1: Tarihsel koşullarda ortaya çıkan, ‘dini-ideolojik’ temelli milletler topluluğu kuran Osmanlı ‘fetihçiliği’ ile
Modern çağın koşullarında ortaya çıkan, sanayileşip güçlenen, kapitalist sömürü temelli ‘etnik-mezhebi’ ulus toplum kuran emperyalist ‘yayılma’
Aynı şey değildir…
2: Modern çağın koşulları gereği, sanayileşerek güçlenen emperyal bir devlet, askeri olarak bir ülkeyi işgal eder, sömürge genel valisi yahut komiseriyle doğrudan yönetir, kaynakları köküne kadar sömürür, insanları iliklerine kadar köleleştirir, dili ve kültürü değiştirir, kendi siyasi ve iktisadi menfaatine uygun biçimde reformlar yapar.
Bu bir ‘fetih’ hareketi, fetihçi devlet mantığı değildir: emperyalizmdir.
Emperyalizm, kapitalist ekonomi mantığı ve gerçeğinin doğal uzantısıdır. Kapitalist olmadan, yani maddi ve mali ekonomide tekel olmayı sağlayan serbest pazar ekonomisine geçmeden emperyalist olunmaz.
Emperyal olmak, tarihin bir döneminde mümkündü, artık değildir.
Her kapitalist ülke emperyalist olamaz: Merkez kapitalist ülkelerin yahut mega merkezlerin sömürülen çevre ülkeleri olunabilir. Buysa emperyalistlik değildir…
3: Fetihçilik, tarihsel koşullarda her imparatorluğun yaptığı yayılma ve genişleme hareketidir.
Fatihler, fethettiği ülkeyi ‘haraca’ bağlar, sosyal ve iktisadi fazlalığa el koyar. Kaynakları kurutmaz. Ordu devşirir. Müttefik kazanır. Fakat dil, din, kültüre karışmaz.
Çünkü toplumsal yapı, ‘dini-ideolojik-ümmet’ temellidir. Siyasi yapı kendini bir dine göre tanımlamıştır.
Modern zamandaki gibi ‘etnik-mezhebi-dini’ temelde ‘ulus’ toplum ve ‘ulus devlet’ biçimine hiç uymaz…
4: Osmanlı, siyasi olarak bir İslam devleti, dini temelde bir ‘milletler topluluğu’dur. Her bakımdan dini olmasa da, böyledir. Hıristiyan devletler gibi.
Osmanlı, fethettiği ülkeleri ‘haraca’ bağlardı, bu doğrudur. Fakat aldıklarının çoğunu oranın “imarına-savunmasına-yönetimine” harcardı, bu da gerçektir.
Dolayısıyla mantık olarak emperyalist değildi. Bu sebeple de dile, dine, kültüre karışmaz, hatta güvenliğinden sorumlu olurdu…
5: Fetihçilikle emperyalizm aynı şey değildir. Sanayileşme ve kapitalist uygarlık ortaya çıkalı beri fetihçilik bitmiş, fatih devletler tasfiye edilip ulus devletlere dönüştürülmüştür.
Bu sebeple de eskinin imparatorlukları birer birer parçalanmış, sömürülebilen küçük parçalara ayrıştırılmıştır…
6: Osmanlı emperyalist bir devlet olsaydı, çöküş ve gerileme döneminde terk ettiği yerlerde ne ‘Arap-Yunanlı-Bulgar-Arnavut-Kürt..’ tanımlı uluslar kalır, ne de ‘Hıristiyanlık-Yahudilik-Ermenilik’ vs dinler kalırdı…
7: Osmanlı bir sömürge ülkesi miydi?
Doğrudan emperyal bir ülkenin genel valisi veya komiseri tarafından yönetilmediğine göre,
Emperyalistler lehine iktisadi ve hukuki reformları sömürge valileri veya komiserleri yapmadığına göre, değildi.
Çöküşün ve parçalanmanın engellenmesi için yapılan ama aslında çöküşü ve parçalanmayı doğuran ‘yenilik-reform’ hareketlerini kim yaptı o zaman?
‘Tanzimat-ıslahat-meşrûtiyet-cumhuriyet’ adıyla maruf yenilik hareketlerinin tümü
Emperyalist devletlerin iktisadi çıkarına uygun reformlardı, bizzat yöneticiler tarafından yapıldı. Bu reformları yapan idarecilerde batılılarca desteklendi.
Buna rağmen siyasi bağımsızlık bir şekilde korundu. Halen de siyasi bağımsızlığını koruyan, yani tam bir ‘ulus toplum’ ve ‘demokratik ulus devlet’ olmayan yeryüzündeki tek ülkeyiz…
8: Burdan ne çıkar? Bilinirse ki çok şey. Küresel dünyada insanlığa umut olacak, başka bir ‘toplum yapısı’ ve ‘siyasal düzen’ çıkar. Çünkü bu potansiyel tümüyle bitirilebilmiş değil.
Cumhuriyet Türkiyesi, Osmanlı geçmişi ve bir türlü terk edemediği İslam kültürü nedeniyle bu potansiyeli taşıyor.
Şu halde, bu toplumu ileri aşamaya geçirecek, devleti de dönüştürecek ama devlet dışında bir ‘ideolojik-dini’ zümreye ihtiyaç var:
Kutsal devlet veya sunuf-u devlet fikrinden, ne olursa olsun devletlü olmaktan, kadim ‘devleti kurtarma’ mantığından sıyrılan bir zümreye.
Bu zümre, aynı zamanda Osmanlıdaki ‘kapı kulu’ ulemanın devamı niteliğindeki cumhuriyetteki merkezi iktidarın bürokratik ‘aydın-akademi’ zümresi olmayan zümre olacak.
Yani ‘devlet memuru olmayan’, devlet dışında kalmış aydın ve ulema zümresi. Devlete de yol yöntem gösterecek olanlar…
9: Müslümanlar bu kritik eşiği aşabilir mi?
Dini telakkiyi değiştirir, tarihi doğru okur, İslamın şevketini, Müslümanların izzetini ön planda tutmayı becerirse, elbette. Yani Müslümanlar yeniden Müslüman olabilirlerse.
Müslümanlardan başka bir zümre yoktur, çünkü diğerlerinin küllüsü modernleşmiştir. Zihnen Avro-Amerikancıdır.
Müslümanların şansı yahut kısmeti, hafızalarıdır. Toplumsal hafıza bu şansı muhafaza ediyor.
Son yüzyılda diyelim, Müslüman milleti geçmiş metinlere hapsetmiş, taklitçilik ve tekfircilikle Müslümanlar arasındaki ihtilafları köpürtmüş, ahaliyi cahilleştirmiş ‘ulema’ ve
Batılı maariften geçmiş ahlaksız ‘aydın’ meselesi hallolmadan cehaletten ve gerilikten kurtuluş yok. Bu tespit doğruysa, kurtuluş yolunu bulmuşuz demektir…
10: Çok iddialı sayılmazsa şayet, bizim sorunumuz son iki yüz yıldır değişmedi:
Bağnaz, tutucu, tekfirci ve tekrarcı ulema; batılı maariften geçmiş ahlaksız aydın; cahil ahali; kapitalistler lehine reformlar yapıp duran yöneticiler.
Burada anlaşabilirsek, çıkışın yolu gözükür: dünyayı tanıyan, olup bitenleri görüp bilen, tahlil ve sentez yapan, sorunların farkında olan, maddi temelde İslamın sunduğu imkanları kullanabilen,
Ne yapılacağı hususunda sünnetin ruhuna da uyan Müslümanlığa dönüşmek.
Her Taraf / Hüseyin Alan