İsmet Özel’den Garaudy’ye ‘Pazar Tek Tanrıcılığı’ ve İktisat Meselemiz

Garaudy'nin kavramsallaştırdığı pazar tek tanrıcılığına mı iman edeceğiz yoksa vahyin çerçevesini belirlediği inanç ve yaşam kaynağına mı? Müslümanlar bu temel soruyu kendilerine yöneltmedikçe bugünkü dünyanın ürettiği sorunları çözemezler. Kurulu dünya düzenine itiraz etmeyen Müslümanlar bugünlerde Gazze'de yaşanan drama dur diyemezler. Çünkü Müslümanlar Gazze'de yaşanan soykırımı kendi elleriyle finanse ediyorlar. 

Özel’den Garaudy’ye ‘Pazar Tek Tanrıcılığı’ ve İktisat Meselemiz

İsmet Özel yıllar evvel bir dizi halinde yayınlanan “Cuma Mektupları” isimli eserlerinde iktisadi meselelere değinirken “iktisat meselesi bir itikat meselesidir” demişti. İktisat meselesi nasıl bir itikat meselesi olabilir?

İslam dini yapısı itibarıyla hayatın hiçbir alanını seküler alana terk etmez! İslam’a göre hayatın merkezinde vahiy vardır. Vahiy ise hayatın tüm alanlarını kapsayan naslar belirler. İslam’a tabi olanların bu nasların dışına çıkmak gibi bir tercihleri olamaz. Nasları açıklayan ve nasların pratik hayata aktarılmasını sağlayan, rol ve örnek model oluşturan Sünnet-i Seniyye ise ahlakın kemale ermesi bakımından büyük değer taşır ve İslam’ın ikinci ana kaynağıdır.

Tarih boyunca, vahyi ve Resul-i Ekrem’in sünnetini merkeze almayan ya da almak istemeyen Müslümanlar, her ne kadar yaşadıkları çağda birer etiket Müslümanı olarak vârolmuşlarsa da İslam’ın kendilerine kattığı izzet, onur ve haysiyetten yoksun kalmışlardır. Vahyin aydınlığına koşmaktansa, iktidar, servet, şöhret ve şehvet gibi dünyevi gayelere koşan Müslümanlar medeniyet kurucu rollerini kaybetmişler, zillete düşmüşlerdir.

Bugünün en büyük handikapı ise İslam’ı kabul etmiş insan kalabalıklarının Îtikâden yaşadıkları savrulmalardır. Bilhassa yeni bir durum olarak ortaya çıkan Modernizm zehriyle yüzleşmek zorunda kalan Müslümanlar ya Modernizme direkt teslim olmuşlar ya da kendilerini tecdid etmenin yollarını birbirine karıştırarak asimile olmanın konforuna teslimiyet göstermişlerdir.

Oysaki tevhidi dünya görüşü, kendi kaynaklarından güç alan ve beslenen bir yapıya sahiptir. Bu öylesine güçlü bir zorunluluktur ki kendisine şerik kabul etmez. İslam teslimiyet dinidir. Kelime-i Şehadet getirildikten sonra eller havaya kaldırılır ve İslam dışındaki bütün düşünce sistemlerine, bütün ideolojilere ve bütün dinlere güçlü bir “La” çekilir. Bundan sonra iki yol vardır. Ya Kelime-i Tevhid’in gölgesine girerek Kur’an’ı bir hayat rehberi, Resul-i Ekrem’in ahlakını düstur edinmek ya da ikinci bir yol olarak “Ey iman edenler iman ediniz” ayetine sırtını dönerek, başka yollar aramak.

Aklı başında bir Müslüman şahsiyet için birinci yol sırat-ı müstakim yolu, ikinci yol ise kendisine buğz edilenlerin yoludur. Vahyi hayatının merkezine alan ve bu birinci yolu tercih eden Müslümanlar kendilerini yaratan ve var eden Allah’tan başkasına boyun eğmezler. Hiçbir otoriteye kulluk etmezler. Hiçbir düşünce ve yaşam sistematiğini içselleştirerek hayatlarının merkezine oturtmazlar. Hele de beşer ürünü ideolojilerin dünyevi ihtirasları kaşıyan ilke ve uygulamalarına tabi olmazlar.

Rahmetli Roger Garaudy, “Çöküşün Öncüsü ABD isimli” eserinde “Pazar tek tanrıcılığı” kavramına sıkça atıfta bulunur ve kapitalizmin kâr hırsını kaşıyan bir ideoloji olarak insanlığa kurtuluş reçetesi sağlamayacağı tezini işler. Gerçekten de kârın maksimizasyonu kapitalizmin temel paradigmalarından birisidir. İnsanoğlu kapitalizmle tanışmaya başladıktan sonra pazar tek tanrısının büyüklüğüne iman etmiş, varoluş gayesinden saparak hayatının merkezine kazanma ve servet sahibi olma hırsını yerleştirmiştir.

Tekrar İsmet Özel’e dönecek olursak Kapitalizm, temel kurgusu ve doğası gereği sadece İslâm dışı dünyada değil Müslüman dünyada da kendisine hizmet edecek yararlı aparatlar üretebilmiştir. Müslüman dünyada da gerek bilerek gerek bilmeyerek Kapitalizm’in kalıcı olmasına hizmet edecek devşirmeler ya da gönüllü askerler vârolabilmiştir. Bunlar ise temelde iki gruba ayrılmaktadır.

Birinci grup, modern dünya sistemine tamamıyla tabi olmuştur, sistemin çarkları arasında birer dişli olarak sisteme hizmet eden gönüllü kölelerden müteşekkildir. İkinci grup ise sistemin işleyişi içinde durarak sistemin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılması için çabaladığını düşünen insanlardan oluşmaktadır. Birinci durumdakiler sisteme teslimiyet göstererek sancağı modern dünya siteminin ağababalarına teslim etmişler yani yenilgiyi baştan kabullenmişlerdir. İkinci gruptakiler ise sistem içinde palazlandıktan sonra sistemi ekarte edeceklerini düşünerek sistemin arzuladığı enstrümanları meşrulaştırmışlar ve ayrı bir bataklığa saplanmışlardır.

İkinci grubun gayesi ve gayreti ise Kapitalizmi daha da büyütmekten başka bir işe yaramamış, aksine Müslüman toplumun temel iktisadi dayanakları olan karz-ı hasen, tüketimde ölçü, israf yasağı, meşru ticaret, faiz yasağı, şükür, paylaşma, zekat, sadaka, kanaat, ihtikâr-kara borsa yasağı gibi temel dinamikleri kendi elleriyle dinamitleyerek asıl bulunmaları gereken mevziden dışarı çıkarak kapitalizme hizmet eden birer aygıta dönüşmüşlerdir.

Servet biriktirme ihtirası

İslam’ın emir ve yasaklar manzumesinin temel belirleyicisi ve İslâm ahlakının temel kaynağı olan Kur’an, Müslüman ahlakının somut tecellisi olan Resul-ü Ekrem’în, söz fiil ve takrirleriyle yaptığı uyarıların ciddiye alınmadığı, kâr etmediği bir toplumda kapitalizmin baş tacı ettiği kâr hırsı ve servet biriktirme ihtirası ikame bir değer olarak Müslümanların bağrına saplanmıştır.

Burada temel soru şudur: Müslümanlar kendilerine bir inanç, bir düşünce, bir yaşam biçimi ve hayat trafiği belirleyen kapitalistik modern dünya sistemine mi teslim olacaklar, biat edecekler, yoksa İslam’ın temel kaynaklarına sımsıkı sarılarak kendilerini yaradan ve yeryüzüne halife olarak yollayan Allah’a mı? Tabii olarak burada kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar elbette zahiren ikinci teklifi değerlendirerek Allah’a yönelecekler ve hayatlarında hiçbir gri alan bırakmaksızın İslam’ın ana kaynaklarına teslim olacaklardır.

Yıkım alanları

Ancak iş pratik hayatta böyle olmuyor. Modernizm, sekülerizm, materyalizm gibi yıkım alanlarının ayartıcılığı öylesine güçlü ki, Müslümanlar bu ayartıcılığa aldanarak kendi kaynaklarında açıkça yasaklanan bazı uygulamalar için ulemâdan ve fukahâdan yasakları delecek, emirleri seyreltecek fetvalar alabildiler. Bu bir cür’etti ve bu cür’etin dünyevi ve uhrevi neticelerine katlanmak adına bunu yaptılar. Burada temel ölçü de şu oldu: Ulemâ hükümde isabet ederse bir, yanılır da edemezse iki sevap alacak! Oysaki Hz. Peygamber bu konuya bir açıklık getirmiş ve demiş ti ki: Şüpheli şeylerden uzak durunuz! Kıyas ve İcma’nın gücü sünnetin gücüne ağır basınca İslam’ın ana kaynaklarında ortaya konan ilkeler sulandırılarak yerine daha sentetik bir din anlayışı icat edildi!

Mesela bugün neyin faiz olduğu neyin faiz olmadığı konusunda hâlâ bir fikir birliğine varabilmiş değiliz. İnce düşünecek olursak İmam-ı Azam’ın yaklaşımı bizim için iyi bir işaret fişeği oluşturabilir.

Yine bir ismet Özel yazısından yola çıkarak meseleyi derinleştirelim. İsmet Özel faiz meselesine ilişkin olarak İstiklal Marşı Derneği’nde yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor: Parayla birlikte biliyorsunuz faiz de söz konusu edilir. Yani faiz dediğimiz şey parasız düşünülemiyor. Ama biz Müslümanlar olarak meselenin ne olduğunu diğerlerinden yani gayr-i Müslimlerden daha iyi kavramak zorundayız. Ben tabii ki işim bu olduğu için faiz, para falan filan konusunda epey sayfa çevirdim. Ama işin ne olduğunu anlamam ancak İmam-ı Azam’ın bir beyanıyla mümkün oldu. Neden biz paranın belalı bir şey olmasından sakınmak için faizden uzak durmak zorundayız? Yani mutlak manada faizi niçin reddetmeliyiz? Bunu anlamamız lazım. Faizi kısmen dahi kabul etmemenin gerekçesi nedir? Yani faiz haram olan tek şey değil, ama faizin geçerli olduğu bir yerde bütün haramların kendine yayılmak için, çoğalmak için bir alan bulduğunu bilmemiz lazım. Yani bir yerde faiz varsa, orada her türlü kötülük olabilir. Her türlü kötülük, aklınıza gelebilecek her türlü kötülük. İki kişi bekliyorlar. Birisi İmam-ı Azam, diğeri arkadaşı. Hava sıcak güneş de tepede değil herhâlde birazcık hareket etmiş batmaya doğru. “Burada, güneşin alnında durmayalım” diyor, İmam-ı Azam’ın arkadaşı. “Şu evin gölgesinde bekleyelim daha rahat ederiz” diyor. İmam-ı Azam “hayır” diyor. “Burada kalacağız, burada bekleyeceğiz”. “Çünkü” diyor “O evin sahibinin bana borcu var, eğer ben o evin gölgesinde durursam bu faiz olur” diyor. “O evin sahibinin bana borcu var, ben o evin gölgesinde durursam bu faiz olur” diyor. Ne anlıyoruz bundan? Mali bakımdan güçlü olanın lehine ne yaparsan bu faizdir. Mali olarak gücü elinde bulunduran insanın lehine ne yaparsan o faizdir. Onun için bir Müslüman’ın ağzından şu cümle sudur etmez: “Bugün dünyayı Amerika yönetiyor.” Bu adam dinden çıkar. Anlatabiliyor muyum? “O adamın bana borcu var, ben onun evinin gölgesinde durursam bu faiz olur.” Demek ki dünyada bir şey söz konusu, şimdi Müslümanlar ayetle ve hadisle sabit olduğunu bildiğimiz bir tavrı dinlerinin gereği sayarlar. Nedir o? Borçtan kurtulmak. Öyle değil mi? Yani bir Müslüman’ın ilk işi borçtan kurtulmaktır. Neden? Çünkü borç, borç verenin lehine işleyen bir sistem yaratır. Yani borç verebilenin rahat ettiği her şey kötüdür. Borç alanın sıkıntıda olduğu her şey kötüdür. Ve bugün dünya, insanların borçlandırılması esasıyla işliyor. Ve yani faizle işliyor.

Bu sözlerden sonra meselenin ne denkli hassas olduğunu ayrıca ifade etmeye gerek olmadığı ortadadır. Ancak şunu ifade etmekte yarar var. Faizi kısmen de olsa kabul etmek, faizin yol açacağı başka kötülüklerin de önünü açmaktır. Başka bir örmek vermek gerekirse, mesela enflasyon dönemlerinde bir maldan mebzul miktarda alıp, bekletmeden piyasaya sürmeksizin, depolayıp, fiyatların yükselmesini beklemek ne denli İslami anlayışla örtüşür? Bazı insanlar bu yolla mallarının ya da paralarının enflasyon karşısında değerini koruduklarını düşünüyorlar. Oysa ki burada devreye giren temel saik fırsatçılık ve kâr hırsıdır. İslam’ın ana kaynaklarının karaborsa ve stokçuluğu yasakladığı biliniyorken, Müslümanın içine düştüğü bu durum neyle izah edilebilir?

Müslümanlar modern dünya sistemiyle restleşmeden, tersleşmeden, sisteme karşı duruşunu ve tavrını netleştirmeden bugünün iktisadi problemleriyle baş edemezler. Üstüne üstlük kâfirden ihsan bekleyen Müslümanlar gerçek manada tevhide sarıldıklarını iddia edemezler. IMF kapılarında borç dilenen İslam ülkelerinin ve Müslümanların içine düştüğü zilleti başka neyle izah edeceksiniz. İsmet Özel’in yerinde ifadesiyle, “bugün dünyayı ABD yönetiyor” diyenler dinden çıkmış olmuyorlar mı? Biliyorum bu ifadeler fazla cesur ifadeler ama meseleye şu yönden bakarsak ismet Özel haklı değil mi?

Kur’an’ın buyruklarına ve hakikatlerine sırtını dönerek gayrı Müslimlerin kurduğu ve işlettiği bir düzenden ihsan ve lütuf beklemek bir itikat meselesi değil midir? Ya da kâfirin icat ettiği bir inanç, yaşam ve düşünce sistemine sarılarak kendi kaynaklarına yüz ekşitmek bir itikat meselesi değil midir? Yaradan’ın sana uzattığı reçeteyi buruşturarak, yaratılmışların sunduğu ya da dayattığı reçeteye itiraz etmemek bir iman meselesi değil midir? Neyi reddedip neyi reddetmeyeceğimize dair tavrımız bizim durduğumuz yeri belirler. Garaudy’nin kavramsallaştırdığı pazar tek tanrıcılığına mı iman edeceğiz yoksa vahyin çerçevesini belirlediği inanç ve yaşam kaynağına mı?

Müslümanlar bu temel soruyu kendilerine yöneltmedikçe bugünkü dünyanın ürettiği sorunları çözemezler. Kurulu dünya düzenine itiraz etmeyen Müslümanlar bugünlerde Gazze’de yaşanan drama dur diyemezler. Çünkü Müslümanlar Gazze’de yaşanan soykırımı kendi elleriyle finanse ediyorlar. Faizi reddetmeyen, Karz-ı Hasen müessesesini işletmeyen, meşru ticareti hor gören, menşeine ve meşruiyetine bakmadan çılgınca tüketen Müslümanların bugün yaşananlar karşısında söz söylemeye hakları yoktur. Çünkü bugünkü zalim Siyonist düzenin finansmanı bilhassa faiz ve faiz müesseseleri üzerinden fonlanmaktadır. Faize boyun eğen devlet ve ülkeler bu borçlanmayı yaptıran merkezlerin boyunduruğundan kurtulamazlar. Hiçbir yaptırım güçleri de söz konusu olmaz. Çünkü borç alan emir alır.

Güçlünün zayıfı ezdiği bir düzende güçlüyü daha da güçlendirecek enstrümanları kullanarak gücün zalimliğine itiraz edemezsiniz. Zaten o enstrümanlar güçlüyü daha da güçlü kılıyor. Neoliberal düzene itiraz etmeyen Müslümanların Neoliberal düzenin ürettiği zulme, adaletsizliğe, hukuk dışı uygulamalara itiraz hakkı yoktur! En başa dönecek olursak “lâ” demeden “lahavle” çekilmez. Bugün lahavle çekmeye hakkı olanlar sadece ve sadece yurtları ve vatanları için kâfirle çatışmayı göze alan ve en baştan teslimiyet göstererek “lâ” diyebilenlerindir. Kâfirle çatışmak ise sadece topla tüfekle olmaz. Kâfirin kurduğu düzene başkaldırarak, itiraz ederek de çatışmış oluruz. Çatışmayı göze alamayan ise teslim olmak zorundadır. Teslim olan ise savaşı baştan kaybetmiş demektir.

Star Açık Görüş / Akif Çarkçı