İslamcılığı Yeniden Yorumlamak mı?

İslamcılığın yeniden yorumunu gündeme getirenlere, samimiyeti kuşanmış duygularımızla, geçmişe ve günümüze dair bazı sorular sormak isteriz?..

Son dönemde İslamcılık üzerine düşünceler, yazıp çizmeler yeniden alevlendi. Meseleyi ele alanlar kendi zaviyesinden değerlendirmeler yapıyor. Bu değerlendirmeleri yapanlar, bir yandan orta yol bulmaya çalışırken, bir yandan da ikircikli tutumlardan vazgeçemiyor. Bazıları da İslamcılık eleştirisine tahammül etmekte zorlanıyor.

İslamcılık çok kabaca bir tabirle, “çağın gereklerine göre bütüncül ve yeni bir İslami anlayış” olarak tanımlansa da, görülen hakikat İslamcılığın ve İslamcıların temel taleplerinin tamamen siyasi içerikli oldukları gözlerden kaçmamaktadır. Yani bütüncül bir hayat tasavvurundan öte, ilk taleplerin siyasi olduğu herkesin malumudur. İslamcı kesimin ilk çıkışlarında bir yönetim tarzı olarak parlamenter meşruti idareyi kıyasıya savunmaları, İslamcı kesimi bir sonraki eşikte demokratik temelli parlamenter sistemi savunmalarına mecbur etmiştir.

Öncelikle şunu ifade etmekte fayda vardır ki, İslamcılığı kim nasıl tanımlarsa tanımlasın, bu akımın siyasi talep merkezli olduğu gerçeğinin üstünü örtemez. Ve İslamcılığın, zuhurundan günümüze kadar hiçbir zaman Müslümanlık düşüncesinin (doğrusuyla yanlışıyla) kendi geleneği içinde ivme kazandığını söyleyemez. Zira İslamcılık ve İslamcılar dinin hukuki boyutunu, şer’i şerife uygunluğunu, Batı referanslı parlamenter yapının ne kadar Müslümanca olduğunu tartışmamıştır. Halen de tartılmış değildir. Şunu da eklemek gerekir ki, özellikle zamanımızın İslamcılığının bu merkezdeki meseleleri tartışacak mecali de kalmamıştır.

İleri sürdüğümüz iddiaya örnek verecek olursak, Meşrutiyet yönetimini canhıraş talep eden ve bu yönetimin nasıl olduğunu tecrübe eden İslamcılar, “acaba Batı referanslı parlamenter sisteme Dinimiz İslam ne der?” diyerek bir değerlendirme yapmamıştır. “Mecliste yer alan gavurların, Müslümanlar üzerinde siyasi, hukuki, iktisadi ve içtimai velayeti var mıdır?” sorusu sorulmamış, bu soru şer’i şerife göre bir cevap bulmamıştır. Bu meseleye itiraz eden Derviş Vahdeti de 31 Mart Vakasından sonra idam edilerek ortadan kaldırılmıştır.

İslamcılığın yeniden yorumunu gündeme getirenlere, samimiyeti kuşanmış duygularımızla, geçmişe ve günümüze dair bazı sorular sormak isteriz:

İttihat ve Terakki gibi Batının değerlerini Müslüman memleketine taşıyan, idarecilerinin pozitivist ve rasyonalist olduğu bilindiği halde, İslamcılar nasıl bu kadar ferasetsiz davranabilmiştir? Sadece Abdülhamid düşmanlığı üzerinden böyle bir yapı ile nasıl hem hal ve hem fikir olabilmiştir? “İttihatçılar içinde bir İslamcı” tanımı, tam olarak neyi ifade etmektedir? Bu sorulara gönül rahatlatıcı cevaplar verilebilecek midir?

Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa vb. İngilizlerle, Fransızlarla ve Müslümanların mülkünü sömürenlerle ne gibi bir işi olmuş da, onların davetlerine icabet edip Londra’ya, Paris’e gitmiştir? Dinin hasımlarıyla bir araya gelmek ihtiyacı neden hasıl olmuştur? Ve neden dinin bütün kavramları yeniden ele alınarak, içleri tamamen günün siyasi şartlarına göre yeniden doldurulmuştur?
İslamcılığın yeniden yorumlanması üzerine ortaya çıkan yaklaşımlara ithafen, gelelim günümüze. Günümüz İslamcıları, İslamcılığı yeniden yorumlayacaksa, nasıl bir usul izleyecek? İslamcılığın yeni yorumunda cari sistem nasıl yorumlanacak? Cari sistemi idare eden rical nasıl bir tanımlamayla muhatap olacak? İslamcılığın yeni yorumunda, egemen düzenin dışında bir alternatif düzen fikri yer alacak mı? Yoksa İslamcılığın yeni yorumunda İslamcılık yine despotizm ile demokrasi arasına mı sıkıştırılacak? İslamcılığın yeni yorumunda Müslümanca bir hayat için, teorik anlamda gelecek tasavvurunu ihya edecek plan proje yer alacak mı?

İşin başka bir boyutu da var ki, sanırım bu boyutun konuşulması meselenin vuzuha kavuşması açısından daha da elzemdir. Bu da günümüz İslamcılığının çapının ne olduğudur. Modernitenin ve muhafazakâr iktidarın iğdiş ettiği zihinlerin, postmodern çağın dayattığı mecburiyetler karşısında, kendi geleneği içinde yeniden yorumlayabilecek yeterliliğe sahip midir? Eğer sahip ise, bunu yapabilecek enerjisi ve Müslümanlar arası birliği tesis edecek bilgiyi üretebilecek midir?

Biraz daha ileri gidelim. İslamcılığın yeniden yorumlanmasında Medine Vesikası, maslahat ve şura kavramları kitabi vurgularına yeniden kavuşacak mı? Laik seküler iktidara muhalefet edenler, mağaralarından azat edilecek, kardeşlerimiz diyerek kucaklanacak mı? İktidarla hemhal olan ve ifsada yol veren eski İslamcılara, emri bil maruf ve nehyi anil münker yapılacak mı? Makam ve mevkii sahibi olanlarla, bir gün işimiz düşer düşüncesiyle muhabbet devam edecek mi? İslamcılığı yeniden yorumlamaya çalışacak olanlar, AKP iktidarının bu memlekette çok iyi işler yaptığını söylemeye devam edecek mi?

İslamcılığın yeni yorumunda medeniyet, iyilik, hilm, zalim zulüm siyaset, ahlak, aile, ifsat, haram helal, sevap günah vb. kavramlar asrı saadete göre mi, yoksa asrı hazıra göre mi yorumlanacak? İslamcılığın yeniden yorumunda siyasi iktidar tanımı, Medine modeline göre kendi yerini bulabilecek mi? Yoksa ikircikli tutumlar devam mı edecek? Yeni yorumda akıl ve vahiy, hiyerarşik olarak nasıl hizaya girecek?

Peki, bunları neden dile getiriyoruz? Şu sebepten. İslamcılık ve İslamcılar, zuhurundan günümüze bazı istisnalar bir tarafa bırakılırsa, bahse konu olan zikrettiklerimizi, ne yazık ki Müslümanlık düşüncesinin kendi geleneği içinde ele almamış ya da alamamış, sürekli maslahat ve tevil merkezli çizgi izlemiştir. Bu durum ise bize İslamcılığın inşa olduğu temellerinin ve aldığı referansların sorunlu olduğunu göstermektedir.

İslamcılığı yeniden yorumlamaya niyetlenenler, öncelikle İslamcılığın bugün ne olduğunu ve ne anlama geldiğini tanımlamalıdır. Sonra beslendiği kaynaklar hiçbir muğlaklığa yer vermeden sarih bir şekilde izah edilmelidir. Bunlar ortaya konmadan İslamcılığın yapılacak yeni yorumu, entelektüel cenahın felsefi tartışmalarından öteye geçerek, sadra şifa olacak bilgiyi üretemez.

İktibas / Yakup Döğer