Hakan Albayrak: ‘Das ist Walter’

"Bağımsızlığını yeni ilan etmiş ve savaşa ordusuz yakalanmış bir devletin ve milletin objektif gözlemcilere göre çaresiz çırpınışı…Ama bu çırpınışın üzerine bereket yağıyor ve meleklerin sağladığı koordinasyonla ‘En parlak askerî kurmaylar tarafından organize edilip en kabiliyetli ve tecrübeli askerler tarafından icra edilseydi ancak bu kadar olurdu’ dedirten mükemmel bir direniş tablosu sergilenerek Saraybosna’nın düşmesi engelleniyor…"

Bugün, belediye bütçesinden Suriyeli muhacirlere -zaten olmayan- yardımı kestiğini ve Suriyelilere yahut göçmen statüsündeki başka yabancı uyruklu kimselere iş yeri açma ruhsatı vermeyeceğini ilan ederek Avrupa’daki göçmen karşıtı ve xenophobic (yabancı düşmanı) siyasetçilerin izinden giden CHP’li Bolu Belediye Başkanı’nı yazacaktım.

Sabahleyin kahvaltı sofrasında eşim “Şuna bir baksana” deyip iPad’i uzattı; “Saraybosna kuşatmasının başlangıcının 27’nci yıldönümü münasebetiyle özel program.”

Baktım, Bosna-Hersek’in en meşhur televizyon moderatörü Senad Hacıfeyzoviç ve 1992-95 savaşında işgalci Sırp ordusuna karşı Boşnaklarla omuz omuza savaşarak Saraybosna müdafaasında destan yazan Sırp general Yovan Divyak, stüdyoda oturmuş, pencereden Saraybosna’yı seyrediyor.

Fonda, Boşnak yönetmen Hayreddin Şiba Kırvavats’ın 1972’de çektiği, İkinci Cihan Harbi yıllarında Saraybosna’da işgalci Nazilere kök söktüren Walter kod adlı bir partizanın destansı hikâyesini anlatan Walter Saraybosna’yı Savunuyor filminin finalindeki müzik ve diyalog…

“Walter”i bir türlü ele geçiremediği, hatta gerçek kimliğini bile tespit edemediği için görevden alınan işgal komutanıyla onun yerine geçmesi için Almanya’dan gönderilen yeni komutan arasındaki diyalog…

Saraybosna’ya nâzır bir tepede konuşuyorlar:

ESKİ KOMUTAN: Ne acayip şey. Saraybosna’ya geldiğim günden beri Walter’i arıyorum, bulamıyorum. Şimdi, tam da şehirden ayrılacakken, anladım Walter’in kim olduğunu.

YENİ KOMUTAN: Demek kim olduğunu biliyorsunuz Walter’in, öyle mi? Bana derhal ismini söyleyin!

ESKİ KOMUTAN: Durun, onu göstereyim size. Bu şehri görüyor musunuz? İşte Walter!

CHP’li Bolu Belediye Başkanı’nı bırakıp, Nisan-Mayıs 1992’deki Saraybosna’ya dönüyorum.

Amansız Çetnik (Faşist Sırp) kuşatmasının ve mucizevi Boşnak direnişinin ilk günleri… Avrupa’nın dördüncü büyük ordusu olan “Yugoslavya Halk Ordusu”nu adeta çıplak elleriyle durdurmaya çalışan tecrübesiz direnişçiler… Tanklara, ağır toplara, mitralyözlerle karşı hafif silahlar, bazen kırık dökük tabancalar… Muazzam bir örgütlü güce ve stratejik akla karşı dağınık ve daha ziyade içgüdüsel hamleler… Bir tarafta Aliya İzzetbegoviç liderliğindeki Demokratik Eylem Partisi’nce organize edilen milislerin, öbür tarafta bir mafya grubunun, beri tarafta bir cami cemaatinin birbirinden kopuk inisiyatifleri… Bağımsızlığını yeni ilan etmiş ve savaşa ordusuz yakalanmış bir devletin ve milletin objektif gözlemcilere göre çaresiz çırpınışı…Ama bu çırpınışın üzerine bereket yağıyor ve meleklerin sağladığı koordinasyonla ‘En parlak askerî kurmaylar tarafından organize edilip en kabiliyetli ve tecrübeli askerler tarafından icra edilseydi ancak bu kadar olurdu’ dedirten mükemmel bir direniş tablosu sergilenerek Saraybosna’nın düşmesi engelleniyor…

Şehrin etrafındaki mevzilerine çekilen düşman ordusu aralıksız üç buçuk sene devam ettirdiği kuşatma boyunca Saraybosna’yı acımasızca bombaladı, 10 binden fazla Saraybosnalıyı katletti, binlerce Saraybosnalıyı yaraladı ve sakat bıraktı; ama direnişi asla kıramadı.

Ağır bombardıman altında ve binbir yokluk içinde kurulan düzenli Bosna-Hersek ordusu, kuşatmanın ilk günlerine damgalarını vuran serdengeçtilerden devraldığı direniş bayrağını asla yere düşürmedi.

Her gün yakınlarının parçalanmış cesetlerini toprağa veren ve üstelik ekmek, su, ilaç, elektrik, doğalgaz kıtlığından muzdarip olan Saraybosna ahalisinin başı da asla yere eğilmedi; her şeye rağmen olabildiğince temiz tuttukları sokaklarda her şeye rağmen olabildiğince bakımlı bir şekilde başları dimdik yürüyerek düşmanı uyuz etti Saraybosnalılar.

Yıkık minarelerin enkazında ezan okuyan müezzinlerin sesi daha bir gür ve güzel çıkarak İgman dağındaki en yüksek rakımlı düşman mevzilerini bile inletti.

Şehirde kalan Sırp ve Hırvat azınlıklara ait kiliselerden özgürce yükselen çan sesleri de herhalde kulağını tırmalıyordu düşmanın; Boşnakları zıvanadan çıkaramadığı, kendi gibi vahşileştiremediği, ‘Hıristiyanlara hayat hakkı tanımayan fanatik İslam fundamentalistleri’ propagandasına uygun davranmaya sevk edemediği için…

Çıldırdılar; vahşetlerine vahşet katarak vurdular, vurdular, vurdular; ne yaptılarsa yıkamadılar Saraybosna’yı ve onun asaletini.

Savaşta söylenen bir şarkı vardı: ‘Hepsi gelip geçer, Saraybosna kalır’;  Rahman Allah, bu şarkıyı söyleyenleri utandırmadı.

Zulmün karşısına adaletle, barbarlığın karşısına medeniyetle ve bayağılığın karşısına asaletle çıkan Saraybosna, aldığı korkunç yaralara rağmen ayakta kalmayı başardı.

O korkunç kuşatmanın başlangıcının 27’inci yıldönümü münasebetiyle Saraybosna şehitlerini rahmetle anıyor, dünyanın en zarif kahramanları olan Saraybosnalıları hürmetle selamlıyorum.

Onları daha yakından tanımak isteyenler için bir kitap tavsiyem var: Fatma Albayrak’ın, kuşatma yıllarındaki Saraybosna’da -bir aşk hikâyesinin etrafında- sıradan Boşnakların günlük hayatını anlattığı Savaş Bu Pazartesi Bitecek adlı romanı. (Kitapyurdu ve Babil gibi internet kitapçılarından temin edilebilir.)