Habil mi Kabil mi Olmaya Talipsiniz? Habil ya da Kabil Olmak…

Günümüz dünyasında Müslüman coğrafyalarda yaşayan bireyler Habil gibi birbirlerine davranmadıkları sürece Kabillerin ve Kabillerin gittiği yoldan gidererek insanlığa zulmedip onların kanlarıyla beslenen kan emicilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey yapmayacaklardır. 

Bu soru Müslüman fert ve toplumların öncelikle cevap vermesi gereken sorulardan birisidir. Tercih yapmak zorundadır Müslümanlar. Ya Habil’in ya da Kabil’in yaptığını yapacaklar. Habil ve Kabil’i Kur’an’ı Kerim’den hatırlayalım öncelikle;

“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. -Kurbanı kabul edilmeyen-, ‘Seni öldüreceğim’ demişti. O da, ‘Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur’ dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye yöneltti ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana uğrayanlardan oldu. O anda Allah bir karga gönderdi. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. ‘Yazık bana, şu karga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim!’ dedi; sonunda da pişmanlık duyanlardan oldu” (Maide 5/27-31)

Görüldüğü gibi iki kardeş hased veya çıkarlar yüzünden birbirine düşmüş biri diğerini öldürmüştür. Kabil Habil’i öldürmüştür. Hz. Peygamberin ifadesiyle; “Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki onun kanından Âdem’in birinci oğluna (Kabil) bir pay ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur” (Buhârî, Cenâiz :33, Enbiyâ:1; Müslim, Ḳasâme: 27).

Böylece Kabil insanlık için en kötü çığır sayılabilecek olan haksız yere “öldürme” yolunu açmıştır. Bu kıssayı Müslümanlar hiç unutmamalıdır. Ne zaman böyle bir tercihte bulunmakla karşı karşıya kalırlarsa Habil gibi davranmaya talip olmalıdırlar. Allah’a yönelip kardeşine “beni öldürmek için elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmayacağım” diyebilmelidirler. Bunu yapmanın nefse ağır geldiği açıktır. Ancak bunu takva sahipleri yapabilir.

Zaten Allah takva sahiplerinin kurbanlarını kabul eder. (Yani kendisine yakınlaşmasını kabul eder. Zira Kurban Allah’a yakınlaşmanın sembolik ifadesidir.) Kardeşini öldürebilecek kader gözü dönen kişi, ancak nefsinin esiri olarak böyle hareket eder. Nefse esaretin sonucu acz, pişmanlık ve ziyana uğramaktır.

Günümüz dünyasında da Müslüman coğrafyalarda yaşayan bireyler Habil gibi birbirlerine davranmadıkları sürece Kabillerin ve Kabillerin gittiği yoldan gidererek insanlığa zulmedip onların kanlarıyla beslenen kan emicilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey yapmayacaklardır.

Mü’minler arasında anlaşmazlıkların ve hatta kavga ve savaşların olması –her ne kadar arzulanan bir durum olmasa da- muhtemel ve olağandır. Böylesi bir durumda nasıl hareket edilmesi gerektiği Kur’an tarafından gösterilmiştir:

“Müminlerden iki topluluk, birbirleriyle vuruşursa aralarını bulun. Biri diğerine saldırırsa Allah’ın emrine uyuncaya kadar saldırgan tarafla vuruşun. Onlar Allah’ın emrine dönerse dengeli bir şekilde aralarını bulun ve adaletli davranın. Allah hakka uygun (adil) davrananları sever.” (Hucurat 49/9)

Bu ilahi emir gereği Müslümanlar kendi anlaşmazlıklarını kavgalarını kendi içlerinde çözmekle yükümlüdür. Azgınca davrananı da kendileri doğru yola getireceklerdir. Çünkü kardeşlik hukuku bunu gerektirir. Kardeşlik hukuku çiğnendiğinde “Kabilleşme” başlar.

Müslüman halklar ve liderler kabil gibi davranıp kardeşlerini öldürmekten ve kendi aralarındaki sorunlarının çözümü için Amerika, Rusya ve Avrupa ülkelerini hakem tayin etmekten vazgeçmedikleri sürece düşman kabilenin ağıtçısını kendi ölüsüne ağıt yakması için çağıran kişinin şu ironik haline düşmekten kurtulamayacaklardır.

Rivayete göre Çerkes köylerinden birinde hatırlı bir bey vefat eder. Gelenek ve törelere göre ölenin arkasından ağıt yakmak adettir. Fakat köyde ağıt yakacak birisi bulunamaz. Komşu Avşar köyünde ağıt yakma konusunda mahir bir kadın vardır. Fakat iki köy arasında da düşmanlık söz konusudur. Çaresiz kalınmış ve “Cenazeyi ağıtsız gömmektense çağıralım bari” denilmiştir. Kadın gelir ve başlar ağıta;

Ne deyim de, ne söyleyim, ölü bizim olmayınca

Bir Çerkese ağıtmolur kırkı birden ölmeyince

Toplanıp bana geldiniz, ağıt için getirdiniz

Hepinize kıran girsin, bayramıma hoş geldiniz.

Bugün Müslüman bireyler toplumlar olarak halimiz budur…

Tercih sizin, Habil mi? Kabil mi? Ya da William Shakespeare’ in meşhur söylemine uyarlayarak; “Habil veya Kabil olmak bütün mesele bu…”

Şarkul Avsat / Ahmet Abay