Kültür, nefes alan bir toplumun kalp atışı gibidir. Kültür, geçmişten geleceğe doğru götürdüğümüz bize ait olan şeylerdir. Kelime kökenine baktığımızda bir şeyler ekip ürün almak anlamına gelir. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her bir başakta yüz dane olan bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.”(Bakara 261) Allah hayırlı amellerde iyiliğin nasıl saçaklandığını ve toplum için hayırlı bir kültüre dönüştüğünü bize defalarca ifade ediyor. Şahitlik kavramı Müslüman olmanın başka zihinlere tohum ekme gerekliliğinin bir ifadesi değil midir? Haksızlık karşısında dik durabilmek mi örneklik taşır haram yemekten çekinmemek mi? Ruhumuza işlemesi gereken bunca güzel hasletler varken insan içinde kendisi için hayırlı bir karşılık barındırmayan cahiliye zilletini neden kültür diye benimser? Artık ruhumuzun genetiğiyle de oynuyorlar bu yüzdendir ki zihnimizin ortasında filiz vermiş özünden uzaklaşmış genetiğiyle oynanmış kültürün kötü meyvelerini tüketiyoruz. Geri kalmışlığımıza ilaç olarak gördüğümüz Batı’nın kültürüne tabi olduk bu yüzdendir ki kültür namına bizden olan hiçbir anlam üretemiyoruz. Cılız seslerimiz kafatasımızdan dışarı çıkmıyor. Kültürümüz diyebileceğimiz bize ait olan çok da bir şey kalmadı elimizde. İçimizden çıkmış oryantalist kafaların müreffeh ve çağdaş vatan ideallerinin hayal kırıklıklarını miras aldık. Müstekbirler tarafından üretilen aileye, kültüre ve ahlaka yabancılaştığımız, halka ait olmayan, batı menşeli kitle kültürünün de esiriyiz.
Burada halk ve kitle kültürünün ne olduğuna dair bir açıklama yapmak yerinde olur. Halk kültürü dediğimizde, halkın geçmişten getirdiği biriken ve süregelen bir kültürden bahsederiz. Halk kültürü, toplum tarafından üretilen topluma has güçlü özellikleri taşır. Türkülerimiz halk kültürünün üretimlerindendir. Bu yüzden türkülerimiz tandırımızda pişen katmer gibi kokar, bizdendir, bize aittir. Kitle kültürü ise imal edilmiş, mekanik, tüketmeyi ve aynılaşmayı kolaylaştıran, politikacılarla şirketlerin oyuncağı olmuş, kapitalist ütopyayı yaratır. Kitle kültürü, toplumu siyasetten uzak tutmak için Roma imparatorluğunun kullandığı sirk formülü demektir. Bu formülde toplumsal düzenin sağlanması için ve toplumun siyasetten uzak durması için gladyatörlerin dövüştüğü at yarışlarının yapıldığı sirkler kullanılmıştı. Yılın iki ay kadar bir süresini kapsayan bu sirkler, 2 günde bir yapılacak şekilde zamanla arttırıldı. Çünkü boş zihinlerin ne kadar kolay yönetilebildiği anlaşılıyordu. Romalıların oyunları, günümüz televizyon izleyicisinin durumundan farksızdı. Endüstrileşmeyle birlikte yaygınlaşan bu kültür, üst aklın mamulü olarak imal edilen fastfood kabilinden zararlı bir gıda gibi zevkle yenir ancak ruhumuzu içten içe çürütür. Bu kültür bizim damarlarımızda akan kan kadar bize ait olan güçlü halk kültürüne adım adım ölüme götüren bir tümör gibi sarılmıştır. Kitle kültürü kitleyi ortak bir amaç uğrunda tek tipleştirmekle siyasal erklerin meşruiyet krizlerini de çözmede araçtır. Sorgulanamayan değerler, kişiler, anlayışlar yaratma kültürüdür. Müslüman toplumda geçmişten günümüze aklımıza gelebilecek en basit örnekler, sahih olmayan hadislerle aşılan meşruiyet krizleridir. Bu hadisler kitlelerin rızasını almak otoriteyi sağlamlaştırmak için yazılmış kara propaganda içeren sloganik ifadelerdir. Romalıların sirklerle yaptığını Müslüman topluma sahih olmayan hadisleri din diye dayatıp pekâlâ kültüre dönüştürerek yapabildiler
Adına kültür dediğimiz bu uyuşukluk hali, yakın zamanda bir takımın şampiyonluk kazanıp insanların sokağa dökülmesiyle de kendini gösterdi. Bu toplumun halk kültürü şöyle derdi; komşunun cenazesi varken eğlenemezsin! Ancak beşeriyet kültürü bunun aksine dünyadaki varlığı hazla sınırlar. Haz alabildikçe varsındır. Bu haz duyma olayı da çok ilginçtir bu kadar gerçekmişçesine hissedilen takım şampiyonluğundan dolayı duyulan suni haz insanların ölümlerine tepki vermekten daha değerli hale gelmiştir. Bugün takım formalarına maç biletlerine vs. harcanan paralar milyonlarla ifade edilebilir ancak bir Filistinlinin hayatta kalabilme şansı olacak 3 kuruş yardım haybeye harcanan para olarak görülüp göz ardı edilebiliyor. Tüketenin düşünme melekelerini de elinden alıp ona dar bir evren sunan bu kültürel çöküş anafor misali hem kuşatıyor hem de içine çekiyor. Eskiden televizyonlara bu yüzden savaş açtık sonra bilgisayarlar çıktı sonra telefonlar. Burada bahsettiklerimiz sadece birkaç basit örnek bunlara gelene kadar moda, siyaset, magazin gibi yüzlerce, binlerce helvadan putun hem üreticisi hem de tüketicisiyiz. Halkın İslam’ın hamuruyla yoğrulmuş adalet temelli kültürünün yerini ruhunu yitirmiş genç nesille birlikte daha da artan kitle kültürünün aldığı kesin. Bu yüzdendir ki gençlerimiz daha duyarsız, çiçeğin kokusunu, güneşin sıcaklığını, özlemeyi, hissetmeyi, bilmeyen benmerkezci bir kültürle yoğurulan toplumu getirmekte. Küreselleşmeyle hat safhaya çıkmış olan aynılaşma topluma ait olan empati duygusu başta olmak üzere ahlaki tüm özelliklerimizi biçip yok ediyor. Çiftlik hayvanından farksızlaşıyoruz; otlamaya çıkıldığında gördüğümüz güneşi özgürlük sanıyoruz. Bu özgürlük sandığımız esaret, bize kendi seçimlerimizi yaşadığımızı sandığımız demokratik görünümlü ama hiç de öyle olmayan oligarşik bir düzenin kuklası olmayı dayatıyor. Onlar üretiyor biz tüketiyoruz, aynılaşıyoruz, duyarsızlaşıyoruz. Bizler insanlıktan işte böyle çıkıyoruz. Dünyaları yiyip doymayan sömürü düzeninin gözleri kültürümüzde ve zihin dünyamızda. Bu dünyada bize ait bir şey kalmayana kadar insanlıkla savaş halinde bir sözde uygarlığın yaptıklarıdır bunlar. Sokaklarımızın, caddelerimizin, ülkelerimizin sömürülmesine alışmışken şimdi de toplumumuza, ailemize hatta zihnimize sirayet eden bir virüsün kısır kültürünü özümsüyoruz. Bu kafayla bu ümmete baş olmaktan bahsediyorsak da vay halimize. Ki bu tip söz ve yaklaşımlar da arka planda demagojik anlamlar taşır. Herkesi ve her şeyi kınamakta üstümüze yoktur. Bunu da toplumu ateşleyecek gündemlerden biri olarak kullanırız. Vicdanı da bize öğretmiş olan kitle kültürüyle 1 dakikalık saygı duruşuyla vicdanlarımızı susturmayı öğrendik. Saygı duruşu da adeta ümmeti yok olurken hiçbir şey yapmayan zihni prangalı Müslümanın duruşunu temsil ediyor.
Ancak unutmamak gerekir ki ölümden kurtuluş yok. Allah müstekbirlerle mustazafların karşılıklı suçlamalarında olduğu gibi suçu işleyeni de ortak olanı da bir görecektir. Bu tepeden inme ahlaksız kültürü üretmek onlara, reddetmekse bize düşer. Şayet tüm bu zorlukların gölgesinde hala eleştirebilme, düşünebilme yeteneklerimizden eser kalmışsa bunca bilgi bombardımanı içinde nefes alan bir beyin için Rabbimize şükretmeliyiz. Çünkü bu toplum kültür ameliyatlarıyla ahlakını, vicdanını aldırmış görünüyor. İsyan, haykırış ve feryadın hiçbir değeri yok. Mührü elinde tutan ben Süleyman’ım diyor. Oysa Allah’ın adaletini terk edip kendi çıkarlarını ve çıkar gruplarını gözeten kimse olsa olsa ya Nemrut olur ya da Firavun.