Biraz dikkat ve özen yeterli

Duyarlılık kazandıralım derken, aslında insanların duyarsızlaşmasına hizmet etmiştik. Kanı, cesedi ve acıyı normalleştirerek, kalplerdeki merhameti azaltmış, gözlerdeki yaşları kurutmuştuk. Kendimi yokladığımda, aynı şeylerin benim başıma da gelmeye başladığını gördüm. Yaptığımız şey, düpedüz teşhircilikti ve mazlumlara da hiçbir faydası yoktu.

Üniversitedeyken, İstanbul Vefa’da kaldığımız yurtta bir grup arkadaşla birlikte kendi çapımızda okuma faaliyetleri yapardık. İslâm dünyası özellikle gündemimizdeydi. Afganistan ve Irak’ın işgalleri, Filistin’de yaşananlar, Doğu Türkistan meselesi… hepsini yakından takip ediyorduk. Namazlarını yurdun hemen yan tarafındaki Şehzadebaşı Camii’nde kılan Kaşgarlı büyük mücahit Berat Hacı’yı yine bu dönemde tanımış, doğduğu toprakların esaretten kurtulması için yılmadan verdiği mücadeleyi gündeme taşımaya çalışmıştık.

Bir gün, İslâm dünyasının farklı coğrafyalarından seçeceğimiz “vurucu” (bol kanlı, bol acılı, bol cesetli) fotoğrafları yurdun girişindeki büyük panoda sergilemeye karar verdik. Böylece, Müslümanların çektiklerini herkese gösterecek, kalpleri titretecek, belki zulmün durdurulmasına yol açacak bir şeyler yapılmasını bile sağlayabilecektik. Heyecanla ve coşkuyla, kararımızı uygulamaya girişik. Organizasyonu ben üstlendim: Fotoğrafları bizzat seçtim, bilgisayarda kolaj yaptım, kocaman bir kâğıda renkli olarak bastırdım, panoya astım. İlk reaksiyonlar “olağanüstü” idi. Herkes fotoğraflara dikkatle bakıyor, bunların yaşanmakta oluşuna şaşırıyor ve öfkeleniyor, mazlumlara sempati duyuyordu. Hatta gözleri dolanlar bile vardı. Hedef gerçekleşmişti. İkinci hafta, bu defa daha kanlı, daha acılı, daha fazla cesetli fotoğraflar seçtim. Ancak garip bir şey oldu: İlgi, gözle görülür biçimde azaldı. Üçüncü hafta neredeyse kimse dönüp panoya bakmıyordu. Derken, dördüncü hafta bu uygulamadan vazgeçtik.

Bu tecrübe, bana hayatımın en önemli derslerinden birini verdi: Duyarlılık kazandıralım derken, aslında insanların duyarsızlaşmasına hizmet etmiştik. Kanı, cesedi ve acıyı normalleştirerek, kalplerdeki merhameti azaltmış, gözlerdeki yaşları kurutmuştuk. Kendimi yokladığımda, aynı şeylerin benim başıma da gelmeye başladığını gördüm. Yaptığımız şey, düpedüz teşhircilikti ve mazlumlara da hiçbir faydası yoktu.

O günden bu yana, İslâm coğrafyasındaki mezalimi gündeme getirme adına, uluorta ceset fotoğrafı paylaşılmasına, hele de bunun sıradan insanlar tarafından ve sosyal medya ortamlarında kontrolsüzce yapılmasına kesin bir şekilde karşı çıkıyorum. Filistin’den ve diğer kanayan yaralarımızdan sözde “dünyayı haberdar etmek için” (dünyanın haberi yok mu sizce?) paylaştığımız her ceset fotoğrafı, üç büyük ve mühim neticeye yol açıyor: 1) Duyarlılıklarımızı ve kalplerimizin rikkatini kaybediyoruz; acı ve zulüm normalleşiyor. Fark etmesek de, öfkeler yılgınlıklara dönüşüyor, 2) Düşman sevinç çığlıkları atıyor; verdiği zararın çarşaf çarşaf teşhir edilmesi, ona doping etkisi yapıyor, 3) Düşüncesizce oraya-buraya yolladığımız ve sayfalarımızda paylaştığımız her bir ceset fotoğrafı, kul hakkı olarak hesabımıza yazılıyor. Hangimiz, parçalanmış, avret yerlerimiz açılmış, ortalıklara düşmüş cesedimizin WhatsApp gruplarında dolaşmasına razı olur? Ben şahsen olmam ve bunu yapanlarla Yüce Divan’da hesaplaşırım. Bu satırlarımı okuyan hiç kimsenin de razı olacağını sanmam.

“Peki, yaşananları nasıl gündeme taşıyacağız? Susacak mıyız?” sorusu sorulabilir. Elbette susmayacağız, tepkisiz kalmayacağız, zulmün ortadan kalkması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ama zekice ve tutarlı biçimde… Vuruculuğu, sağlam görsel malzemelerle ve itiraz edilemeyecek bilgilerle sağlayarak… Zilleti çağrıştıracak görüntüler yerine umudu, direnişi, sabrı ve kahramanlığı öne çıkararak… Tüm bunlar zor değil. Sadece biraz dikkat, gayret ve özen yeterli.

İsrail saldırılarının başladığı günlerde, Gazzeli gazeteci Îmân Şantî’nin Twitter’dan yaptığı bir çağrı, çok anlamlıydı: “Lütfen, evlatlarımızın parçalanmış cesetlerinin fotoğraflarını paylaşmayın!” Bu çığlığın Gazze’den, hadiselerin göbeğinden yükselmesi ayrıca önemliydi. Nitekim binlerce insan Îmân Hanım’ın ricasına uyarak, paylaştığı fotoğrafları sildi.

Geçmiş saldırılarla kıyaslandığında, bu defa Gazze’den ve Filistin’den gelen görüntülerde kahramanlığı, umudu, direnişi ve sabrı öne çıkaranların oranı oldukça yüksekti. Sosyal medyada çok sayıda vurucu kısa film, görsel ve bilgi paylaşıldı. Malum medya odakları hakikatlerin üstüne perde çekse de, Müslümanlar olarak kendimizi anlatırken artık başka bir üsluba ve bakış açısına yöneliyor oluşumuz, gerçekten ümit verici. Bunu lütfen küçümsemeyiniz. Orta ve uzun vadede, “kamuoyu oluşturmak” denilen şeyin makul biçimde yapılmasının somut sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.

Yeni Şafak / Taha Kılınç