Uhud Savaşı ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler
Uhud savaşı risâlet sürecinde olayların gelişimine damga vuran önemli olaylardan birisidir. Mekke’deki müşriklerin müttefik kabilelerinde desteğini alarak Medine’ye kadar gelip Müslümanları savaşa davet etmelerinin iki ana nedeni vardı: Bunlardan birisi Uhud Savaşı’na kadar geçen on üç yıllık risalet sürecinde ayrıntılı bir şekilde kendini açığa vuran tevhid-küfür farklılığı ile ilgiliydi. Savaş sadece meydanlarda silahlarla yürütülmüyor, ekonomik ve siyasal alanda da yürütülüyordu. Müslümanlar ise daha çok ekonomik savaş yoluyla küfrün direncini kırmaya çalışıyordu. Rasûlullah’ın hicret sonrasında Mekke’yi ekonomik ablukaya alması veya bölgedeki bazı kabilelerle dostluk görüşmeleri yapması, ekonomik ve siyasi mücadelenin önemli adımlarındandır. Mekkelilerin ticaret yolları kesildiği için ticaret yapamaz hale getirilmeleri ve ileri düzeyde ekonomik sıkıntı yaşamaya başlamaları ekonomik ablukayı kırma amacıyla bir harekâta girişmelerine de yol açtı. Bu büyük harekâttan biri de Uhud’dur. Uhud’un müşrikler açısından ekonomik baskıyı kırmakla birlikte bir başka önemi de Bedir’de, aralarında eşrafın da bulunduğu, birçok yakınını kaybedenlerin intikam alma duygusuyla hareket ettiklerini de bilmemiz gerekmektedir. Gerçekleşecek savaş bir ‘intikam savaşı’ olacaktı. Bedir’in intikamını almak arzu ve düşüncelerinin savaş hazırlıklarını başlatması da hemen Bedir sonrasına rast gelmektedir.
Mekkelilerin, Bedir Savaşı sonrasın da Şam’dan gelen ticaret kervanı bir zarar görmeden Mekke’ye ulaşmıştı. Bu ticaret kervanının elde ettiği büyük kârın Müslümanlara yönelik olan intikam savaşının hazırlıkları için harcanmasına karar verildi. Ayrıca Mekke’de ekonomik bir seferberlik ilan edildi. Herkes az- çok Mekke ordusunun hazırlıklarına ekonomik destek verdi. Hazırlıkların tamamlanması ile Ebu Sufyan komutasındaki şirk ordusu Medine’ye doğru yola çıktı. Mekke ordusu yola çıktığı zaman Peygamber (as)’ın amcası Abbas,Mekke’de gelişen olayları yapılan harekat hazırlıklarını bir mektup aracılığıyla Rasûlullah’a bildirdi. Rasûlullah hiç vakit kaybetmeden hazırlıklara başladı. Müslümanların savaşa hazırlanmalarına yönelik gerekli talimatları verdi. Bu arada Mekke ordusu Medine yakınındaki Uhud Dağı’na kadar geldi ve karargâhını kurup beklemeye başladı. Müslümanlar hazırlıklarını mümkün olduğunca süratli bir şekilde tamamladılar. Mekke ordusunun nerede karşılanacağına ise istişareler sonunda karar verildi. Bu amaçla mescidde bir istişare toplantısı düzenlendi. Rasûlullah başta olmak üzere savaş tecrübesine sahip birçok Müslüman, Mekke ordusunun saldırıya geçinceye kadar beklenmesini ve Medine’de karşılanmasının daha doğru olacağını ifade ettiler. Evlerin birbirine çok yakın olması nedeniyle şehir merkezinde girişin kolaylıkla kontrol altına alınabileceğini düşünüyorlardı. Bazı gençler ise Medine’de yürütülecek bir savunma savaşının korkaklık ifadesi olacağını; bunun düşmanları cesaretlendireceğini; Araplar arasındaki itibarlarını kaybedeceklerini dile getirdiler. Rasûlullah aslında istemediği halde istişare sonucunda ulaşılan karar olduğu için Mekke ordusunu açık arazide karşılama düşüncesini onayladı ve gerekli hazırlıkları buna göre yürütmeye başladı. Allah Rasûlü bu tavrı ile Müslümanlara önemli bir ders veriyordu. Onları İslami eğitimin gereği olarak bir konuda daha bilgilendiriyordu.
İstişarenin önemine dikkat çeken ve alınan karara uyma konusunda sahip olunması gereken kararlılığı ifade eden bu derste, bireysel olarak beğenilsin veya beğenilmesin, o karara uyulacağını bizzat kendi uygulaması ile gösteriyordu.(A’li İmran 159) Müslümanlar hala hazırlıklarını bitirememişlerdi. İki gün sonra Cuma günü Rasûlullah savaş ve sabır üzerine bir konuşma yaptı. Müslümanları dirençli olmaya davet edip, zorluklara sabır ile göğüs gererlerse başarılı olacaklarını bildirdi.
Artık Medine’den hareket saati gelmişti. Müslümanlar yaklaşık bin kişiden oluşuyordu; yüz kadarı zırhlı, iki tane de atlı vardı. İslam ordusu Medine’den çıkarken uzaklarda bekleyen bir okçu birliği görüldü. Sayıları altı yüz civarındaydı. Rasûlullah onların kimler olduğunu sordu. O kimselerin İslam ordusunda yer alan Abdullah bin Ubeyy ‘in Yahudi müttefikleri olduğu, Müslümanlara yardım için geldiklerini ve orduya katılmak istediklerini bildirdiler. Rasûlullah hiç tereddüt etmeden müşriklere karşı gerçekleşecek bu savaşta müşriklerden yardım alınmayacağını, çünkü bu savaşın tevhid-küfür savaşı olduğunu söyledi.
Müslümanlar, bin kişilik bir ordu düzenlediler fakat Medine ile Uhud arasındaki Şayt’a vardıklarında Abdullah Bin Ubeyy, üç yüz kişilik kendi ordusunu ayırıp Medine’ye geri döndü. Mazeret olarak da “Muhammed, benim sözümü dinlemeyip onlarınkini dinledi. Biz orada kendimizi ne uğruna öldürteceğimizi bilmiyoruz.” diyordu.
Hz. Peygamber orduyu düzene soktu. Bayrak Musab b. Umeyr’de idi. Zübeyr b. Avvam’ı yüz kişilik süvari birliğinin başına; Abdullah b.Cübeyrî ise Ayneyn tepesinde ki okçu birliklerinin başına tayin etti. Hamza ise zırhlıların başındaydı. Elli okçu ayırıldı,okçular dağın eteğine, Kureyş ordusunun tam karşısında yerleştirildi. Okçuların görevi önemliydi. O yüzden Hz. Peygamber Abdullah’a “Senin vazifen Kureyş süvarilerinin ayrılıp hareket ederek, arkamızdan dolaşıp saldırmasını engellemektir. Yerinizde sabit kalın. Savaş ister lehimize ister aleyhimize cereyan etsin hiçbir şekilde yerinizden kımıldamayın. Siz sebat ettiğiniz sürece biz galip geliriz.” dedi. Böylece Uhud Dağı ile Ayneyn Tepesi arasındaki geçit korumaya alınarak düşmanın arkadan kuşatma yapma imkânı engellenmiş oluyordu.
Kureyş ordusu karşıda saf saf dizilmişti. Atlıları on beşerli olmak üzere ikiye ayırdılar. Sağ kanat Halid b. Velid’in, sol kanat Ebu Sufyan’ın komutasındaydı. Savaş başlamadan önce Kureyş bayraktarı Talha b. Osman ayağa kalkarak meydan okudu. Hz Ali aldığı işaretle ayağa kalktı ve öne çıktı. Böylelikle ikili mücadele ile birlikte savaş olanca hızıyla başladı. Müslümanlar Kureyş’i ilk hamlede hezimete uğratmıştı. Düşman paniklemiş, disiplini kaybedip dağılmışlardı. Süvariler hariçti, onlar hala yerlerinde bekliyordu. Savaşın ilk evresi Kureyşli asıl ordu ve okçu birliklerinin yenilgisiyle neticelendi. Bu arada düşman sancaktarı öldürülmüş ve sancakları uzun süre yerlerde sürünmüştü. Bu duruma bakarak savaşın bittiğini düşünen Müslümanlar ganimet toplama telaşına kapıldılar. Durumu gören okçu birliği heyecanlandı. Ganimetten pay kapmak isteyenler, “Haydi ganimet toplamaya.” diyerek yerlerini terk ettiler.
Abdullah onlara Hz Peygamberin emrini hatırlattıysa da onu dinlemediler. Dolayısıyla savaş düzenini yitirmiş, disiplin ve bağlantıyı kaybetmişlerdi. Savaşın kaderi bir anda değişmeye başladı. Kazanılmış zafer yenilgiye dönüyordu. Bu sefer Müslümanlar sağa sola dağılmaya, tepelere tırmanmaya başladı. Birkaç bölük hariç savaş meydanında çarpışan fazla adam kalmamıştı. Hz. Peygamber ve yanındaki bir grup mücahid, olduğu yerde çarpışıyor ve yerlerini muhafaza ediyordu. Bayraktar Musab şehit edilmişti. Ali hemen bayrağı kaparak savaşmaya devam etti. Bu sırada Hamza, düşmanın ortasında kahramanca savaşıyor önüne geleni deviriyordu. Fakat vahşi sürekli onu gözlüyordu. Bir ara fırsatını yakaladı, hedef sabit bir pozisyondayken uzaktan mızrağını savurdu. Hızla gelen mızrak Hamza’nın göğsünden girmiş iki ayağı arasından çıkmıştı.
O sırada Kureyş okçuları Hz. Peygamber’i hedef almıştı. Bu savaşın kahramanlarından Ebu Dücane onu oklardan korumak için sırtını kalkan yaptı fakat bütün bu korumalara rağmen Peygamber’in (as) ön dişleri kırılmış, kafasındaki kırılan zırhın parçaları yüz kemiklerine batarak yara almasına sebep olmuştu. Bu sırada bir düşman okçusu “Muhammed öldürüldü!” diye haykırıyordu. Çok sürmeden Kab b. Malik Hz. Peygamberi gördü ve yüksek sesle Peygamberin (as) sağ olduğunu haykırmaya başladı. Hz. Peygamber meydanda kalan savaşçıları dağa doğru çağırdı. Onun sesini duyan sevinmiş, yanına koşmuştu. Savaş meydanı kâfirlere kalmıştı. Hind, yanında kadınlar olduğu halde Müslüman ölülerin arasına daldı. Onlar cesetlerin azalarını yoluyor, kulak ve burunlarını kesiyordu. O kadar ileri gittiler ki kulak ve burunlardan kendilerine gerdanlık yapmışlardı. Hind, Hamza’nın yanına geldiğinde onun karnını yardı, ciğerini çıkardı, ağzına alıp uzunca çiğnedi. Yutmak istedi ama beceremedi, dışarı kustu. Müslümanlar ölüleri ile meşgul olmaya başladılar. Kaba hesap yüzde on kayıpla yetmişin üzerinde şehit vardı. Müşriklerden yirmi üç kişi öldürülebilmişti. Şehitler Uhud Dağı’nın eteklerine defnedildi. Bazıları Medine’ye götürülmek istendi ama izin verilmedi. Kazandığımız savaşın kaybedilmesini hazmedemeyen Abdullah b. Mesud “Ben o güne kadar, Allah’ın elçisinin sahabelerinden olan bazı kimselerin, dünya malı ve servetini bu kadar isteyeceklerini bilmiyordum” dedi. Bu arada Medine’ye acı haber duyulmuştu. Yahudiler ve münafıklar aradıkları fırsatı buldular. İftiralar atmaya, aleyhte propaganda yapmaya ve “Sen peygamber olsaydın Uhud’da boşu boşuna öldürülmez, ölenler şimdi yaşıyor olurdu.” demeye başladılar.
HAMRAU’L ESED
Peygamber (as) ertesi gün düşmanı takibe çıkılacağını,ancak Uhud’a katılanların bu sefere katılabileceğini duyurdu. Medine’ye on altı kilometre uzaklıktaki Hamra’ul Esed’de, Vadi’l Akik üzerinde, düşmanın göreceği bir mesafede kamp kuruldu. Gece boyu geniş bir alana ateş yakıldı. Birkaç gün orada kalındı. Konak yerindeyken Huzaa’dan Mabed, Hz. peygamberin yanına geldi. Mabed, savaşta verdikleri kayıplar için üzüntülerini bildirdi. Hz. Peygamberle bir süre konuşup oradan ayrıldı. Kureyş ordusu da uzaklarda değildi; Ravha’da konaklamıştı. Huzaalı Mabed, Ebu Sufyan’a gidip, gerçek olmadığı halde, Uhud’a katılmayanlar ve müttefikleri de dâhil bütün Medinelilerin savaş meydanına geldiklerini haber verdi. Müşriklerden bazıları Medine’ye saldırmak istiyorsa da artık hepsi en hızlı şekilde Mekke’ye dönme kararı almışlardı. Ancak Ebu Sufyan erzak almak için Medine’ye giden bir gruptan Peygamber’e (sav) mesaj göndermeyi ihmal etmedi: “Muhammed’e de ki: Biz ona ve arkadaşlarına karşı çıkıp geri kalanların hepsinin kökünü kurutuncaya kadar onlarla savaşacağız.” Adam mesajı Peygamber’e (as) ulaştırır. Peygamber (as) üç günü orada her akşam ateş yakarak geçirdikten sonra toparlanıp Medine’ye döner.
Hz. Peygamber yaptığı bu takibin işe yarayacağını hesaplamıştı. Böylece bir taraftan doğrudan düşmanı korkutmak, kendilerini takip ettiklerini göstermek, Müslümanların verdikleri kayıpların kendilerini zayıf düşürmediğini onlara iletmek istemişti. Diğer taraftan çevrede yerleşik kabilelere, aldıkları bu mağlubiyetin kendileri üzerinde fazla etkili olmadığı mesajını verip hala güçlü olduklarını; kendilerini heveslendirecek saldırılara ve suikastlara kalkışmamalarını göstermek istemiştir. Elbette işin içinde Medine’deki havayı dağıtmak, aleyhte yürütülen fitne propagandasını etkisiz kılmak ve arkadaşlarının cesaretini toparlamasını, moralini yükseltmesini sağlamak da vardı. Nitekim Ali İmran Suresi 172-173. ayetlerde de bildirildiği üzere: “Yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve peygamberin çağrısına uyanlar, bunların içlerinden iyilik yapanlar ve Takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” dediler.
UHUD’DA KADINLARIN YARDIMI
İslam’ın güçlenip yayılmasındaki en büyük nedenlerden biri de kadınlardı. Bunların en başında Hz. Hatice (ra) gelmektedir. Peygamber efendimize ilk iman edenlerden olup Müslümanlığı seçmiş ve daha sonraları müşriklerin ambargosunda tüm malını Allah yolunda harcayarak İslam’ın yok olmasının önünü almıştı. Sümeyye (ra) ise, canını bu kutsal yolda feda ederek kanı ile İslam için şehit olanların ilkiydi.
İslam’da kadın, cihad ve savaş meydanlarında hazır bulunuyor; İslam ile amel etme yolundaki kahramanlığıyla kendi insanlığının esaslarını ortaya koyuyordu. Müslümanlar güçlenip Medine’de devlet kurduktan sonra da kadınlar savaş meydanlarında yaralı mücahitlerle ilgilenip onlara su veriyor, yaralarını sarıyorlardı ama yeri geldiğinde de ellerine kılıcı alıyor, kahramanca düşmana karşı savaşıyordu. Uhud Savaşı’nda, müşriklerin olanca şiddetiyle saldırdıkları sırada, Peygamber’in (as) yanında kalıp onu savunan kişiler arasında Nesibe bint Kab, eşi ve oğulları vardı. Kahramanca çarpışıyor, müşrikleri Peygamber‘in (as) etrafından uzaklaştırıyorlardı. Asr-ı saadette yapılan bazı savaşlarda, şartların gerektirdiği durumlarda kadınların hem geri hizmet gördükleri hem de fiilen harbe iştirak ettiklerini görebiliyoruz. Uhud’a gelenler arasında Hz.Aişe ile Ümmü Süleym de vardı. Ümmü Süleym, Hz. Peygamber’e gelerek savaşa katılmak istediğini söyledi. Yaralıları tedavi edebileceğini, göz ağrılarına ilaç yapabileceğini, mücahitlere su taşıyabileceğini söyleyince Hz. Peygamber “Bu halde gazaya çıkmanız ne güzel olur.” buyurdu. Ümmü Salit’in Uhud Harbi’nde kırbaları yüklenerek su taşıdığı ve kılıçların kınlarının söküklerini diktiği nakledilmiştir. Demek ki asr-ı saadette yapılan savaşlarda kadınların yaralıları tedavi etmek, hastalara bakmak, yaralı olanlar ile ölüleri nakletmek, yemek pişirmek, su taşımak, mücahitlerin elbiselerinin sökük ve yırtıklarını dikmek gibi geri hizmet sayılabilecek umumi hizmetleri yerine getirdikleri görülmektedir. Savaş sonrası yetmiş kadar şehidin eşleri dul kaldı. Bunun üzerine bunlarla ilgili miras hükümleri indirilerek kadınların hakları korundu. Kur’an’ın onlara verdiği bu haklar, o gün için devrim niteliğindeydi.
UHUD’DA MÜNAFIKLAR
Münafıkların özelliklerinden bir kaçını sayacak olursak: Emanete hıyanet eden, konuşunca yalan söyleyen, söz verince sözünde durmayan, husumet edip kıskanınca haddi aşan kimselerdir. Kötülüğü emreden, iyilikten alıkoyan, pintilikte ellerini sımsıkı tutan, insanlara gösteriş yapan Allah’ı da en az hatıra getiren olarak anlatabiliriz. Abdullah b. Ubeyy, münafıklardan bir grupla İslam ordusundan ayrılmakla kalmadı, Müslümanları da tesir altına almaya çalıştı. Onun geri döndüğünü gören Hazreç Kabilesine mensup Selimeoğulları ile Evs Kabilesine mensup Hariseoğulları da geri dönmeye niyetlendiler. Kur’an-ı Kerim bu hususla ilgili şöyle buyurur: “O zaman içinizden iki birlik zaaf göstermek istemişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah’tır. Allah rahmetiyle onlardan bu gevşekliği giderdi. Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.”
Münafıkların harp meydanından ayrılıp Medine’ye geri dönmeleri üzerine ise şu mealdeki ayetler nazil oldu: “İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah’ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması içindi. Bunlara: “Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın.” denildiği zaman “Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik.” Dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.”
Uhud Savaşı’nda Müslümanların mağlup olmasından sonraki yıllar Müslümanlar için en zor dönemler olarak tarihe geçmiştir. Bedir Savaşı akabinde Müslümanların lehlerine esen rüzgâr, bir anda tersine esmeye başlamıştı. Arapların gözündeki büyüklükleri bir anda sıfırlanmış ve bütün Araplar tarafından bir hedef konumuna düşmüşlerdi. Artık Müslümanlar bulundukları ve yakalandıkları her yerde ihanete uğruyorlar ve öldürülüyorlardı. Bütün Arap kabileleri Medine’yi basıp yağmalamayı düşünüyorlardı.
RECİ VE Bİ’R-İ MAUNE OLAYLARI
Hicretin 4. yılı Safer ayında Uhud Savaşı sonrası Sufyan b. Halid’in öldürülmesi ile neye uğradıklarını şaşıran ve müslümanlara yönelik kinleri bir kat daha artan Lihyan kabilesinin mensupları, liderlerinin intikamını almak için sakince bir girişimde bulunmaya karar verdiler. Lihyan’dan bazı kimseler Adel ve Karre kabilelerine giderek birlikte bir oyun planladılar. Bunun üzerine Adel ve Karre kabileleri Peygamber’e (as) giderek kendilerine İslam’ı öğretecek kişiler isteyeceklerdir. Ancak Lihyanlar, kendilerinin böyle bir istekte bulunurlarsa Peygamberin şüpheleneceğini düşündükleri için Adel ve Karre kabilelerinden bazı yandaşlarının yardımına başvurmayı daha uygun bulmuşlardır. Bu tür istekleri önceden beri geri çevirmeyen Rasulullah ilk anda biraz tereddüt etti. Müşrik Arapların iyice şımardığı bu dönemde bazı Müslümanları Medine’den uzak yerlere göndermenin riskli olacağını düşündü. Ancak sonunda Adel ve Karre kabileleri adına konuşanların ısrarlı isteklerini kabul etti. Altı (kimi kaynaklarda on)Müslümanı, İslam’ı öğretmenleri için bu iki kabileye gönderdi. Çok sürmeden bu altı Müslüman; ihanete uğradıklarını, adamların Mekkelilerle önceden anlaşıp kendilerini onlara satmak üzere hile yapmış olduklarını anladılar ve daha yoldayken, Mekke ile Usfan arasında Hüzeyl kabilesine ait “Reci” adı verilen yere ulaştıklarında, altı müslümandan dördünü şehit ettiler. İki müslümanı ise esir almışlardı. Lihyanlar geriye kalan iki esirden birini götürüp daha önce Uhud’da öldürülen Ukbe’nin oğlu Hüceyr’e; diğerinide babasının intikamını almak için Ümeyye bin Halef’in oğlu Safvan satın aldı ve ikisini de öldürdüler.
Bİ’R-İ MAUNE OLAYI:
Amiroğulları ile Süleymoğulları arasında bulunan Maune kuyusunun yakınında ashabdan yetmiş eğitici ve tebliğcinin şehit edildiği olaydır. Bi’r-i Maune vakası, Seriye-i Kurra adıyla da anılır. Hicretin dördüncü yılının Safer ayında (625) olmuştur.
Bi’r-i Maune, Amiroğulları ile Süleymoğullarının oturduğu topraklara komşu bir su kuyusudur. Amir oğullarının reisi Ebu Bera, Medine’ye gelerek Hz. Peygamber ile görüşmüş, Peygamber (as) ona İslam’ı anlatmış, dininin esaslarından bahsetmiştir. Kendisi Müslüman olmamasına rağmen “Çağırdığın din ve söylediğin şeyler güzel şeylerdir. Arkadaşlarından bazılarını kabileme gönderirsen Necid ahalisinin bu dini kabul edeceğini umuyorum.” der. Bunun üzerine Muhammed (as): “Necidlilere güvenemem, ashabıma kötülük etmelerinden korkarım” der. Ebu Bera: “Necid’e gelince, benim emanım altına girmiş olacaklarından, onlara kimse dokunamaz” cevabını ve teminatını verdi. Muhammed (as), Ebu Bera’ın teminatı üzerine Ensar’ın ileri gelenlerinden Münzir bin Amr’ın idaresinden oluşan yetmiş kişilik bir kafileyi Necid taraflarına gönderdi. Ayrıca Muhammed (as), Ebu Bera’nın kardeşinin oğlu olan Amir b.Tufeyl’e verilmek üzere bir de mektup gönderdi.
Kafile, Bi’r-i Maune mevkiine vardığında, Hz. Muhammed’in (as) mektubu Haram bin Milhan ile Amir bin Tufeyl’e yollandı. Amir, huzuruna gelen elçiyi, yanındakilerle birlikte dinledikten sonra, kendisine uzatılan mektubu okumadan yırtıp elçiyi de öldürdü. Diğerlerini de öldürmek için kabilesinden kuvvet toplamaya çalıştı. Fakat Beni Amir kabilesi, gelenlerin Ebu Bera’nın himayesinde olduklarını öğrendiklerinden Amir bin Tufeyl’i suçlu görüp kendisine, Müslümanları öldürmek için yardım etmeyeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Amir bin Tufeyl, etraftaki Beni Süleym kabilesinin Useyye, Rail ve Zekvan kollarından temin ettiği adamlarla, Müslümanlara Bi’r-i Maune mevkiinde ani olarak hücum ederek hepsini şehid etti. Yalnız, öldü sanılan Kaab bin Zeyd ile civarda deve gütmeye giden ve olaydan sonra esir edilen Amir bin Ümeyye bu badireden kurtuldu. Esir olarak yakalanan Amr bin Ümeyye, Beni Amir ile akraba olduğunu söyleyince serbest bırakıldı. Medine’ye gelip olayı haber vermeye çalışan Amr bin Ümeyye, yolda Beni Amir kabilesinden iki kişiye rastlayıp intikam almak için onları öldürdü. Ancak bunlar, Medine’den gelmekte idiler. Ve üzerlerinde Hz. Muhammed’den aldıkları emanname (dokunulmazlık) vardı. Amr bin Ümeyye gelip durumu Hz. Muhammed’e bildirince. O da: “Çok kötü yapmışsın. Ahd ve emanım altında bulunan iki kişiyi öldürmüşsün” dedi. Bu iki kişinin diyetini vermek üzere komşu ve anlaşmalı kabilelerden yardım istedi. Yahudi kabilelerinden Beni Nadir kabilesi reisleri bu yardımı vermekten kaçınıp küstahlıkta bulundular.
Bi’r-i Maune’de meydana gelen facianın haberi Medine’ye gelince. Hz.Muhammed (as) çok üzüldü. Kendisine bu acı haberin ulaştığı gece, Beni Süleym kabilesinin Useyye, Rail ve Zekvan kolları için, sabah namazının ikinci rekâtında rukûdan doğrulunca: “Allah’ım! Onların durumlarını sana havale ediyorum. Ey Allah’ım! Onların yıllarını Yusuf Peygamber’in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına darlık getir.” diye beddua etmiş ve buna beş vakit namazlarında bir ay müddetle devam etmiştir.
NADÎROĞULLARI GAZVESİ (625 M.)
Daha evvel de bildiğimiz üzere Yahudilerle bazı anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşma maddelerinden biri de, Müslümanların ödedikleri diyete Yahudî kabîlelerinin de katılması gerekiyordu. Âmir oğullarından, Amr b. Ümeyye’nin yanlışlıkla öldürdüğü iki kişinin diyeti ödenecekti. Rasûlullah (as) yanına ashâbından on kişi alarak, diyetten paylarına düşeni istemek üzere Nadiroğulları yurduna gitti. Yahudîler, Rasûlullah (as.)’ın teklifini kabul etmiş göründüler fakat ayaklarına kadar gelişini fırsat sayarak, Rasûlullah (as)’a suikast yapmayı planladılar.
Bir evin gölgesinde oturmakta olan Peygamber (as)’in üzerine, evin saçağından bırakacakları büyük bir taşla O’nu öldürmek istediler. Allah Rasûlü bu planı fark ederek oradan ayrıldı. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına bildirdi. Bu davranışlarıyla Nadiroğulları anlaşmayı bozmuşlardı. Rasûlullah (as), Muhammed b. Mesleme’yi bunlara göndererek on gün içinde Medine’yi terk etmelerini, on günden sonra kim kalırsa sonucuna katlanmalarını kendilerine bildirdi. Yahudîler yol hazırlığına başladılar. Fakat münafıkların başı Abdullah b Ubey:“Medine’den çıkmayın, biz size yardım ederiz. Kurayzaoğulları da yardım edecek.” diye gizlice haber gönderdi. Bu sebeple Nadiroğulları yol hazırlığından vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler.
Rasûlullah (as) Rabiulevvel’de Nadiroğulları yurdunu kuşattı. Nadiroğulları bir yıllık yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin sağlamlığına güveniyorlardı. Kuşatma, 15-20 gün sürdü. Rasûlullah (as) Yahûdîlere siper olan, savaşı zorlaştıran hurma ağaçlarını kestirdi.
Nadiroğulları, bu arada ne münâfıklardan ne de Kurayzaoğulları’ndan bekledikleri yardımı görmediler. Muhâsaranın kaldırılması için emân dilediler. Beraberlerinde götürebildikleri kadar mal ile Medine’den çıkmalarına izin verildi. 600 deve yükü eşya ile Medine’den ayrıldılar. Bir kısmı Şam’a, bir kısmı Filistin’e göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki reisleri ise Hayber’e sığındılar. Üzüntülerini belli etmemek için, şarkılar söyleyip, defler çalarak Medine’den ayrıldılar. Bunlar daha sonra Hendek Savaşı’nı hazırladılar.
Elli zırh, elli miğfer, üç yüz kırk kılıç ve diğer bazı mallar ganimet olarak Müslümanlara kaldı. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve yoksullara dağıttı.
Uhud Savaşı’ndan sonra Müslümanların itibarı sarsılmıştı. Nadiroğulları’nın Medine’den çıkarılmasıyla, Medine civarındaki müşrik kabîleleri arasında Rasûlullah (s.a.s.) ‘in nüfûzu tekrar kuvvetlenmiş oldu.
SONUÇ
Uhud bildiğiniz gibi mağlubiyetle sonuçlanmış, bu mağlubiyetin ana sebebini Kur’an-ı Kerim “Lidere itaatsizlik ve güçlülük zaafı.” olarak bildirir. Mağlubiyetler insan hayatında olumsuz etkiler bırakabilir. Ancak mağlubiyetten ders çıkarmak insanı yeniden canlı hale getirir. Nitekim Allah Rasûlü de öyle yaptı ve bu mağlubiyetin, nasıl galibiyete giden bir yolun başlangıcı olabileceğini gösterdi.
Mağlubiyetin ertesi günü sabah erkenden Medine tarafından destek geliyormuş gibi bir kalabalık tertip ettirdi. Bunun anlamı Ebu Sufyan’ın Müslümanlar üzerine ola ki yeniden yürümesinin önünü kesmekti ve düşündüğü gibi de oldu. Bu hamle düşmanın yeni bir takviye geldiği hissiyle Mekke tarafına yönlenmesini sağladı. Daha sonra düşmanın peşine takılmak suretiyle büyük bir azim, inanç ve cesaret örneği sergileyen Allah Rasûlü, kendi yarasına ve elindeki kuvvetin zayıf olmasına rağmen onları takip etmekte hiç tereddüt etmedi. Onları belli bir süre takip ederken sahabeye, özellikle geceleri geniş bir alana yayılarak ateş yakmalarını emrediyor, düşmana gözdağı veriyor, böylece muharebeden vazgeçmediğini ilan ediyordu. Bu stratejik politikasıyla düşmanın Mekke’ye dönmesini sağlamış ve onlara her şeyin burada bitmediği mesajını kafalarına sokmuş ve bu mesajla birlikte düşmanı Mekke’ye döndürmeyi başarmıştır.
Müslümanların Uhud muharebesindeki zafiyetlerinden sonra Yahudilerin biraz daha şımardığını gören Allah Rasûlü, burada faaliyetlerini artırdı. Medine’de bir süvari birliği teşkil etti. At bakım merkezi (hara) kurdu ve atların çoğalmasına mani olacağı için belli bir dönem katır beslemeyi yasakladı.
Beni Amir kavminin reisi Ebu Berra’nın isteği üzerine gönderilen yetmiş kişilik Müslüman birlik(bir rivayete göre kırk kişilik) Bi’r-i Maune kuyusu yanında Ebu Berra’nın düşmanları tarafından katledildi. Bunun üzerine Allah Rasûlünün nüfuzunun kırılması için dedikoduların şiddetini artıran Yahudiler, Müslümanların aleyhlerinde kötü laflar ve aşağılamalarına devam ediyor ve Muhammed’in bir krallık iddiasından öte bir şey olmadığını artık açıktan açığa söylüyorlardı. Allah Rasûlü, Bi’r-i Maune sonrası bir Müslümanın karşı taraftan iki kişiyi öldürmesi sonucu onlara diyetlerini ödemek için haber gönderdi ve diyetlerini ödedi.
Bu dönemlerde Allah resulü, Nadir oğullarının bir hainlik düşündüğünü sezdi. Daha evvel hak ettikleri sürgün, Uhud hadisesinin ortaya çıkmasıyla adeta ertelenmişti. Hemen istişare meclisini toplayıp ani bir kararla Muhammed b. Mesleme’yi elçi olarak Nadiroğullarına gönderdi ve onlara on gün içinde Medine’yi terk etmelerini söylemesini istedi. Bunun üzerine Yahudiler hazırlıklara başlamasına rağmen, özellikle Abdullah b. Ubey başta olmak üzere etraftaki diğer Yahudi ve Bedevi kabileler, gitmemeleri halinde onlara yardım edeceklerine dair söz verdiler ve böylece onları kalmaları konusunda ikna ettiler. On gün sonra her hangi bir hareket görmeyen Allah Rasûlü, hemen üzerlerine bir ordu gönderdi ve onları kuşatarak dış dünya ile irtibatlarını kesti ve çok sürmeden teslim olmalarını sağladı. Bunun üzerine taşınabilir yüklerini alabileceklerini söyledi ve şehri hemen terk etmelerini istedi. Onlarda öyle yapmak mecburiyetinde kalarak alabilecekleri/taşıyabilecekleri ne varsa onları aldılar ve Hayber’e doğru yola koyuldular. Nadiroğulları sürgünü, Recî olayı ve Bi’r-i Maune olayı o yılın önemli vakalarıydı. Ancak Bi’r-i Maune olayına Allah Rasûlü çok üzülmüş ve içerlemişti. Zaten müşrik Araplar ve Yahudiler, her türlü ihaneti yapmakta oldukça maharet sahibiydiler.
Yağmalamak, kan davası gütmek, suikast düzenlemek ve ihanet etmek gibi kötü meziyetlere sahiptiler. Onların bu huylarını çok iyi bilen Allah Rasûlü, daima tetikte olur, her ihtimali değerlendirir ve gerekli tedbirleri almakta hiç tereddüt etmezdi. Onların üzerinde her zaman gölgesini hissettirirdi. Kararlarında sebat eder ve ara sıra ani uygulamaları yapmayı da ihmal etmezdi. Yine bir seferinde aldığı bir istihbarata dayanarak ani bir kararla Medine’den Necid’e doğru yola çıktı. Zorlu bir yolculuk sonrasında orada bulunan Yahudi ve Arap kabilelerine buraların başıboş olmadığını hatırlatıp onlara gözdağı vererek, tekrar Medine’ye döndü.
Nadiroğulları, Medine’den uzaklaştırılarak şehrin iç emniyeti sağlanmış, dışarıdan başkaldırmayı düşünen kabilelere de, yapılan ani hücumlarla daha düşünceleri hayata geçmeden engellenerek sindirilmişlerdi. Mekkeliler Uhud’dan ayrılırken bir yıl sonra Bedir’de yeniden savaşmayı teklif etmelerine rağmen savaşa gelmemişler ve böylece onlar da bir nebze sinmiş oluyorlardı. Onların savaşa gelmemeleri Allah resulünün elini iyice güçlendirmiş ve rahat nefes almasını sağlamıştı.