Platon üç parçalı ruh anlayışını temellendirirken insanın üç arzusundan yola çıkar: Birincisi, insanoğlu varlığını sürdürebilmek için yeme, içme, nefes alıp verme gibi fiziki ihtiyaçlara sahiptir. Her fert bu temel ihtiyaçları karşılayabilmek için çalışır, çaba gösterir. İkincisi, her insanın yaptığı işlerden onay alma takdir edilme gereksinimi vardır. Bu gereksinimini karşılayabilmek için insan unvan ve zafer peşinde koşar… Üçüncü, gereksinimi ise insanın hakikati arama ve fıtratı ile buluşma gereksinimidir ki, kişi bu gereksinimini karşılaşabilmek için ilme ihtiyaç duyar.
Platon’a göre arzular kişinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen dürtüleridir. İhtiyacın karşılanması için bu dürtülere ihtiyaç vardır. Ancak çocukluk çağında istediği her şeye ulaşmak isteyen ve engellenmekten hoşlanmayan insan eğitim ve terbiye yoluyla nefsini eğitir ve taleplerini belli bir sınıra tabi tutar. Olgunlaşamayan, nefislerini kontrol altında tutamayan kişiler ise suça yönelmeye ve toplum için risk oluşturmaya devam ederler.
Platon insanın potansiyel olarak taşıdığı üç arzu türüne karşılık gelecek üç toplumsal sınıftan bahseder. Para sevenler, unvan ve hükmetmeyi sevenler, hakikate ulaşmak için çaba gösterenler yani bilgelik sevenler. Platon’a göre birinci grupta yer alanlar bütün enerjilerini para ve mevkii sahibi olabilmek için harcar ve fıtratlarından uzaklaşarak maskelerle yaşarlar. Döneminin sosyal-kültürel dokusunu da yansıtan Platon, ikinci grupta yer alanlar için askeri ve matematik eğitiminin zorunlu olduğunu savunur. Üçüncü grubun ise daha kuşatıcı ve etkin olmaları gerektiğini ileri sürer.
Platon’un ifade ettiği gibi insanlık tarihinde, para, unvan ve ilim üç önemli güç unsuru olarak görülmüştür. Ancak vahiyden süzülüp gelen ilimle diğerini birbirinden ayırmak gerekir. Vahiy eksenli ilim fertleri karanlığın zulmünden uzaklaştırarak, adalet eksenine çeker ve onlara özel bir değer biçer. Tevhidi bilginin omurgası hak ve adalettir. İster toplumun en küçük birimi olan aile olsun ister idari mekanizma olsun merkezinde vahiy varsa huzur da olur, saadet de olur, sevgi ve şefkat de olur. Vahyi öğretilerden uzak yaşayan toplumlar ise bilgi, unvan ve parayı putlaştırarak diğerleri üzerinde tahakküm kurmaya ve zulmetmeye devam ederler.
Vahyin gayesi, insanın kemale ermesi ve hem dünyada hem de ahiret yurdunda huzurlu bir yaşam sürebilmesidir. İslam bütün eğitim ve terbiye ilkelerini bunun üzerine kurmuştur. Rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır, “Terbiyenin amacı insanı kemale eriştirmektir” der ve bunun için insanın eğitimle ruhen olgunluğa ulaşması gerektiğini belirtir. Mezhep imamımız İmam-ı Azam ise eğitimin şahsiyet inşa eden bir değer ve doğru olan şeyin anlaşılmasını sağlayan bir dinamik olduğunu ifade eder.
Hiç kuşku yok ki, insanı ve kâinatı terbiye eden yegâne varlık Rabbimizdir. Bizler onun ancak koyduğu ilkeleri hayatımıza taşıyarak insanlaşabilir ve kemalata ulaşabiliriz.
İslam kültüründe eğitimin merkezinde insan vardır. Buna göre şekillenen eğitim sistemi ferdi bütün yönleriyle eğitir, terbiye eder ve hayata hazırlar. Bu oldukça yorucu ve meşakkatli bir iştir. Zira bilmek tek başına yeterli değildir, bilginin bilince dönüşmesi de gerekir.
İslam eğitime anne-babadan başlar. “Toprağı verimli olan güzel bir memleketin bitkisi Rabbimizin izni ile çıkar. Fena verimsiz olan bir tarlanın bitkisi ise çıkmaz. Çıkarsa da bir şeye yaramaz. İşte ayetleri şükredecek bir kavim için böyle açıklarız” (Araf, 58). Isfahani bu ayeti yorumlarken anne-babanın haramla beslenmesinin ve harama yönelmesinin çocuğu olumsuz yönde etkileyeceğini ifade eder.
Eğitimin hedefi sadece mesleki kariyer edindirmek olmamalıdır. Eğitim bunun yanında fertleri ahlaki değerler noktasında da yetiştirmeli ve hayata hazırlamalıdır.
Milli Gazete – Fatma Tuncer