Sosyal medyaya düşmüş bir habere göre Hüda Par Manisa’nın bir ilçesinde çarşaflı bir kadını belediye başkan adayı olarak duyurmuş. Duyuru afişinde kadın başkan adayının adı, çarşaflı resmi ve “Huzurlu ve güvenli şehirler bizimle olur” diye bir slogan yer almaktadır.
Hemen her seçimde bir ‘ilk’ yaşanır ya, önümüzdeki yerel seçimlerin ‘ilk’i de anlaşılan bu olacak: Çarşaflı bir kadın belediye başkanı olmak istiyor!
Müslüman mahallesinde yaşanan fikrî çölleşmeyi ve siyasi ‘hiç’leşmeyi göstermesi bakımından oldukça ilginç bir haber. Bugüne kadar Müslüman kadının tesettürü ve tesettürün en köktenci biçimi olan çarşaf laik-demokratik sistemle Müslümanlar arasındaki en keskin sınırı temsil ederdi. Çarşafın, Müslüman kadının örtüsünü her türlü tartışmaya kesin olarak kapatan bir ağırlığı vardır. Çarşafın laik-demokratik sistemden şeytandan kaçar gibi kaçmak gerektiğini telkin ettiğini de sanırdık. Ama bazı sanılar mahzurluymuş.
Artık çarşaf laik-demokratik sistemin -şimdilik- belediye başkanı olmanın bir ‘ayrıcalığı’ gibi takdim ediliyor. (“Huzurlu ve güvenli şehirler bizimle olur” sloganını hatırlatmıştık). Bugüne kadar laik siyasetten uzak tutan çarşaf bugünden itibaren yaklaştıracak anlaşılan.
Biliyoruz, çarşaflı bir hanımın belediye başkanlığına aday olmasına şaşırmamız “Ne var ki?” sorusuyla karşılanacaktır. Öyle ya, ne var ki? Tabi ki hiçbir şey yok! Yani bir ‘hiç’le karşı karşıyayız. Bir hiç! Allah katında, İslam nazarında değeri bir hiç olan bir girişim. Aynı soruyu tersine çevirsek, mesela çarşafı çıkaran, ‘dış elbisesini’ atan, tesettür kıyafetlerini fakirlere dağıtan bir kadın adına sorsak: Ne var ki bunda? Tabi ki bir şey yok! Çünkü çarşaf giymiş kadınla çarşafı çıkarmış kadın aynı kadındır, aynı insandır. Kadının maddi varlığında (bedeninde) bir şey eksilmemekte, bir şey artmamaktadır. Tesettürün Müslüman kadının imanını gösterdiğini, takvasına tanıklık ettiğini, ahlakını tanımladığını, edebini özetlediğini sadece bilen bilir. Tesettür Müslüman kadının Allah’a itaatini ve temiz kalmak isteyen insanlardan olma isteğini temsil eder. Tesettürlü kadından, tesettürün en şedid düşmanına kadar herkes bu mesajı bilir ve alır.
Tesettür ve çarşaf Müslüman kadının ağyarla arasına çektiği bir perde (hicap)dır. Belediye başkanı olmak isteyen bir kadın tam tersine, çarşaflı olduğu halde ağyarla arasındaki bu hicabı kaldırma eğilimi göstermiş olmuyor mu? Dahası, çarşafı basit bir ‘formaliteye’ indirgemiş olmaz mı? Cumhur İttifakının en büyük ortağı olan muhafazakâr demokrat parti ‘başörtüsü’nü kamusallaştırarak bitirdi. Şu anda başörtüsünün yerinde püfür püfür liberalizm-feminizm rüzgarları esmektedir. Başörtüsü Allah’ın emrettiği ‘takva elbisesi’ olma vasfını yitirmiş bulunmaktadır. Anlaşılan şimdi sırada çarşaf var. Cumhur İttifakının küçük ortaklarından Hüda Par da aynı akıbetin çarşafın başına getirilmesinde bir rol mü üstlendi acaba?
Allah’ın mümin kadınlara “evlerinizde vakarınızla oturun/vakarlı olun” emri her ne kadar mümin kadınlara evin dışına çıkmayı yasaklamıyor, kadını evin içine hapsetmiyorsa da, “evde vakarla olma” mefhumundan, laik devlette çarşafla belediye başkanı olma isteğine gem vuran bir mesaj yok mudur?
Bugüne kadar hep, üzerlerinde İslam’dan şu veya bu kadar iz bulunan erkekler siyaset yaptılar ve Yahya Kemal’in ‘Sessiz Gemisi’ misali gidenler hiç dönmediler, üzerlerindeki o bir cimcik İslam kalıntısını da yitirdiler. Laik siyaset Müslüman, liberal veya demokrat demeden, her kim olursa olsun hepsini yuttu, kendine benzetti. Laik-demokratik siyasetin ve Kemalist vesayetin mütevellisi artık kıble ehli ‘dindar’ insanlardır. Peki, acaba çarşaflı bir kadın, toprağı sıksan mafya fışkıran, ahlaksızlığın adeta her köşesini esir aldığı, Allah’ın haramlarının helal, helallerinin haram yapıldığı, fahşa ve münkerin emredildiği, marufun yasaklandığı bir haram cumhuriyetinde bir ilçe belediyesini yönetmekten ne ummaktadır? Belediye başkanı olarak sistemi mi değiştirecek yoksa sistem tarafından değiştirilip dönüştürülecek mi? Çarşaf Kemalist mafya düzenine mi galip gelecek, Kemalist mafya düzeni çarşafa mı? Acaba süreç içerisinde çarşaflı belediye reîsesi, refiklerinden ilham alarak “M. Kemal yaşasaydı bana oy verirdi” mi diyecek? Bunları şimdilik bilmiyoruz…
Kimse kusura bakmasın ama şunu söylemek zorundayız: Çarşaf artık birçok kadın tarafından Müslüman kadının bireysel bir insan hakkı, kişisel bir tercihi olarak giyilmektedir. Çarşaflı bir kadın adeta, siz beni çarşafımla değerlendirmeyin, ben çarşaf giyerim ama siyasette, ticarette, sporda, müzikte, bürokraside, hasılı diğer erkek ve kadınların yaptıkları her işte ben de yer almak istiyorum demektedir. Kısacası çarşaf artık Müslüman kadına bazı meslek ve uğraşları memnu kılan özelliğini yitirmiştir. Çünkü hayata Allah değil, ulus devlet hükmetmektedir.
Sistem bilinci olmayan, neye niçin iman ettiğini ve neyi niçin, hangi temel ilkeler adına reddettiğini bilmeyen insanların azgınlıkta sınır tanımayan sistem tarafından yutulduklarına üzülerek tanık olmaktayız. İşin en vahim tarafı da bu uğurda kendilerine yapılan uyarılara “hala orada mısınız?” edasıyla dudak bükmeleri, bir zuhurata tabi olarak koyuldukları gidişatı mutlak doğru sanmalarıdır.
Müslümanlar İslam düşmanı sisteme değil kollarını, saçlarının bir tek telini kaptırsalar, bedenlerini alamamakta, kısa sürede laik-demokratik ejderha tarafından hazmedilmektedirler. Hani neydi, imanımızı özetleyen bir söz vardı: Allah’tan başka ilah yoktur!
Venhar