Küfre Küfür, Kâfire Kâfir Diyememek

"Kâfire ‘kâfir’ demeyi aklına bile getirmeyen Türk, hâlâ 1856’ların havasında yaşıyor demektir: Bedeni 21. yüzyılda yaşıyor olsa bile, zihin yapısı 1856’larda kalmıştır.”

Son yüz yetmiş yıldır Müslümanların küfür ve kafir kelimeleriyle başı hoş değildir.

Zira Batıcı, laikçi, demokrat, liberal, muhafazakâr… vb. görüşlerin sahipleri küfür ve kafir kelimelerini “köşeli kelimeler” olarak ilan etmişler, Müslümanlar da -bu çevrelere yaranmak için demeyelim- “toplumsal barışın korunması” için o kelimeleri kullanmaktan kaçınmışlardır.

En sıcak gündemimiz olarak ABD-İsrail güçlerinin Gazze’deki soykırımına karşı, vicdan sahibi Batılıların gösterdikleri fiili tepkilerle birlikte, o “başı hoş olmama” durumunun daha da belirginleştiğine, hatta sosyal medyada Batı’dan verilen kimi uç örneklerle “Bunun tavrı mı daha Müslümanca yoksa bizimki mi?” sorusu eşliğinde küfür ve kafirlik gerçeğinin çok daha gerilere itilmek istenildiğine tanık oluyoruz.

Küfür, kafir ve diğer ilgili kelimelerinin manası için Tehânevî’nin yakın zamanda Ketebe Yayınları arasından çıkan Keşşaf’ına uğradıktan sonra, söz konusu tutumla ilgili, önceden vuku bulmuş kaydî bir itirazı da bu vesileyle iletelim.

Tehânevî, mezkûr kelimeler için Şerhu’l-Makâsıd’dan şunları aktarmıştır:

“Kâfir imanını izhar ederse münafıktır.

İmandan sonra küfrünü izhar ederse mürteddir.

Şayet ulûhiyette ortak kabul ederse müşriktir.

Şayet neshedilmiş dinlerden ve kitaplardan birini kabul ederse kitâbî adını alır.

Eğer zamanın (dehr) kadîm olduğunu ve hâdislerin ona dayandığını söylerse dehrîdir.

(Âleme müdahil olan bir) Yaratıcı’yı (el-Bâri) olumlamazsa muattıladandır (yani deisttir).

Hz. Peygamber’in peygamberliğini itiraf etmekle birlikte ittifâkla küfür olan inançları dile getirirse zındıktır.”

Kayda giren itirazın sahibi ise Mehmet Maksudoğlu Hocamızdır. Osmanlı Devrinde Tunus adlı kıymetli çalışmasının önsözünde şunları yazmıştır:

“(Kitabımda) Avrupalı, Frenk, Cenova’lı, Venedikli, Fransız kelimeleriyle birlikte veya bu kelimeler yerine bazen kâfir kelimesini kullandım.

Kâfire ‘kâfir’ demek, 1856 yılında Islâhat adı verilen düzenleme ile YASAK EDİLDİ.

Islâhat, kültür hayâtımızda(ki) ikinci depremdir. İlk deprem, Tanzimât (1839) hareketidir.

Sultan Üçüncü Selim (1789-1807) ileri gelenlerden, yapılması gereken yenilikler için ‘lâyiha’ denilen rapor/öneriler almıştı. Tanzimat’ı ilân eden 16 yaşındaki Abdulmecid’i ise, Avrupa’lı kâfirlerin maşası olan, mason Mustafa Reşid Paşa, GİZLİ GÖRÜŞMELERLE ikna etmiş, Tanzimât böyle ilân edilmiştir.

Osmanlı Devleti, Kavalalı yüzünden çok zor duruma düşmüştü; 1826’daki Vak’a-yi Hayriyye’den sonra yeni kurulan, tecrübesiz Osmanlı ordusunu yenip Osmanlı mülkünün yarısına hâkim olan Kavalalı kuvvetleri, Avrupalı emperyalistler durdurmasa idi, İstanbul’u da alabileceklerdi. Ya Devleti yöneten hânedân değişecek yahut Devlet arazisi ikiye bölünecekti. Avrupa kamuoyunu kazanmak gerektiğini Mahmûd Celâleddin Paşa Mir’ât-ı Hakikat adlı kitabında belirtir. Böylece, Tanzimat, en olumsuz şartlarda -Avrupalıları memnun edecek şekilde- bir emr-i vâki olarak ilân edildi.

İkinci deprem Islâhat’ın günümüzde hükmü kalmadığı için, artık, kâfire ‘kâfir’ demek yasak değildir. Avrupalı’ya, Batılı’ya, Tanzimât’tan önceki Osmanlı Türkünün baktığı gibi bakan bir Cumhûriyet devri Türkü olarak, normal olan, tabii olan bir deyimi kullanıyor olmam, olayları objektif olarak aktarmama ve yorumlamama gölge düşürmez. Avrupalı’yı bir sıfatıyla anıyorum, o kadar. Kâfirin ‘kâfir’ olduğunu belirtmemde, hatırlatmamda asla hakaret kasdetmiyorum; sâdece onların bir sıfatını belirtiyorum, hatırda tutulmasını sağlamağa çalışıyorum. Zâten ebedi hayatta durumları belli olanlara hakaret etmenin gereksizliği ortadadır.

Avrupalı emperyalistlerin baskılarıyla, 1858 yılındaki kararla, Müslümanlar DURUŞ kaybına uğratıldılar; ‘duruş’u olmayan kimliksizleşir, omurgasız hâle gelir.

Kâfire ‘kâfir’ demeyi aklına bile getirmeyen Türk, hâlâ 1856’ların havasında yaşıyor demektir: Bedeni 21. yüzyılda yaşıyor olsa bile, zihin yapısı 1856’larda kalmıştır.”

Maksudoğlu’nun alıntımıza esas kitabı, 1966 yılına ait doktora tezi olup, yayım tarihi 2021’dir (İnkılâb Yayınları); kitabına yazdığı Önsöz’de de tarih yer almadığına göre söz konusu görüşlerinin daha önceki yıllara ait olması mümkündür. Zira kendim ‘80’li yıllardan beri biliyorum ki, özellikle “bizim” edebiyatçılarımız kafire kafir denmesini hiç hoş karşılamamıştır. Örneğin Ionesco’ya ‘kafir’ dediğinizde önce en yakınızdakilerin ‘Ayıp yahu, hangi devirde yaşıyoruz, o iyi bir yazar’ şeklindeki sözlü tepkilerine maruz kalırsınız

Hasılı son yüz yetmiş yılda ne olmuşsa bugün de o olmaktadır.

“Küfre küfür, kafire kafir” demek ancak Maksudoğlu gibi birkaç yiğidin harcıdır.

Yeni Şafak / Ömer Lekesiz