Daha giriş bölümüyle mümkün olduğu kadar adil bir sistem sorgulaması yapacağının ipuçlarını bize veren bu kitap, 1250-1350 yılları arasındaki Dünya Ticaret sistemini anlatmak gibi şümullü bir başlık barındırsa da esasında temel amacının, Avrupa Hegemonyası’nın tarih yazımında perdelediği gerçekleri aydınlatmak olduğunu açık bir şekilde kendisi ifade ediyor. Dahası yazar bize, Doğudaki kültürlerin (bizlere dikte edildiği gibi) modern sistemin ataları olmasını engelleyecek herhangi bir içsel tarihi gerekçenin olmadığını söylüyor.
Detaylara girmeden önce, dilerseniz merak edenler için kitabın fiziksel bazı özelliklerini de zikredelim. Vakıfbank Kültür Yayınları tarafından ilk baskısı Ekim 2020 tarihinde yapılan kitap, 615 sayfadan oluşuyor ama bunun 80 sayfası kitabın kaynakçası… Bu kadar geniş bir külliyatın taranarak hazırlandığı bir eser de, haliyle bir akademik karaktere sahip olsa da kokutucu veya itici bir okuma zevki sunmuyor okurlara. Bu anlamda rahat olabilirsiniz, zira parantez aralarında kaynak atıflarının yapıldığı kısımları -eğer konunun uzmanı olarak bir inceleme yapmak üzere okumuyorsanız- atlamanız halinde, yazar Janet Abu Lughod’un kendine özgü üslubu sizi yakalamayı başarıyor ve yüzyıllar öteye sürükleniyorsunuz. Bu arada kitabın çevrisini yapan Cansen Mavituna’ya da hakkını teslim etmek lazım, gerçekten başarılı.
Amerikalı bir tarihçi olan; Dünya sistemi, Ortadoğu şehirleri üzerine uzman ve 13 yayımlanmış kitabı bulunan; kendisini de “doymak bilmez merak sahibi bir araştırmacı” olarak tanımlayan Abu Lughod, Boğaziçi üniversitesinde de dersler vermiş. Bu arada, hanım yazarımızın eski kocası İbrahim Ebu Lughod‘da önemli bir Filistinli entelektüel ve Edward Said, meşhur oryantalizm kitabını ona adıyor. Doğrusu kitabı elime aldığımızda dikkatimizi ilk cezbeden ve hafiften de bir kıskanma durumuna yol açan şey, “gayrimüslim bir bayan araştırmacının ülke ülke gezerek tüm bu eserleri inceleyip değerlendirebilecek zamana ve maddi kudrete sahip olabilmesi” oluyor. Zira Müslümanlar arasından yetişmiş bu denli büyük Entelektüel zihinlerin mevcut olmaması bir yana, yetişmiş olanlarının da ancak batı entelijensiyası tarafından önceden yapılmış araştırmaları birebir teyit eder çalışmalar ortaya koymuş olması veya daha da vahimi hiçbir yeni çalışma ortaya koyamamış olmasıdır.
Giriş kısmında, bir Dünya sistemi deyince anlaşılması gerekenin ne olması gerektiği ile ilgili anahtar bilgileri tartışmaya açan yazar; sanayi devriminden önce ticaret devriminin anlaşılması gerektiğini, “geleneksel” ve “modern” kavramlarının karşılıklarını, modern endüstriyel devrimden çok öncesinde serbest işgücü ve alışverişin parasallaşmaya başladığını, dahası 13. yüzyılda Dünya’da kapitalizmin tüm kurumsal varlığının(para, kredi, senet, bankacılık…v.s.) tesis edildiğini ön bilgi olarak veriyor. Kitabın içerisinde esasında tüm bu iddialarının geniş açılımları yer alıyor. Moğol imparatorluğunun başkentine ikinci gidişlerinde babası ve amcasıyla birlikte seyahat eden ve orada uzun yıllar kalmak zorunda kalan Marco Polo’nun, balon bir şekilde meşrulaştırıldığını ve doğuyu keşfeden ilk kişi olduğu konusundaki gayrimeşru öğretiyi gözler önüne serişi, kitabın iç sayfalarında Marco Polo hakkında yapılacak incelemelerin ön habercisi gibi.
13.-14. yy’da tüm Dünya’daki ticaret sistemini, tüketim kültürünü ve yaşam standartlarını baştan aşağı değiştiren veba salgınının derin etkilerine ilk olarak kısaca bu giriş kısmında değinen yazar, Avrupa’nın bilgi hırsızlığı meselesine, Avrupa Felsefesinin oluşumunda Müslüman alimlerin rolüne, daha o zamandan feodal beyliklerin zamanla “patron”lara dönüştüğüne vurgu yapıyor. Tarih yazımında karşılaştığı “şahitlik problemi”, “perspektif problemi” ve “veri toplama problemi” konularını ele alıyor ki; bu bölümler de gerçekten kitabın içerisinde yer alan bilgiler kadar kıymetli. Örneğin, Çinlilerin Dünya’nın en eski nüfus kayıtlarına sahip olmakla kalmayıp dış ticaret yaparken izledikleri bürokratik prosedürleri anlatan belgeleri korumuş olmaları, onları Müslümanlara karşı ister istemez veri temini anlamında öne geçirmiş oluyor. Müslümanlardan çok az sayıda birincil derece görgü tanığına ait kayıt tutulmasının üstüne, bir de Marco Polo gibi Arupamerkezci bakışa sahip kişilerin bayraklaştırılması sayesinde; “perspektif” probleminin ortaya çıktığını ve tarihçinin hayat görüşüne göre gerçeklerin çarpıtıldığını okuduktan sonra, Giriş kısmı kitabın akış planı ile son buluyor.
Bütün kitabın ana çerçevesini oluşturacak olan üstteki bu harita, her ne kadar sekiz daire içerisinde(yazarın ifadesi ile alt sistemler) özetlenmişse de, üç ana çember halinde gruplandırılabilir; Batı Avrupa, Ortadoğu ve Uzakdoğu. Alt sistemlerin oluşumunda kilit rol alan şehirleri de harita üzerinden okumak mümkün.
Avrupa Alt Sistemi hakkında dikkate değer hususları gözler önüne sermeye çalışacağımız ikinci yazımızda görüşmek duası ile…
Ali Durmuş