İkinci El Hayatlar

“Sanki daha önce yaşanmış şeyleri yaşıyormuşuz gibi geliyor mu sana da bazen?” dedi oturan. “Evet, geliyor” dedi ayaktaki, “ikinci el bir hayat gibi!”, “Hayat sanıp bir kuruntuyu” dedi meczup, “koşar adım yaşadın da yaşadın!”..

Artık arama motorlarında cevabını bulamadığımız hiçbir sorumuz yok” dedi beyaz saçlı adam, “hepimiz adeta otomatik pilotlara devredilmiş uçaklar gibiyiz!”

Birtakım cevaplara eriştiğimizi ve hayat yolumuzu belirlemek için o cevaplardan hareket ettiğimizi düşünüyoruz. O cevaplara gerçekten meraklarımızın ve arayışlarımızın neticesi olarak mı eriştik, yoksa hazır olarak önümüze konan standart cevapları mı benimsedik?

Bu soru sorulması çokça ihmal edilen bir soru… Sosyal çevremizden, gelişme çağında artık başımızı kaldıramadığımız eğitim hayatımıza, çeşitlenen medya araçlarından türedi iletişim mecralarına kadar çoklu bir etkileşim ortamının içindeyiz. Bir, bu katı işgalin elinden zihnimizi kurtararak, bırakın bir şeylerin cevabını aramayı, kendi meraklarımızdan kendi sorularımızı üretmeye dahi vaktimiz olmuyor. İki, etkileşim içinde olduğumuz çok unsurlu ortam zaten her konuda önceden hazırlanmış nihai cevapları elimize tutuşturuyor. Nasıl yaşamalıyız, neyi hedeflemeliyiz, neye ihtiyaç duymalıyız, nasıl bir kariyer yapmalı, hayatımızı kiminle birleştirmeliyiz, ölmeden önce nereleri görmeli, neleri okumalı, neleri seyretmeliyiz? Her gün seri üretilmiş bu hazır cevaplar üstümüze boca ediliyor ve işin acıklı tarafı bütün bu ‘gerek’ler hepimizi bir tarafımızdan yakalıyor, kendine inandırıyor. Sanıyoruz ki bütün bu edinilmiş cevaplar, bizim insanlık arayışımızın, hayat muhasebemizin bir neticesi olarak ortaya çıkıyor. Sanıyoruz ki bu cevaplar bizim cevaplarımız… Nasıl olsun? Bu cevapları çağıran sorular bizim sorularımız mı ki, cevaplar bizim cevaplarımız olsun! Bunlar içinde dönüp durduğumuz etkileşim ortamının el çabukluğuyla bizim sorularımızın yerine koyduğu güdümlü sorulara verilmiş tasarım cevaplar… Biz ne bu soruların ne de bu sorulara verilmiş cevapların sahibiyiz. Biz kapıldığımız illüzyonlar sebebiyle kendi zihnini kullanamayan mâlûl kişilikleriz. Bir yerden bir yere doğru gitmiyor, akıntının götürdüğü yere doğru sürükleniyoruz.

“Artık büyümüyor, ur halini alıyoruz. Hızla çoğalma toplumundayız; hiçbir belirgin hedefe göre kendini düzenlemeden büyümeyi sürdüren bir toplumdayız. Urlaşan bir toplum, kendi tanımına aldırmadan, kontrolsüz biçimde gelişen ve nedenlerin yitimiyle birlikte sonuçların yığıldığı bir toplumdur” diyor ‘Kötülüğün Şeffaflığı’ kitabında Jean Baudrillard.

Bir de şunu düşünün; dünyadaki herkesin cevabını yanlış bildiği bir soru ne hisseder?

“Sanki daha önce yaşanmış şeyleri yaşıyormuşuz gibi geliyor mu sana da bazen?” dedi oturan. “Evet, geliyor” dedi ayaktaki, “ikinci el bir hayat gibi!”

“Hatırlar mısın/ Eskiden okumam için rüya gönderirdin/ Az görülmüş ve az anlatılmış rüyalar/ Karşılardı beni mektup kağıtlarında/ Tüm uzun yürüyüşlerimde okuduğum/ En nadide rüyalardan birisini/ Uzun yıllardan sonra tekrar gördüm/ Şimdi düşünüyorum kısa kısa tüm bunları/ Hayatımız artık/ Çok görülmüş vasat bir rüyanın/ Berbat bir tabirine döndüğünden beri” diyor Mustafa Akar, ‘Güzel Aşık’ta.

Kitabın arasındaki solgun bir kır çiçeği gibi içinin tazeliğini günlerin arasında kurutan insanlar da var.

“Hayat sanıp bir kuruntuyu” dedi meczup, “koşar adım yaşadın da yaşadın!”

Yeni Şafak / Gökhan Özcan