Demokrasi Sirki

Konu bir gün anayasa oluyor, bir gün referandum, bir gün seçim, bir gün yasa değişiklikleri, bir gün bir adli vakanın bitmek bilmeyen haberleri, bir gün 5816 sayılı kanun, bir gün İstanbul Sözleşmesi, vesaire. Bu konuları Müslümanların gündemlerine, demokrasi sirki içerisinde farklı ajandalara sahip olan kliklerin kendi ajandalarını hayata geçirmek için sokmakta olduğunu göremiyoruz. Maalesef demokrasi sirki içerisinde aktör yahut seyirci olmak için tuhaf bir heves içerisindeyiz.

Hayır, okuduğunuz başlıkta bir hata yok.

“Demokrasi şirki” yazmak yerine sehven “demokrasi sirki” yazmış değilim.

Bilakis, bugünkü yazıda bir şirk çeşidi olarak değil bir sirk çeşidi olarak demokrasiden bahsetmek istediğim için, kasıtlı olarak bu başlığı attım.

Palyaçoları, kuklacıları, aslan terbiyecileri, cambazları, fetbazları olan, tam teşekküllü bir sirkten bahsedeceğimiz için böyle yapmak istedim.

***

Sirk ne demektir? Türk Dil Kurumu, sirk kelimesini şu şekilde tanımlıyor:

“Cambazların ve eğitilmiş hayvanların gösteri yaptıkları, genellikle kapalı yer.”

Oxford Sözlüğü’nde ise kelimenin anlamlarından ikisi şu şekilde aktarılmış:

“- Antik Roma: Halka açık gösterilerin, at veya araba yarışlarının ve benzerlerinin sergilendiği, genellikle dikdörtgen veya oval, etrafı yükselen oturma sıralarıyla çevrili büyük bina.

– Modern: Binicilik, akrobasi ve diğer performansların sergilenmesi için oturma sıralarıyla çevrili dairesel bir arena. Ayrıca göstericilerden ve ekipmanlarından oluşan kumpanya ya da topluluk anlamında da kullanılmaktadır.”

Bugün sirk denildiğinde aklımıza gelen de bu ikinci anlamdır. Güldürü amacıyla bir grup kimsenin toplandıkları alana sirk denilmektedir. Mecazi olarak da sirk kelimesi, kendilerinden ciddi işler beklenen kimselerin toplanarak ucuz, bayağı bir gösteriden ibaret hareketlerde bulunduğu halleri ifade etme maksadıyla kullanılmaktadır.

Demokratik meclisler de bu anlamda, bilhassa günümüzde, bir sirkten farksızdır. Daha önce hiç herhangi bir meclis toplantısını izlediniz mi bilmiyorum. Geçtiğimiz günlerde, aklıma takılan teknik bir mesele hususunda mecliste ne konuşulduğunu anlamak için birkaç dakikalığına bir meclis oturumunu izleme mecburiyetinde kaldım.

Geçirdiğim bu birkaç dakika hayatımdaki en gülünç sahnelerden bazılarına tanık oldum. Kürsüye çıkan bir kişi bağırarak derdini anlatmaya çalışıyor, önündeki sıralarda bazıları alkışlıyor, bazıları bağırıyor, bazıları sıra kapaklarına vuruyor. Bu sıra kapakları meselesine dair eski bir haberi de hatırlamadan edemiyorum. Vekillerin sıra kapaklarına vurması sebebiyle sıralardaki elektronik sistemler bozuluyor ve yenileniyor. Bu durum pahalıya mal oluyor. Güldürünün bir diğer parçası olarak haberi buraya ekliyorum.

Devam edelim. Karşıdaki sıralardan kalkan bir kişi, kürsüdeki hatibin bir ilkokul çocuğunun bile muhakeme seviyesiyle algılayabileceği düzeyde yaptığı konuşmayı anlamadığından, saçma sapan itirazlarda, komik çıkışlarda bulunuyor. Ne konuşanlar, ne dinleyenler, ne de oturumu yöneten kişiler herhangi bir istişare içerisine girme derdinde. Herkes kendi “yeteneğini” sergileyerek ortamı terk etme arayışında. Gülünç bir tablo. Bu tablo karşısında yayını kapatmaktan başka bir şey yapamadım.

Tüm bunların yanı sıra, demokrasinin gündem ettiği bayağı meseleler artık meclis binalarına sığmamakta, tüm ülkenin gündemini esir alacak şekilde kamusal alana taşmaktadır. Bu açıdan demokratik sirk yalnızca meclislerden ibaret değildir. Sokaklar, televizyon ekranları, sosyal medya araçları, sokak röportajları ve kendi gündemini kamuya empoze etmeye yarayan tüm araçlarıyla, demokrasi sirki, çadırını ülkenin gökyüzünü kapatacak bir satha yaymış vaziyettedir.

İster siyasi, ister dini, ister felsefi olsun, ülke genelinde yapılan tartışmaların tümü demokrasi sirkinin bariz bir yansıması niteliğinde. Bu tartışmalar ister mecliste isterse sosyal medyadaki sohbet odalarında yapılıyor olsun, durum değişmiyor.

***

Bugünlerde gündem “Yeni Anayasa” meselesi. Yaşı tutanlar için bu ifadeler kulağa oldukça aşina gelecektir. Zira Türkiye’de gündem ne olursa olsun her zaman bir “Yeni Anayasa” gündemi var oldu. Yeni anayasa denildiğinde bu yüzden benim aklıma hep, romancı ve gazeteci Oktay Verel’in 1971 yılında basılan deneme tarzındaki kitabı “Şimdi Tasa Anayasa” gelir. Kapağında bir Süleyman Demirel karikatürü bulunan bu kitabın basılmasının üzerinden neredeyse 55 sene geçse de hala tasa anayasa.

Anayasayı bir tür bilgisayar yazılımı, anayasa değiştirmeyi ise bir bilgisayara format atarak yeni bir yazılım yüklemek gibi gören bir toplumda, anayasa değiştirmenin her şeyi düzeltebileceğine dair tuhaf bir batıl inanç olduğunu düşünüyorum.

Anayasa denildiğinde de akla o meşhur “ilk dört madde” geliyor. Hani üç tanesinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği o maddeler. Ama dördüncü maddenin değişemeyeceğine dair bir ibare anayasa metninde yer almıyor. O halde ilk olarak dördüncü madde, ardından ilk üç madde değiştirilebilir mi demek oluyor?

Bize ne?

Bu hususa değinmemin tek sebebi, bunun geçmişten beri çok gülünç bulduğum, demokrasi sirkinin komedisindeki bir mütemmim cüz olmasıdır. Demokrasi ne demekti? Kısaca “halk iktidarı” demekti. Yani tarihin belirli bir döneminde, belirli bir coğrafyada yaşamakta olan bir insan topluluğunun, kendilerine dair siyasi, hukuki, ahlaki tüm meselelere dair kendi yollarını kendi çizmesi demekti.

Bu mevzu paralelinde ortaya çıkan komedi ise şu: İkinci maddede “demokratik” olduğu ifade edildikten sonra dördüncü maddede “değiştirilemez” hükmünün yer alması. “Demokratik” olan, yani iktidarın halkta olduğu bir devlette, halkın bir yasayı değiştiremiyor olması neden kaynaklanıyor? Demek ki halk gerçekten iktidarda değil. Dahası demek ki halkın iktidarı “gizli bir el” tarafından kısıtlanıyor. Demokrasi sirkinde bizi ilgilendiren ender hususlardan biri bu. İlgilisinin İsmet Özel’in konuya dair bir yazıyı okuması faydalı olacağından, linkini buraya bırakıyorum.

***

Bu olan biten şeyler paralelinde beni ilgilendiren asıl husus, bu demokrasi sirkinin içerisinde (veya bu demokrasi sirkinin karşısında) Müslümanların tutumu.

Maalesef şu anda önümüzdeki manzara iki türlü:

– Müslüman kesimin bir kısmı bu demokrasi sirki içerisinde yer almaya can atıyor. Meclisleri, partileri, demokrasinin diğer unsurlarını teorik olarak reddediyor olsalar da pratik olarak bunlardan kopamıyorlar.

– Müslüman kesimin diğer bir kısmının ise böyle bir sorunu olmasa da gündem olarak demokrasi sirkinden kopamıyorlar. Gündelik konuşmaları, tartışmaları, yönelimleri hep demokrasi sirkinin gündem maddeleri üzerinden şekilleniyor.

Konu bir gün anayasa oluyor, bir gün referandum, bir gün seçim, bir gün yasa değişiklikleri, bir gün bir adli vakanın bitmek bilmeyen haberleri, bir gün 5816 sayılı kanun, bir gün İstanbul Sözleşmesi, vesaire.

Bu konuları Müslümanların gündemlerine, demokrasi sirki içerisinde farklı ajandalara sahip olan kliklerin kendi ajandalarını hayata geçirmek için sokmakta olduğunu göremiyoruz. Maalesef demokrasi sirki içerisinde aktör yahut seyirci olmak için tuhaf bir heves içerisindeyiz. Kendimizi ilgilendiren gündemler yerine, demokrasi sirkinin küçük veya büyük aktörleri tarafından ortaya atılan konuların peşinden gidiyoruz.

Kısacası, bizlerle “cambaza bak” oynanıyor. Birileri bize, ince bir ip üzerinde yürüyen cambazları işaret ediyor. Bizler cambaza bakarken ceplerimiz, kalplerimiz, zihinlerimiz yavaş yavaş boşaltılıyor. Cambaz ise sürekli değişiyor. Bazen yeşil, bazen kırmızı, bazen mavi ceket giyiyor. Yakasındaki rozetleri sürekli farklılaşıyor. Boynuna hep farklı tabelalar asıyor.

Bazı hususlar vardır ki bunlar tanımlarındaki çelişkiler itibariyle yok hükmündedirler. Örneğin, dört köşesi olan bir çember hayal edemezsiniz. Zira çember, tanımı itibarıyla köşesizdir. Bu açıdan, demokrasi denen sirkin içerisinden de Müslümanlara faydalı olacak bir husus devşirmeye çalışmak, demokrasinin ve İslam’ın tanımları gereği mümkün değildir. Demokrasi sirkindeki cambazlar, kendi çıkarları için Müslümanlara tuhaf tuhaf gündemlerin esiri kılmaya çalışıyor olabilir. Bir Müslümana düşen ise bilinçli olmak, sirklerin tantanası içerisine kapılıp gitmemektir.

Ebu Hureyre radiyallahu anh’tan rivayetle Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Mümin aynı delikten iki defa sokulmaz.” (Muttefekun aleyh)

Mepa News / Mahmut Cemil İnce