Bilincin Ölümü ya da Antikacılık

Güce dayalı bağlılıkların belirleyici olduğu toplumlarda, ilkesel bağlılıklar askıya alınmıştır. Bu nedenledir ki, bugün toplumlarımız bir düşünsel çöl manzarası arzediyor. Bu düşünsel çöl’den uluslararası yankı-ilgi-etki uyandıran düşünürler-eserler çıkmıyor.

İslam dünyasında ulus-devletler, geleneklerin, muhafazakarlıkların, etnik-dini-politik popülizmlerin vesayeti aracılığıyla, toplumsal konformizmi tahkim ettikleri, güçlendirdikleri için, İslam toplumları hiç bir alanda rüştünü isbat edemiyor, hayati konuları, sorunları, sorumlulukları ve tercihleri gündemine alamıyor. Bu tür toplumlarda, İslami farkındalığa hayat hakkı tanınmadığı için, toplumsal konformizm, etnik/dini/politik popülizm yoluyla bütün otoriter rejmleri, diktatörlükleri meşrulaştırabiliyor, normalleştirebiliyor.

İslam toplumlarında halklar ve İslami varoluşlar, bir yanda toplumsal konformizm yoluyla, bir diğer yanda da, Türkiye örneğinde yakından takip edilebileceği üzere, seküler/ideolojik/entelektüel bağlamda kontrol altında tutuluyor. Bu suretle İslami zihin dünyamıza çok yönlü bir şiddet dayatılıyor. Bu durum, gerçek anlamda İslami özgürlükten mahrumiyetle sonuçlanıyor. Çok yönlü bir kontrol ve tahakküme tabi tutulan toplumlarda bağımsız bir İslami varoluştan söz edilemez. Bu tür toplumlar, kendilik bilincini kaybettikleri için, edilgenliği hayat tarzı haline getirirler. Edilgenliğe mahkûm olmak, bilincin ölümüne işaret eder. Bilincin yeniden hayata ve tarihe dönüşü, her tür tahakküm ve kontrolü reddetmek ve aşmakla mümkün olabilir. Hangi toplumda olursa olsun, edilgenliğin hayat tarzı haline gelmesi varoluşsal bir kriz’den kaynaklanır.

Günümüzde, İslam toplumlarını, iktidarı, hayatlarının ve varoluşlarının tek içeriği sayan, derin bir iktidar bağımlılığı içerisinde bulunan, duygusal ve düşünsel istikrarsızlık ve psişik sorunlarla malul narsisist kişilikler yönetiyor. Hangi toplumda olursa olsun, narsisist kişiliklerin/tercihlerin/yöntemlerin kutuplaşmalara yol açtığı bilinen bir gerçektir. Narsisist bir bünye-kişilik, ne pahasına olursa olsun sadece ve hep kazanmak, hep iktidarda kalmak ister. Narsisist bir kişiliğin bütün farklılıklara karşı sorumlu davrandığı, farklı unsurlara anlayış gösterdiği görülmemiş ve duyulmamıştır. Farklılıkları anlayışla karşılamak bilgelikle ilgilidir. Aziz İslam, biz Müslümanlara, birlikte varoluşun dilini/bilgisini/bilgeliğini öğretir. Narsisist bir anlayışla, tarzla, kişilikle hiç bir şekilde sağlıklı ilişki kurulamaz. Narsisist politik liderler-liderlikler gerçeği kendilerine uydurmak suretiyle çarptırırlar. İslam toplumlarında, maalesef, daha çok güce dayalı bağlılıklar belirleyicidir. Bu tür toplumlarda ahlaki ve kültürel incelikler söz konusu olmadığı için, ilgili toplumlar duyarsız ve sorumsuz bir politik dil’le, söylemle yönlendirilirler. Her şeyin iktidar/para/ekonomi ve çıkara indirgendiği bir toplumda, insani/ahlaki/kültürel alan çürümeye terkedilmiş demektir.

Güce dayalı bağlılıkların belirleyici olduğu toplumlarda, ilkesel bağlılıklar askıya alınmıştır. Bu nedenledir ki, bugün toplumlarımız bir düşünsel çöl manzarası arzediyor. Bu düşünsel çöl’den uluslararası yankı-ilgi-etki uyandıran düşünürler-eserler çıkmıyor. Hangi toplumda olursa olsun, düşünce, düşünülmemiş düşünceler üzerinde düşünerek başlar. İslami evrenselcilik eylem halinde bir evrenselciliktir. Entelektüel ufku belirleyen eleştirel-entelektüel bağımsızlıktır. Entelektüel ufuk, yerli-milli konjonktüre kapatılamaz. Yerli-milli konjonktür resmi düşünce, resmi değerler, resmi semboller ve folklor’le sınırlıdır. Düşünülmemiş düşünceler üretemeyen, kendi zamanının dili/bilinci olamayan bir bünyenin geçmişi biriktirmekten ve antikacılık yapmaktan başka yapabileceği hiç bir şey yoktur.

Geçmişi biriktirmek, tekrar etmek ve antikacılık, Müslümanların, özellikle de genç kuşakların, inşa edici yeteneklerini ve potansiyellerini yok ediyor. Bu nedenledir ki, entelektüel, siyasal ağırlığı olan düşünürler yetiştiremiyoruz. Gerçek anlamda entelektüel bir yoksulluk içerisinde bulunduğumuz için toplumlarımıza dayatılan gerçekliğin farkına varamıyor, kendi bağımsız gerçekliğimizi, İslami gerçekliğimizi inşa edemiyoruz. Kendi gerçekliğimizi inşa edebilmemiz için yeniden düşünme cesareti gösterebilmeliyiz. İslam toplumlarında, toplumlarımızda İslami özgürlüğe, bağımsızlığa ve umuda hak kazanabilmek için, gerçek anlamda bağımsız bir entelektüel mücadele verilmemiştir, bu konuda inşa’cı bir bilinç oluşturulamamıştır. Bu nedenledir ki, bugün, bizler, İslami anlamda hangi konumda olduğumuzun bilincinde değiliz. Yeni düşünme-inşa-sorumluluk-eylem biçimleri ve alanları oluşturabilmek için entelektüel özgürlüğü temsil eden, konformist/statükocu düşüncenin etkisini reddeden, taşralılaşmayı reddeden, konjonktürel rüzgarlarla savrulmayan, gerçekleştirilmesi gerekenler üzerinde çalışabilecek kadrolara ihtiyacımız olduğunu bilmek ve anlamak durumundayız. Büyük tekdüzeliklerin, büyük sıradanlıkların, büyük popülizmlerin ifadesi olan toplumsal konformizmi meşrulaştıran, tebcil eden, kutsayan bir bünyenin yeni bir toplum/kültür tasavvur etmesi beklenemez.

İslami varoluş bilinçli ve sorumlu bir mücadele ile başlar ve anlam kazanır. Bilinçli ve sorumlu bir mücadele yoluyla, düşünce stratejisiyle, entelektüel/ideolojik/seküler mutlakıyetçiliklere karşı konulabileceğini, bunların aşılabileceğini, bu konuda karşı iktidarlar oluşturulabileceğini öğrenebiliriz. Yerleşik düşünceler, yaklaşımlar, yorumlar yoluyla sömürgeci mutlakiyetçilikler aşılamaz. İslam toplumlarında, her hangi bir üstad’ın, alimin, arifin, düşünürün, politik liderin her şeyi bildiği-bilebileceği inancı; ortak aklı, ortak dayanışmayı, ortak çabayı, ortak üretimi ve birlikte varoluşu imkansız kılıyor. Kendilerinden yararlandığımız üstadları, alimleri, arif’leri, düşünürleri ve politik liderleri yeni bir put’a dönüştürmemek, yeni bir putperestlik icat etmemek için, onların her şeyi bilemeyeceklerini bilmemiz gerekiyor. Kendilerini izleyenlere kendilerini dayatan, saflarına adam kazandırabilmek için ölçüsüz bir propoganda dili kullananan üstad’lara, düşünürlere yönelik olarak eleştirel bir tavır takınmadığımız takdirde, özgür bir entelektüel özne olmamız hiç bir şekilde mükün olamaz. Bugün, toplumlarımızda yerleşik kurumsallaşmış gelenekler her tür yanlış bilinci himaye etmeye devam edebiliyor.

Atasoy Müftüoğlu