Yüzüncü Yılda İdeolojik ‘Gerçek’lere Teslim Olmamak

Birinci Dünya Savaşı’nın resmî olarak sona eriş tarihi olarak Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi kabul edilebilir. Geçen sene 100. Yılı idi. Pek hatırlanmak istenmedi. Bizim için kara günlerin başlangıcı idi.

Birinci Dünya Savaşı’nın resmî olarak sona eriş tarihi olarak Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi kabul edilebilir. Geçen sene 100. Yılı idi. Pek hatırlanmak istenmedi. Bizim için kara günlerin başlangıcı idi.

Mütareke’yi Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Bey’e göre, çok fena halde idik, her halde bu mütarekeyi imzalamaktan başka çaremiz yoktu.  Genel Kurmay Başkanlığı’nın İstiklal Harbi kitabında, “müzakerelere başlandığı sıralarda Osmanlı orduları sanıldığı gibi büsbütün güçsüz değillerdi denilmektedir” (C.1, sf. 49). Vahidetdin daha sonra Mütareke’nin zarurî hâle gelmesini “M. Kemal Paşa’nın kumandası altında olan kuvvetlerle ‘Toros dağlarına zelilane sığınması”na bağlar.

Mütareke’den sonra İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin bazı bölgeleri işgal edilir. Tabiî buna karşı tepkiler de ortaya çıkar. 18 Ocak 1919’da Paris Konferansı’na İngiliz Hariciye Nazırı Lord Kurzon, şu çözümü teklif eder: Müstakil bir Arabistan ve Ermenistan’dan başka müstakil bir Türk Devleti kurulmalı. Bu devlet geçmişte olduğu gibi, Anadolu yarımadasının sınırları icinde kalmalı ve başkenti ya Bursa veya Ankara olmalı. Daha o zaman İstanbul’un başkent olmadığı bir çözüm teklifi ilgi çekici değil mi?

***

1919’da hem işgal acıları yaşanır hem ülkenin kurtuluşu için birtakım faaliyetler başlar, bunlar yer yer direnişe dönüşür. Bu yıl ideolojik resmi tarih fanatiklerinin bildik sloganlarla kamuoyunu yanıltma çabalarına şahid olacağız. Bu ideolojik kesimde olmamakla beraber bilgisiz geniş bir kesim bu efsaneleri baş tacı edecekler. Gerçekte bu seneyi yakın tarihimizi doğru kavrama yılı ilan etmeliyiz!

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin de yüzüncü yılındayız. 15 Mayıs’da Yunan kuvvetleri İzmir’e çıkmaya başlamıştır. İzmir’de Yunan işgali, İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanlar’ın işgallerinden daha büyük bir tepkiye yol açmıştır.

Bu işgali İngilizler açısından taktik bir hamle olarak görebiliriz. Yoksa bu işgalin bir sonuç vermeyeceğini onlar da bilir. İşgalden bir ay önce İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon İzmir’in Yunanistan’a verilmesi kararı hakkında muhtıra hazırlar: “Selânik kapılarının 5 mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan’ın Aydın vilayetinde barış ve güvenlik sağlamakla nasıl görevlendirilebileceğini anlayamıyorum.”

Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya görevlendirilmesi meselesi yine hurafe halinde önümüze konulacaktır. Bu hurafeyi Paşa’nın Nutku’nun beslediğini hatırdan çıkarmayalım.

Padişahı kandırmak bir yana İngilizleri atlatarak Karadeniz’e açılma, Bandırma vapurunun takibi ve her nasılsa yakalanamama gibi efsaneler hala ders kitaplarında durmaktadır. Oysa Samsun mart ayında bir İngiliz birliği tarafından işgal edilmiştir! İngilizler Paşa’yı isteselerdi Samsun’da engelleyebilirlerdi. M. Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin açılışından bir gün sonra, bu hadiseyi çok farklı şekilde ele almakta ve “Samsun’a çıkmak” yerine “Samsun’da işe başlamak” tabirini kullanmaktadır.

Erzurum Kongresi’nin Kemal Paşa tarafından toplanmadığını bu fanatiklere nasıl kabul ettireceğiz? Paşa’nın kongreye üye olması Erzurum’lu bir üye istifa ettirilerek sağlanmıştır. Daha önemlisi, Erzurum Kongresi Milli Mücadele’nin ilk kongresi değildir. 28 Haziran 1919’da Birinci Balıkesir Kongresi’nin toplanmıştır.

Balıkesir Kongresi, Erzurum Kongresi’nden yaklaşık bir ay önce, M. Kemal Paşa’nın düzenlenmesini planladığı Sivas Kongresi’nden ise iki ay önce toplanmış olmasına rağmen Nutuk’da sözü edilmemiş, inkılâp tarihlerinde üzerinde gerektiği şekilde durulmamıştır. Millî Mücadele’nin sivil anlatımı, oluşumun sırf Mustafa Kemal ekseninde ele alınması yüzünden ihmal edilmiştir.

***

Erzurum Kongresi ile ilgili Nutuk’ta yer almayan şu iki paragraf bilhassa önemlidir:

“Anadolu’daki memuriyetime, bilhassa İngilizler tarafından hazm ü tahammül olunmayacağı ve dahilden de birçok ifsadat ve tezviratın karışacağı, daha o zaman kestirilerek; alenen, gerek Sadrazam Paşa’ya ve gerekse ricali marufa-i devlete söylenmiş ve bilhassa, Zât-ı Akdes-i Hazret-i Padişahi’ye de bilmünasebe, maruzatta bulunmuş idim.”

“Bu konudaki sırların ve haberleşmelerin ve mukaddes padişahın şahsı ile geçen maruzatve görüş alışverişlerininşimdilik yayılması uygun olmayıp, inşallahü teala, mübarek vatan ve milletin, bilfiil kurtuluşa erdiğini idrak edince, kitap halinde yayını ve o zaman bugünkü Kongre muhterem heyetini teşkil buyuran kıymetli kişilere de millî hatıra olarak takdimi düşünülmektedir.” (Fahreddin Kırzıoğlu, Erzurum Kongresi, sf. 21-22)

Birinci paragraf, Samsun’a çıktıktan sonra olup bitenler konusunda temsilcileri tatmin etmek maksadıyla konulmuşa benzemektedir. Yani, böyle şeylerin olabileceği hususunda yetkililer, sadrazam ve kutsal padişah haberdardır. Bu mevzu onlarla görüşülmüştür! Bu olup bitenlerin taraflarca bilinen senaryoya ters düşmediği şeklinde algılanabilir.

İkinci paragraf ise, işin bilhassa gizli–kapalı, esrarengiz kısmı ile ilgilidir. M. Kemal Paşa, Padişah’la arasındaki hususiyeti açıkca hissettirmekte, fakat bunun faş edilmesini şimdilik uygun bulmamaktadır. Bu ancak kurtuluştan sonra açıklanabilecek bir sırdır…

Karar / D. Mehmet Doğan