Beşer: Sağlam Gayb Bilgisine Ulaşmanın Bir Tek Yolu Vardır

Gaybla ilgili olarak bir zan örgüsü kuran bazı müslümanlar her bakımdan açık ve net olan onca nasları hesaba katmazlar da, çok zayıf haberleri ya da suyunun suyu mesabesindeki uzak tevilleri delil gibi görürler. Bu durum ideolojik İslam’ın ve fırkacılığın çok ilginç bir belirtisidir.

Gaybî bilgilerden söz ediyorduk. Her konuda olduğu gibi bu konuda da insanoğlu ifratlar ve tefritler yaşar. İfrat-tefrit meselesine değinmiş ve buna misaller vermiştik. Gaybî bilgi meselesi de bunlardan birisi.

Bazı müslümanlar pozitivizmin ve materyalizmin etkisiyle gördükleri ve duydukları, kısaca âlem-i şehadetleri dışında neredeyse Allah’tan başka bir şey yok deme noktasına geliyor ve büyük bir tefrit yaşıyorken, bazıları da büyük gördükleri herkesi kutsuyor, gaybın anahtarlarından biri de kendilerindeymiş gibi dilediklerine adeta ilahlık değilse de ilah yardımcılığı rolü veriyorlar. Keşif, keramet ve rüya ile ulaşılan bilgileri iman meselesi haline getiriyor, böylece diğer uca karşı bunlar da aksi yönde bir ifrat yaşıyorlar. Oysa âlem-i gaypten pek çok yolla bilgi huzmeleri geliyor olsa da bunların bizi bağlayanları sadece peygamberin Allah’tan alıp getirdiği bilgilerdir. Gaybı peygamberlerin kendileri de bilmez. Allah hangi peygamberine neyi bildirmek isterse onu ve sadece o kadarını bildirir. Allah gaybını kendi belirleyeceği elçilerinden başka kimseye bildirmeyeceğini bizzat kendisi söylüyor. Resulüllah’a şöyle buyuruyor: ‘De ki ben gaybı bilmem’. Yani Allah gaybı kimsenin bilmeyeceğini söylüyor. Bu noktada beşerin en faziletlisi olan Resulüllah da bilemez mi gibi bir soru akla gelirse ona; evet insanlara de ki gaybı ben de bilmem dedirtiyor. Artık bunu uçuk tevillerle zorlamak bir mümine yakışmaz.

‘Allah müminleri bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Eninde sonunda pisi temizden ayıklayacaktır. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Allah gaybını bildireceği resulünü O kendi seçer. O halde siz Allah’a ve O’nun resullerine inanın. Eğer böyle inanırsanız ve takvalı olup korunursanız sizin için büyük bir mükâfat vardır’ (Âl-i İmran 179).

Müminlerin zorlu imtihanlara tabi tutulup münafıklardan ayrılacaklarını bildiren bu ayeti kerime gelince münafıklar, hadi öyleyse kimler mümin, kimler değil açıklayın, yani gayb olan bu bilgiyi söyleyin bakalım, demişlerdi. Allah da gaybı insanlar bilemeyecek ama Allah dilerse onu resulüne bildirecek diye haber vermişti. Burada sahabenin, hatta Resulüllah’ın bile insanların kalbini bilmediği gerçeğine de işaret vardır. ‘O halde siz Allah’a ve O’nun resullerine inanın’ ifadesi, gaybın resullerden başkasına bildirilmediğini, hangi habere inanılacağı söz konusu olduğunda sadece Allah’a ve O’nun resulüne inanmak gerektiğini gösteriyor. Yani onlara inanın başkasına inanmayın deniyor.

Ama insandaki bilinmeyeni öğrenme merakı ve kutsama temayülü onu, yücelttiği insanların gaybı dahi bilebileceğini zannettirir. İnsan Ebced, Cümmel ve Cifir gibi batıni Şii kaynaklı zanlardan bile bilgi üretmeye yeltenebilir. Felsefi tasavvufun ortaya attığı vahdet-i vücut ve hulul gibi düşünceler de böyle zanlardan ibarettir. Bu zanların ya da kurguların hiçbir anlamı yoktur demiyoruz. Varlığı anlamada ve anlamlandırmada bir mana ifade edebilirler, yani anlamlı olabilirler, en azından insandaki düşünme ihtiyacını tatmin edebilirler, ama bir düşüncenin anlamlı olması doğru olduğu anlamına gelmez. Bunlar da birer zihni eksersiz olarak işe yarayabilir. Ama böyle hayal kurmalarla ulaşılan bilgiler, daha doğrusu zanlar din adına bir değer ifade etmez. Din bu düşünceler üzerinden anlaşılamaz, anlatılamaz. Durum böyle iken böyle hayali anlatımlardan zevk alan bazı insanların bunları sanki dinin merkezi imiş gibi görüp, dini onlar üzerinden anlattıklarına şahit olursunuz. Saparlar ve saptırırlar.

Bu durumun böyle olması tabii ki, bizim algı alanımızda bulunmayan dünyalarda, bâtında sonsuz bilgilerin olmadığı anlamına gelmez. Uçsuz bucaksız fezada dünyamız ne kadarsa duyularımızla algıladığımız bilgilerimiz de, onlarla algılayamadıklarımızın yanında o kadardır. Hatta dünyaya bakan beş duyumuza karşılık, bir takım duygularımızdan da söz edilir. Bu durum bize Allah’ın gücünü kudretini, mülkünün büyüklüğünü göstermesi bakımından anlamlıdır. Yoksa böyle duygularımızla elde ettiğimiz bilgilere göre bir iman ve din anlayışı kuramayız. Çünkü bunlar zandan ibarettir ve Allah müşrikleri zanla hareket ettikleri için kötüler.

Böyle konularda dikkat çeken hususlardan biri de şudur. Gaybla ilgili olarak bu kabil bir zan örgüsü kuran bazı müslümanlar her bakımdan açık ve net olan onca nasları hesaba katmazlar da, çok zayıf haberleri ya da suyunun suyu mesabesindeki uzak tevilleri delil gibi görürler. Bu durum ideolojik İslam’ın ve fırkacılığın çok ilginç bir belirtisidir.

Yeni Şafak / Faruk Beşer