Demokratik siyasal rejim, yeryüzünün “baldırı çıplakları” için ambalajı ‘al-beni’li, ‘iknası’ hayli başarılı iyi bi ‘satıştı’; daha iyisi olmayan ‘mamül’ en faziletli model olarak sunulmuştu.
Etiketinde yazan özellikleri şuydu:
Meşruiyet yeryüzüne inecek, sosyal sözleşmeden doğan hakların yasal olarak korunacak; herkesle eşit özgür yurttaş olacaksın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğün olacak, yöneticini kendin seçeceksin, ekonomide eğitimde politikada fırsat eşitliğinden yararlanacaksın, serbest çalışıp kazanacaksın, mülk sahibi olacaksın, kurulacak dünya cennetinde mutlu olacaksın.
En fiyakalı özelliğiyse, güçler ayrılığı prensibiyle “yasama-yürütme-yargı” iktidarları kurumsal olarak ayrışmış, ‘denge fren’ mekanizması özelliğiyle ‘diktatörlüğün’ yolları kapanmıştı.
Daha ne olsundu…
Bi önceki mamül ve özellikleri neydi; ‘Meşruiyetini’ tanrıdan alan, ‘mavi kan’ taşıyan, babadan oğula geçen krallık, sultanlık ve prenslik vardı. Kilisenin ruhbanları, mülk sahibi aristokratlar imtiyazlı sınıf olarak söz sahibiydi.
Sense, hiç bir hakka sahip değildin; sorgusuz itaat eden, toprağa bağlı köle, efendilere hizmetçi, onların savaşları için askerdin. Seyahat edemez, serbest çalışamaz, mülk edinemezdin…
Doğruya doğru; Yüzlerce yıl feodalitenin baskısı, engizisyoncu Kilisenin zulmü altında yoksul, sefil bi hayat; salgın hastalıklara müptela, çaresiz ve sahipsiz bi şekilde yaşayan Avrupalı için demokrasi, bulunmaz Hind kumaşıydı…
Dünyanın belirli bir coğrafyasında, belirli bi tarihte, belirli bir tarihsel bağlamda, verili sosyo politik ve ekonomik hayat şartlarında gelişen bu büyük değişim ve dönüşüm
Başka tarihsel bağlam, sosyo politik ve ekonomik şartlar ve coğrafyalarda yaşayanlar için aynı şey miydi!…
Avrupa değerlerini ve kültürünü taşıyan, Avrupa siyasi ve ekonomik çıkarlarını temsil ve transfer eden “evrensel değerler” ne kadar ‘evrensel’, kimler için ‘değer’di.
İşin bu kısmı diğerlerinden çok Müslümanları alakadar eder; şayet ‘hak’ dine mensup olmak, dünyaya Allah kaynaklı ‘hakikati’ hatırlatmak, Peygamber ve şeri hukuk temelli ‘ahlak, adalet, merhamet’ göstermek gibi bi sorumluluk taşıyorsa.
Şayet yönetici emirlerinin yakasına yapışıp zulme ve baskıya, ahlaksızlığa haksızlığa ve adaletsizliğe baş kaldırabiliyorsa…
Batıda değişen neydi, özgürlük, demokrasi ve evrensel değer propagandasıyla tüm dünyalıları ‘müşteri’ olmaya ikna eden mamül gerçekte nasıldı?
Eskisinden ve yenisinden önemli başlıkları ‘gidenler ve gelenler’ olarak sıralayalım:
Kan ve soy bağına dayalı krallık sultanlık rejimi gitmiş yerine, seçimli ve yasal diktatörlük rejimi gelmişti..
Soylu prensler gitmiş yerine, partiler ve parti bürokrasisi gelmişti..
İmtiyazlı aristokrat sınıfı gitmiş yerine, sermaye sınıfı gelmişti..
İmtiyazlı Kilise ve ruhban sınıfı gitmiş yerine, üniversite aydın medya sanatçı sınıfı gelmişti..
Toprağa bağlı mülkiyet gitmiş yerine, banka fabrika işletme sahipliği/mülkiyeti gelmişti..
Toprağa bağlı kölelik gitmiş yerine, burjuvaya bağlı işçi devlete bağlı memur sınıfı gelmişti..
Tanrısal meşruiyet gitmiş yerine, insanların çoğunluk iradesi gelmişti..
Kilisenin tanrı adına yaptığı ikna yöntemi gitmiş yerine, demokratik propaganda gelmişti..
Yasalar ilahi kaynaklı, uygulama kral sultan yetkisinde ikili iktidar biçimi gitmiş yerine, akıl bilim kaynaklı yasa, tek icra yetkili parlamento/hükümet/başkanlık gelmişti….
Öncekinin ‘kan ve soy bağına dayalı’ tekli iktidar sistemi ve siyasal rejimine kıyasla demokrasinin, seçimli sisteme dayalı üçlü kurumsal iktidarı, bunun faziletli olması için yeter şart sayılır.
Bu iş gösterildiği gibi midir, bi bakalım mı?
Halk oyunun çoğunluğunu alan parti iktidar olur. Yasal/hukuki olarak ‘icra’ yetkisini/iktidarını kullanır. Bunun için “devletin” ‘askerini, emniyetini, istihbaratını, hazinesini’ kullanır.
İktidar, parlamentoda çoğunluk olduğu için yasa çıkartma ‘iktidarına’ da sahiptir.
Üçlü iktidardan ikisi, iktidarın tekeline geçmiştir.
Gelelim ‘yargı’ iktidarına. Yargının hüküm vereceği yasaları kim çıkartıyor? Parlamento. Burda çoğunluk kimde? İktidarda. Şu halde ‘yargı bağımsızlığı ve özerkliği’ kimin tekelinde? İktidarın.
Dolayısıyla üçüncü ‘iktidar’ da siyasi iktidarın elindedir. Oldu mu ‘yasama-yürütme-yargı’ üçlü iktidarı tekli?
Edendim, demokrasi bi kültürdür, ‘kötü’ yöneticinin eline geçerse ne yapılabilir. İyi de kralların sultanların da ‘iyileri’ olmadı mı dünyada…
Demokrasilerde iktidarın kim olduğundan bağımsız olarak, sistem veya rejim gereği,
siyasal iktidar, görüntüdeki üç iktidarı da tekeline alır. Bu onun en tabii, en yasal, en hukuki, en meşru hakkıdır.
Siyasal bir iktidarın, bu üçlü iktidarı kullanmaması söz konusu olabilir mi? Olursa iktidar denen şey olur mu?
Şu halde diktatörlük, eskiye kıyasla sadece şeklen/hukuken ve dahi meşruiyet kaynağı olarak değişmiştir.
Efendim; demokrasilerde iktidar, siyasal ve toplumsal muhalefete istediği gibi davranamaz; istediği yasayı çıkartamaz, istediği yasakları koyamaz.
Bu tür savunmalar ‘reklamları izlediniz’ faslı; ‘dilek ve temenniler’ bahsidir…
Siz hiç,
Demokrasi tarihinde yani, doğrudan demokrasinin uygulandığı antik Yunanda, temsili demokrasinin uygulandığı modern çağda, katılımcı demokrasinin uygulandığı postmodern çağda,
‘Mülk sahiplerinin’ be ‘yeni imtiyazlı zümrelerin’ aleyhine, dolayısıyla geniş halk çoğunluğunun lehine, ‘haklar ve özgürlükler’ verildiğini gördünüz duydunuz mu?
‘Fırsat eşitliği, üretim ve paylaşım, adalet’ gibi toplumsal bakımdan oldukça önemli hususların çoğunluk lehine kullandırıldığına şahitlik ettiniz mi?
Uluslarası hukuk, dünya barışı ve istikrarı denenlerin ‘kimlerin hukuku, barışı’ olduğunu düşünüp ‘hangi sistemin istikrarı’ olduğuna kafa yordunuz mu?
Uzatmayalım; bunlar, çok haklı olarak despotik ve baskıcı zalim rejimlerden kaçarken, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü adına, insan hakları hukuku savunusuyla demokrasiye gönül veren, demokratik diktatörlerin eline düşenlerin derdi olsun…
İktibas / Hüseyin Alan