uğraşılıyorsa şayet) nasıl normal karşılanmıyorsa, bizim durumumuzdaki okumaların da artık normal karşılanmaması gerekir. Aynı kişilere ve kesimlere (gelenekçilere, tarikatçılara vb.) hep aynı şeyleri/konuları aktarmanın bir anlamı yok artık. Tevhidden bihaber milyonlarca insan var, esas muhatap kitle bunlardır. Biz de artık Kuran’ı gündelik hayatımıza hakkıyla geçirme(hiç geçirilmiyor değil) ve topluma/kitlelere mesajı yaymaya ağırlık vermeliyiz. İlmi çalışmaları, ihtilaflı konuları çözmeyi içimizden 9/122’de bahsedilenlere havale etmeliyiz, diğerleri sefere/topluma gitmelidirler.
Mü’minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup, çıktığında (bir grup da), dinde derin bir kavrayış edinmek (tafakkuhta bulunmak) ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için (geride kalabilir). Umulur ki onlar da kaçınıp sakınırlar.(9/1229
Dolayısıyla biz Kuran okurken esas amacın -okuma esnasında- bilincinde olmalıyız. O doğru amacı netleştirmek ve sürekli gözönünde bulundurmak gerekir ki, okurken o amaca doğru yönelelim, aradığımızı(amaca uygun hakikatleri/hikmetleri) bulalım, nasibimizi alalım. Yoksa seçici algılar bizi başka -o an nefsimiz için cazip olan- bir hedefe de götürebilir. Örnek olarak internete girmemizin amacını netleştirmezsek, saatlerce sayfaların arasında oyalanırız, belki birçok dağınık güzel bilgiler de okuruz, fakat hem zaman israfı yaşarız hem de kendimize gerçekten faydası dokunacak(amaç) bilgiyi edinemeyiz. Bu örnekte olduğu gibi Kuran okurken doğrudan kendi hayatımıza etki yapması amacıyla, hayatımızı değiştirmesi, yeni bir kalite katması amacıyla okumalıyız ve bu hedefi okurken hep gözönünde tutmalıyız, aksi takdirde ilgimiz dağılır başka hedeflere(bağlantı kurulabilecek sair konulara) kayar. Okumanın amacı etkilenmektir demiştik. Amaç yaşamak için kalbi azim/enerji ile doldurmaktır. Okuma esnasında bu maksadın hasıl olup olmadığına bakmak gerekir.
Amaca ulaşabilmek için bilinçaltımızın da büyük bir rolü vardır. Eğer bir bisiklet alma düşüncesini taşırsanız, her yerde bisiklet görmeye başlarsınız. Yeni bir bisiklet arzusuyla kendinizi bir nevi programlamış oluyorsunuz. Daha önce bilinçsizce algıladığınız şeyleri kaydetmeye başlıyorsunuz, zira bisikletlerin sizin için artık bir anlamı bulunmaktadır. Yani şimdi bilinçaltınız bilincinizle el ele vererek çalışmaktadır.[2] Kuran okumalarında da bisiklet örneğine benzer bir şekilde takva ararsanız daha önceki okumalarınızda gözünüze ilişmeyen nice hakikati görmeye başlarsınız.
Kısacası sorun
1) Emir-yasaklarla ilgili ayetleri gündemimizin birinci sırasına koymamaktan kaynaklanmaktadır. İkinci, üçüncü sırada olması gereken konular nefsimize daha cazip/kolay geldiği için, keyfimizi fazla kaçırmayıcı olduğu için onlara öncelik tanıyoruz.
2) Tefekkür, kıyamet tasvirleri vb. ayetler gereği gibi etkilenmeden okunmaktadırlar.
3) Kıssalardan gereken ibret alınmıyor, çünkü oradaki aklen tespit ettiğimiz bir ibreti direk kendi hayatımızdaki bir duruma (uygulama kararına dönüştürüp) uyarlamıyoruz?
3. Kuran takvayı kastediyor
Bu, kendisinde şüphe olmayan, takva sahipleri için yol gösterici olan bir kitaptır.(2/2)
Kur’an’ın, insan hayatına ve davranışlarına yönelik bir kastı vardır. Öyleyse onun, günlük hayatımızla ve davranışlarımızla irtibatının sağlanması kaçınılmazdır.
Önemli bir hadiste şöyle geçer: “Faydasız ilimden sana sığınırım”(Nesai). Bu sözden de okumaktan(ilim/bilgi edinmekten) kastın, fayda sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Üzerinde bir faydası, etkisi olduysa, bir değişime yol açtıysa, kalitemi artırdıysa bu okuma doğru bir okumaydı. Aksi takdirde doğru okumamışım demektir.
Kuran’da nefis terbiyesinin konularını ifade eden kelimelerin bir dökümü yapılsa, yüzlerce ayetle karşılaşırız: şükür, hamd, tesbih, zikr, sevgi, havf, korku, namaz, huşu, dua, Allah’a yakınlık vb. Kuran okurken bunlardan ne kadar etkileniyoruz ve hayatımıza yansıtmaya çalışıyoruz? Yoksa biliyoruz deyip geçiyor muyuz? Bu kelimelerin her biri toprağa ekilmesi gereken tohumlar olarak bize vahyedildi. Bizden beklenen bunların kalbimize(toprağa) ekilmesi, tefekkürle sulanması ve büyüyebilmesi için nefis muhasebesiyle ayrık otlardan arındırılması ve çapalanmasıdır.
İnsan Kuran okurken birçok konuyla karşılaşır. Eğer bu konuların hedeflerini, vurdukları yeri bilmezse, bu konuda bir bilinci yoksa bunların içinde kaybolabilir, gerektiği gibi ayetlerden istifade edemez. Odak belli konularla sınırlanınca diğerleri etki yapmıyor. Mesela sizi meşgul eden yanlış din anlayışlarıyla mücadele ise, Kuran’ı hep bu odaktan okursunuz ve karşınıza çıkan ‘Allah şükret, diye Lokmana hikmet verdik’, ‘ Allah’ın azabından güvende olunmaz’ vb. yüzlerce ayetin mesajı/etkisi gözünüzün önünden uçup gider. Çünkü insan beyni/zihni nörobilimlerin de ortaya koyduğu gibi seçici algılama özelliğine sahiptir.[3] Beyin madem seçici olacak o halde seçilecek bilgiyi nefis değil Kuran’ın gayesi belirlemelidir. Nefsin rahatına dokunmayacak her konu nefsin hoşuna gider. Kabir azabı, şefaat vb. konuları araştırmak, tartışmak, derslerini yapmak konusunda nefsin bir itirazı olmaz. Fakat ‘kalk ve uyar’, ‘geceleyin kalk’ vb. ayetlere gelince o konuları hemen hızlı geçmek ister. Nitekim de okurken, tefsirini yaparken de hızlı geçmiyor muyuz? En çok üzerinde durduğumuz, konuştuğumuz konulara bakalım.
4. Kuran’ı hakkıyla okumanın iki boyutu
Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar(yetlûnehu hakka tilâvetih), işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.(2/121)
a. Kuran okurken bizden beklenen zihni faaliyetleri hakkıyla yerine getirmek gerekir. Bunlar şu faaliyetlerdir:
1) Tezekkür
Kuran okuma insanın yapısına uygun olmalıdır. İnsan unutan vir varlıktır. Gündelik hayatın hengamesi hakikatleri unutturan en önemli faktördür. Bu kaçınılmaz olduğundan bu hayatın içinde unutmamak için Kuran’la iletişimimizi koparmamak gerekir. Kuran bize bu hengamede unuttuklarımızı bize hatırlatacak olan yegane kaynaktır. Bu kaynakla bağımızı sıkı tutar ve Kuran okumanın -Kuran’ı zaten okumuş(bilen) kişiler için- esas gayesinin hükümleri, öğütleri, uyarıları yeniden hatırlatmak olduğunun bilincinde olursak takvamızı hep zinde tutarız. Aksi takdirde Kuran okumaları da belli bir zaman sonra gereksiz görülebilir[4], ‘içerik bilindiği’ gerekçesiyle. Halbuki içerik bildirmek Kuran’ın ilk gayesidir belki fakat bu tahakkuk ettikten sonra onun muttakiler için daimi gayesi hatırlatmaktır. Bu hususu şu ayetlerde çok net olarak görmek mümkündür:
Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki(mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi), Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.(7/171, 2/63)
Hatırlama gayesiyle Kuran okuma insanın istikamette kalmasını sağlayan en önemli faktördür. İstikamet derken sapmaların çok küçük açılarla başlayıp büyüdüğünü unutmamalıyız. Ve bu küçük açıların bahsedilen gafletten dolayı her birimizde her zaman oluşabileceğini unutmamalıyız. Oluştuğundan da gafil olduğumuzu bunun üzerine eklediğimizde Kuran’la hemhal olmanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Kuran okuma bu küçük açıları anında kapatan bir özelliğe sahiptir, düzenli ve bu gaye ile okuması şartıyla.
2) Tahayyul
Kuran okurken cennet, cehennem, kıyamet, mahşer tasvirlerini hayalimizde bir resim gibi canlandırmak gerekmektedir. Tasvir sanatının kullanılmasının gayesi budur. Bu gayeyi tahakkuk ettirmeyen bir okuma nakıs bir okumadır. Bu yöntem beynimizin sağ tarafını harekete geçirmek için gereklidir. Beynin iki tarafı etkin bir şekilde kullanılırsa amel edebilmemiz için bütün gücümüzü seferber etmiş oluruz. Böylece ameldeki başarı şansımızı bir hayli yükseltmiş oluruz.
3) Tefekkür
Kıssalardaki ve tabiattaki örnekleri ibret amacıyla derin düşünmek, anladım deyip geçmemek. Okuma bittikten sonra da geri dönüp örnekler üzerinde kalbimizde bir etkilenme hissedene kadar düşünmeliyiz. Zira ayetin asıl maksadı kalbe bir etki bırakmaktır. Bu etkiyi bırakmadan ayetlerin manasını sadece idrak ediyorsam maksat gerçekleşmemiş demektir. Sadece bilgi depolamış oluyorum. Tıpkı yüzünden okuyan kişi nasıl ki, maksadına uygun okumuyorsa, bizim okumalarımız da yüzünden okuyanların okumasına bir yönden benzer bir okumadır. Biz de yüzünden anlayarak okuyoruz, derinine inmiyoruz, hayata da bu yüzden geçmiyor. Kısacası yüzünden okuma fenomeninden halen kurtulamamışız. Sahabenin okuması ile bizim okumalarımız arasındaki esas farkı belki de budur. Derin irtibat kurma farkı. Bunun da modernizmle bir ilgisi olabilir. Modernizmde bilgiye hep ‘kemiyet’ bakımından yaklaşılır, hikmet ve keyfiyet açısından değil. Çok fakat yüzeysel bilgi seli ile karşı karşıyayız. Bilgi ile ilişki tarzımız modern etkiler taşıdığı için Kuran’daki bilgileri de defaatlerce okumamıza rağmen bilgi etki bırakmıyor. Sahabe ilk yıllarda indirilen 30 sure ile devrim yapabilecek kıvama gelmişlerdi. ‘Az’ malumat vardı ve fakat o az bilgi ile derin bir ilişki sağlanmıştı.
Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler(faksusi-lkasasa le’allehum yetefekkerûn).(7/176)
4) Taakkul (manaları ve mesajı doğru anlamak, ayetlerin arasındaki bağlantıları doğru kurmak).
5) Tedebbür (doğru pratik için hükümlerin arka plandaki hikmetleri ve maksatlarını anlamak)
Şimdiye kadarki Kuran okuma pratiğimizi gözönüne getirdiğimizde sadece 4. ve 5. maddelerdeki faaliyetlerin hakkının verilmeye çalışıldığını görürüz.
b. Kuran okurken emir-yasakları hayata geçirme kararı alarak okumak gerekir:
İşte buraya gelince kendimizi sanki Kuran’ın doğrudan muhatabı olarak almıyoruz. Bir adım geri atıyoruz, erteleme moduna geçiyoruz. Bunun için belli belirsiz gerekçelerimiz de yok değil elbette. Şu an hazır değilim, ilk muhataplarının şartlarının bizim şartlarımızdan farklılığı vb. Hazır değilsek hazır hale gelme kararı alabiliriz. Hazır hale gelmek için yapılması gereken işleri yapmaya başlarız. Bazı emirleri aşamalı, bazı emirleri bugünden yarına hemen yerine getirebiliriz. Buna herkes kendi vicdanında ilme dayalı olarak karar vermelidir. Fakat okuduğumuz emir ve yasakları duymazlıktan gelmiş gibi okumak(belirsiz bir geleceğe ertelemek) asla kabul edilebilecek bir durum değildir. Ne yapıp edip okuduğun o emirle ilgili mutlaka kendine birşeyler yapmalısın. Bu bir düşünce oluşturmak olabilir, bu bir plan yapmak olabilir, bu bir zaman koymak olabilir şu tarihten itibaren başlama kararı almak olabilir veya hemen uygulamaya geçmek olabilir. Önemli olan Kuran’ı okuduğumuz oranda amellerimizin de buna paralel bir artış/yükseliş trendine girmesidir. Çizgi yükselme trendinde olmalıdır. Aksi takdirde şu ayetin muhatabı oluruz:
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.(62/5)
Kuran aynasına bakıp kendimize çeki düzen vermek
Kuran okurken tıpkı aynaya bakar gibi nerede eksik, fazla, yanlışım var, saçım mı dağınık, yakamda bir kir mi var şeklinde okumalıyız. Kuran okurken hangi özelliğimiz Kuran’a uymuyor gözüyle okumalıyız. Kuran’ı kendime tutarak okumalıyım. Bu okumadan bir eksiklik listesi çıkarmalıyız. Bunu gündemimizin birinci sırasına koymalıyız. Bu arada fikri ihtilaflar, ilmi tartışmaların çözümü gündemin alt sıralarında olmalıdır. Kuran aynasına bakarak okuyunca örnek olarak Kuran bize şöyle seslenir:
‘Senin halen ciddi bir uyku zaafın var bunu değiştirmelisin artık, boş zamanının çoğunu faydasız işlerle geçiriyorsun, bu durum cihad ruhu ile bağdaşmaz. Hep yahudi öğrenciler hakkında savaş zamanında Arap öğrenciler gibi radyo başında haberleri dinlememelerinin sebebiyle ilgili söylenen: ‘Biz buraya okumaya gönderildik, derslerimizi haberleri takiple ihmal edemeyiz, bir an evvel okulu bitirip ülkemize hizmete gideceğiz’ sözlerini örnek veriyorsun, fakat aynı zaafa kendin de düşüyorsun. İçinde yaşadığın toplumdaki siyasi kavgalarla çok fazla meşgul oluyorsun. Senin bir davan var, adım adım o hedefe götürecek işlere yoğunlaşman lazım. Zaten etki yapamayacağın aktüel siyasi meselelerle gereğinden fazla ilgilenme artık, kendi çalışmalarına, topluma nüfuz etme, yayılma çalışmalarına daha fazla zaman ayır…’
Hayata entegrasyon planları yapmak
İnsanlar Kuran’ın devlet olmayı gerektiren hükümlerinin dışındaki bütün hükümlerini hayata geçirebilirler. Dava fiillerinin hepsi(tebliğ, inzar, tebşir, davet, mücadele, nasiha vd.) yerine getirilebilir, takva fiillerinin(tezkiye, sevgi, havf, haşyet, şükür, hamd, zikir, tespih vd.) hepsi yerine getirilebilir.
Bu konuda irade bilimlerinin[5] araştırmalarından istifade edebiliriz. Yapılan bu araştırmaların sonucunda tavsiye edilen ‘stratejik eylem yönetimi’ ile emirleri hayata daha planlı, sistematik ve kararlı aktarabiliriz.
‘Stratejik eylem yönetimi’, ‘iradeye dayalı kontrol stratejileri’ ve ‘uygulama kararları’ndan oluşmaktadır: Örneğin ‘Sağlıklı olacağım’ bir niyeti, ‘yemeğe çıkınca etsiz ürünler yiyeceğim’ bir uygulama kararını ifade eder. Genelde bizim düşünceler hep iyi niyet seviyesinde kaldığından kendimizi değiştiremiyoruz. Uygulama kararı ise ‘somut bir eylem planıdır’. Plan yoksa eylem de yoktur.
‘Tebliğ edeceğim’ bir niyetin ifadesidir, fakat ‘Çarşıya gidince geçen tanıştığım satıcının yanına uğrayıp bir Kuran meali hediye edeceğim’ somut bir eylem planıdır. Bu tür uygulama kararları alarak Kuran’ın emir-yasaklarını hayata geçirmek mümkündür. Harekete geçmek için insanın somut talimata ihtiyacı vardır: Yapılacak iş detaylı bir şekilde belli olmalı(plan) artı o iş kendimize bağlayıcı kılınmalıdır(karar). Kendi kendimize talimat vermeden harekete geçemeyiz.
Dolayısıyla Kuran hayata geçirme’li okunmalı- ayetlerdeki emir-yasaklar bu takva programında olduğu gibi uygulama kararı olarak algılanmalıdır veya uygulama kararlarına dönüştürülmelidirler. Emirler için plan yapılmalıdır, hayata entegrasyon planları oluşturulmalıdır.[6]
Sonuç
Bu takva programı bitecek, onun oluşturacağı boşluğu düzenli nefis muhasebesinin yanında Kuran okumaları dolduracak. Takva dersi Kuran’da devam edecek. Derste biz teorik bilgi, öğüt, uyarı ve uygulamaya dönük kararlar veriyoruz. Bunların hepsi zaten Kuran’da var. Bu gözle okunursa Kuran faydasını insanın üzerinde gösterir, programda duyduklarımızı orada duymaya devam ederiz. Bu program o manada bitmemiş olur.
Uygulama kararları:
1. Her gün 3-5 sayfa Kuran okumak. Veya her gün 10 dakika Kuran okumak. (ya sayfa sayısı ya da zaman süresi belirlemek, buradaki rakamlar bir örnektir, herkes kendi durumuna ve ihtiyacına göre belirleme yapmalıdır ve bu belirlemeye mutlaka uymalıdır)
2. Kuran okurken kalbe hitap eden ve ameli ayetlere odaklanıp hayata geçirme planları yapmak ve bunları aşama aşama uygulamaya dökmek.
[1] Bizim durum sahabenin durumundan bir yönüyle farklıdır, değerlendirme/kıyaslamada elbette bu durumu gözönünde bulundurmak lazım. Onların zamanında İslam adına ortaya atılan yanlış bilgiler yoktu. Bizim Kuran’la aramızda 1400 yıllık bir ilmi miras var. Bize kadar gelen İslam hakkındaki bu bilgi mirasını ayıklamak zorundayız. Bu ayıklama işlemi için de Kuran okumak zorundayız, hangi bilginin Kuran’a uyup uymadığını test edebilmek için bu kaçınılmaz bir görevdir. Fakat bu durum yine de Kuran’ı okumanın esas gayesinden bizi saptırmamalıydı ve saptırmamalıdır.
[5] Daha geniş bilgi için bkz.: Nefis Bilinci 6: http://www.venharhaber.com/nefis-bilinci—6-makale,405.html
[6] ‘İradeye dayalı kontrol stratejileri’ için şu yazıda geçen namazla ilgili tabloya bakılabilir. Orada namazın yerine herhangi bir başka emir ve yasak konulabilir. Namazı Dosdoğru Kılma Metodu (2)
Twitter.com/hervele1
facebook.com/sabri.aydin.758