Hakikat Krizi

Ne kadar da bu zamana uygun bir tanımlama… Felsefenin derin mevzularından biri olmasına bakmayın. Yaşadığımız her an ve her yerde hakikat krizi ile karşılaştığımızı görürsünüz. Hangisi hakikat? Hakikat nedir? Gerçek hangisi?..

Ne kadar da bu zamana uygun bir tanımlama… Felsefenin derin mevzularından biri olmasına bakmayın. Yaşadığımız her an ve her yerde hakikat krizi ile karşılaştığımızı görürsünüz.

Hangisi hakikat? Hakikat nedir? Gerçek hangisi?..

İnsanların inandıkları başka, söyledikleri başka, yaptıkları başka türlü hale geldi. İnandıklarıyla, söyledikleri arasındaki uçurum hiç bu kadar derin olmamıştı. Daha vahimi şudur ki, insanlar bunu garipsemiyor.

Televizyonda tartışma programlarında çok başıma geldi. Canlı yayın esnasında savunduğu fikrin sonuna kadar doğru olduğunu söyleyen biri, ara verildiğinde aslında benim savunduğum fikrin doğru olduğunu söylemiştir.

Ya da burada yazdığım bir yazının, bir eleştirinin ne kadar haklı olduğunu kulağıma fısıldayan biri, kalabalık arasında tam tersi fikirleri savunmuştur.

İKİ FARKLI HAKİKATE İNANAN İNSAN TİPİ DOĞDU

Buna yalan söylemek denmez. Buna hakikat krizi denir. Burada başka bir ciddi krizden de bahsedebiliriz. Ya bu kişiler hem benim, hem de tam zıddını savunan kendisinin doğru olduğuna aynı anda inanıyorsa? İki farklı hakikate inanan, yeni bir insan yaşamı formu doğuyor demektir bu.

‘Nihilitik (değersizlik) Çağ’ diye tanımladığım yeni yüzyılın, yeni insan formunu da doğurduğunu söyleyebiliriz bu durumda: “Dual gerçekliğe” inanan insan tipi.

Farklı iki ayrı gerçeğe inanan ve bunun normal olduğunu düşünen insan tipi var karşımızda. ‘Hangisi hakikat?’ diye sorduğunuzda, ‘ikisi de’ diyeceklerdir.

Hakikat krizi, dual yaşam şeklini de çoğalttı. İnsanlar bir tarafta kendi hakikatini, diğer tarafta ise asıl hakikati yaşıyor.

Bir tarafta ahlak, etik, haram-helal kurallarına inanan ve bunu anlatan insan, diğer tarafta tüm bunları yok sayarak, her şeyi çıkarı için mubah gören bir yaşam sürebiliyor. Aradaki çelişkinin farkında olmaması, durumun daha da vahim olduğunu gösteriyor. Retorikle pratik arasındaki makas açılıyor her geçen gün.

GÜCÜ ELE GEÇİRMEK İÇİN HAKİKAT KURBAN EDİLİR

Hakikat krizinin temelinde, gücü ele geçirmek, gücü kontrol etmek ve kişisel çıkar elde etme hırsı vardır. Hem insanda, hem devletlerde.

Devletler kendi çıkarları için hakikati gizlerler ya da değiştirirler. ‘Demokrasi’ için derler, aslında petrol için savaşa girerler. ‘Ulusal güvenlik’ derler aslında, iktidarlarını güçlendirmek için kavga çıkarırlar.

Hakikat, en çok devletlerin elinde kurban edildi.

Devletlerin metabolizması ile insan metabolizması aynı şekilde çalışır. İnsan da devlet gibi, çıkarları için her şeyi mubah görür. ‘Dava’ derler, ‘misyon’ derler, aslında kendi çıkarlarını kast ederler.

DEVLETİN HUKUKU, İNSANIN AHLAKİ KURALLARI VARDIR

Devletlerin hukuku, insanların da ahlaki kuralları bu yüzden vardır. Her şeyi mubah görmesin ve yaşamı kaosa sürüklemesin diye konmuştur bu kurallar.

Hakikat, devletin ve insanın elinde yok edilmesin diye hukuk ve ahlakın koruması altındadır. Lakin devlet ve insan el ele verip, hakikati her defasında öldürmeye kalkmıştır. Onlar açısından ne hazindir ki, hakikat yok edilemez. Bir gün muhakkak ortaya çıkar.

HAKİKAT HİÇ BU KADAR KIYMETLİ OLMAMIŞTI

Değersizlik (Nihilitik) çağında hakikatin kendisi de değersizleşti sanılıyor. Oysa hakikat, hiç olmadığı kadar kıymetlendi bu çağda. O kadar hakikat dışı şeyler söylenip, yaşanıyor ki, hakikati dile getiren her insan, her devlet kıymet biçilmez bir hale geliyor.

Yine de bu devirde hakikati dile getirenler taşlanır. Her hakikati dile getirenin dışlanması, ötekileştirilmesi, birilerinin çıkarını tehdit etmesi, zarar vermesindendir. Bu yüzdendir ki, hakikati dile getirenler şeytanlaştırılır.

Halil Cibran’ın hikayesinde anlattığı gibi, bir kabilede herkes deliyse, akıllı olana ‘deli’ denir. Ya da Selahattin Şimşek’in dediği gibi, “şeytanlar diyarında melekler taşlanır.”

Her şeye rağmen hakikat bir gün muhakkak ortaya çıkar.

Yeni Şafak / Kemal Öztürk