ünyanın bir yerinde birilerinin sebebiyet verdiği ya da bizzat sebebi olduğu feci bir hadise yaşanıyor; hepimiz hadisenin akıl almazlığı ya da insanlık dışılığı sebebiyle dehşete kapılıyoruz. Ama her geçen gün biraz daha az… Çünkü her yeni hadiseyle birlikte yaşananların akıl almazlığı ya da insanlık dışılığı konusundaki netliğimiz daha da azalıyor. İnsaniyet bakımından ‘asla olamaz’ların, ‘olmamalı ama oluyor’a doğru hızla evrildiğini kaygıyla gözlüyoruz.
Yaşananlara baktığımızda, sözünü ettiğimiz türden feci hadiselere sebebiyet verenlerin, tıbbî olarak cezai ehliyetlerine mani olacak seviyede bir psikolojik arızaları olmadığı halde, insaniyet dairesinin sınırları dışına çıktıkları, makul olanı akıllarıyla terkettikleri anlaşılıyor. Onlar için, anlaşılıyor ki, kendi insanlıkları bakımından artık neredeyse kötülüğe giden yolun durulacak hiçbir noktası yok. Düşünmeden bütün insaf engellerini aşıp kötülüğün sonuna kadar gitmekte bir beis görmüyorlar. Hatta aksine kötülüğün inşası hakkında düşünüyor; buna kendilerince zeka, estetik, tasarım katacak çabalar ortaya koyuyor ve tereddüt dahi etmeden bundan ‘daha fazla nasıl haz alınabilir’in sistematik arayışına giriyorlar.
Kötülük konusunda bir gerileme yaşadığı halde henüz mukavemetini tamamen yitirmeyen bizim gibi insanlar, böylelerini “Bunlar insan değil!” diyerek yaftalayıp geçme temayülü içindeyiz. Oysa bu insanların yapıp ettiklerinin fotoğrafı da, günümüzde yaşayan ‘insan’ların çektirdiği fotoğraflar arasında bir yere sahip… Bunlar içlerinde her geçen gün birikmekte olan kötülük nehrinin önündeki bentleri hiç düşünmeden açanlar sadece. Onların genelden farklı olması, aynı kötülüklerin farklı kılıklar altında ve çeşitli bahanelerin ardında diğerlerinin de içinde birikmediğini göstermez.
Akıl almaz ve insafa sığmaz bulduğumuz bütün bu eylemler, failini ve mağdurunu biraz belirsizleştirirsek eğer, çocuklarımızın ve gençlerimizin bilgisayar başında saatlerce çakılı kalmasına sebep olan dijital oyunlarda birer simülasyon olarak hemen hemen ayniyle yaşanıyor. Yani birçoğumuzun hedefine ulaşmak için hemen her gün onlarca canlı hedefi yakıcı silahlarıyla yok eden çocukları var. Ve o çocuklar, daha küçük yaşlarında yok etme silahları ve güçleriyle donatılmış oyuncaklarla oynayarak bu oyunlara hazırlandılar. Evet, onlar için sadece vakit geçirdikleri bir oyundan ibaret bu yaşadıkları… Ama işte bazen aralarından biri, birkaçı, son yıllarda defalarca ve sıklaşarak görüldüğü üzere, yok etme performansını oyunun ve simülasyonun dışına çıkarak gerçek hayatta da göstermeye kalkışıveriyor. Hem de sokaktaki sıradan insanlar üstünde…
Yeni Zelanda’da yaşanan feci hadisenin, sıradan bir birey olmaktan adım adım ırkçı ve şiddet düşkünü bir katile dönüşen Brenton Tarrant’ın hikayesi olmakla sınırlı olmadığını düşünmeyi haklılaştıracak pek çok sebep ve gösterge var. Gücünü ve menfaat hesaplarını başkalarına kabul ettirmek için her türlü insanî sınırı aşabiliyor bugünün karanlık odakları. Bu karanlık odaklar sadece illegal örgütlerden ibaret değil, devletlerin de böyle karanlık elleri, uzantıları, senaryoları var. Tarrant hadisesine böylesi karanlık merkezlerden örneğine nadir rastlanabilecek kadar yoğun ve çok yönlü mesajlar yüklendiği açık… Ama bu durum şu gerçeği değiştirmiyor; dünyayı böyle kuralsız, ölçüsüz ve vahşi bir hale getirenler, malzemelerini sıradan insanın hayatından alıyor, bütün ölçüsüzlükleri sıradan insanın tarlasına çimliyor, kötülüğün olgunlaşma döneminde verdiği zararsız görünümlü pozları sıradan insanın zihnine kodluyor.
Bir sonraki insanlık dışı katliamı kim gerçekleştirecek, o gözü dönmüş sıradan kişilik bize ne kadar uzak, ne kadar yakın olacak, böyle bir dünyada bunu bilmemize imkan yok. Kötülüğün bir mühendisliği varsa, ki var gibi görünüyor, bizi bu karanlık senaryonun içinde bir yere koyup koymayacağına kendi karar veriyor. Peki biz ne yapıyoruz? Çevremizde boy atan şiddeti, ölçüsüzlüğü, kalpsizliği görmemek için gözlerimizi kapatıyoruz. Tek avuntumuz, ‘bize çıkmaz’ kolaycılığı…
Yeni Şafak / Gökhan Özcan