Konformist kültürü veya kültürsüzlüğü, konformist din algısını ve hayat tarzını içselleştiren, bu kültürsüzlük ve hayat tarzıyla bütünleşen toplumlar; İslami ölçü, ilke, dikkat, nezaket ve incelikleri kaybederek, ortak insanlık hassasiyetini reddettikleri için, her tür bağnazlığı, her tür bencilliği, her tür kibir ve kindarlığı, her tür bayağılığı ve partizanlığı, her tür hizipçiliği ve sınırsız popülizmi, sınırsız hamaseti normalleştirebiliyor, sıradanlaştırabiliyor, toplumsallaştırabiliyor. Sözünü ettiğimiz bağnazlıkların, bayağılıkların, partizanlıkların, hizipçiliklerin ve kindarlıkların sıradanlaşması, normalleşmesi ve toplumsallaşması, bütün İslami nitelikleri, İslami ahlakı, irfanı, bilgeliği, hakkaniyeti, insaf ve merhameti bütünüyle imkânsız kılıyor.
Politik ihtiraslar adına, iktidar ihtirasları adına gerçekleştirilen sınırsız bencillikler, sınırsız narsisizmler, sınırsız popülizmler ve sınırsız partizanlıklar, partizan karşıtlıklar, İslami ölçütleri ayaklar altına alan partizan toplulukların en berbat yanlarını ortaya koyuyor. Söyleyebilecekleri hiç bir şeyleri olmayanlar, temsil edebilecekleri anlam ve bilgelikleri bütünüyle kaybedenler; dört elle, aşağılayıcı, ötekileştirici sloganlara, klişelere ve etiketlere sarılıyor. Propoganda yalanlarına hapsedilen toplumlar, ucuz-bayağı etiketlemelerle, manevi şiddet-baskı üretmekle meşguller. Günümüz İslam toplumlarında, gerçek toplum’la, propoganda yalanları içerisine hapsedilen toplum arasında büyük uçurumlar var. Saldırgan bir popülizme maruz kalan toplumlarımız’a, resmi anlamlar, resmi yorum ve resmi kültür dayatıldığı için, toplum gerçek anlamlara bütünüyle yabancılaşıyor.
Tarihsel gerçeklerle yüzleşemeyen, yüzleşemedikleri için, yüzleşmeye cesaret edemedikleri için, sınırsız bir popülizme, sınırsız bir hamasete, sınırsız bir propoganda diline sığınan İslam toplumları, bu yüzleşmeleri yapamadıkları için, yirmibirinci yüzyıl’la, yirmibirinci yüzyıl insanıyla konuşamıyor, iletişim kuramıyor. Dünyayı, tarihi tek bir gerçeklikle sınırlandırmaya çalışan, tek gerçekliği bütün insanlığa dayatan sömürgecilikten rahatsız olan, bu dayatmadan rencide olan, incinen İslam dünyası toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, seküler ya da muhafazakâr/dindar kesimler-yapılar-iktidarlar; sömürgecilerin kendilerine reva gördüğü aşağılayıcı muameleyi, birbirlerine uygulamakta hiç bir sakınca görmüyor, her iki kesim de, kendi yaklaşımlarını/tarzlarını/tercihlerini birbirlerine tek seçenek, tek gerçeklik olarak insafsızca dayatmaya çalışıyor. Güçlü olanlar, güçlü oldukları dönemde ahlaki/vicdani sınırlara riayet ihtiyacı duymuyor. Ahlaki ve vicdani sınırlara riayet edilmediği için, bayağılıklar ve keyfilikler yeni bir tiranlık biçimi oluşturuyor. Bayağılığın, popülizmin tiranlığı, İslami bilgeliğin, terbiye ve merhametin kalıntılarına, küçük umut parçalarına bile yer bırakmıyor.
Toplumlarımızda ahlaki cesaret ve şecaat sahibi, kamusal uyarı ve eleştiri sorumluluğu üstlenebilecek aydınlar/düşünürler olmadığı için; eleştirel bir düşünce, kültür, sanat-edebiyat hayatına sahip olmadığımız için; partizan kitleler, popülizmin ve bayağılığın tiranlığını sorumsuzca ve çılgınca alkışlayabiliyor. Devletlerin-iktidarların talepleri-beklentileri doğrultusunda düşünmeyen, yazmayan ve konuşmayan kesimler, ahlaki ve entelektüel sessizliği-sükut’u seçiyor. Günümüz İslam ülkelerinde, ne yazık ki çift dilli, çift kişilikli bir toplum oluşuyor. Özel hayatlarında radikal muhalif bir dil’i seçen İslami unsurlar, kamusal hayatta çok daha temkinli, çok daha dikkatli muhalif bir dil kullanarak, resmi yorumun, resmi kültürün ve resmi gündemin bir parçası gibi görünmeye çalışıyor. Çift dilli toplum patolojik kişilikler oluşturuyor, parçalanmış karakterler üretiyor. Toplumlarımızda, bir dönemde, düşünce, seküler totaliterlik doğrultusunda yapılandırılırken; bir başka dönemde de muhafazakâr popülist totaliterlik doğrultusunda yapılandırılabiliyor. Kimi dönemlerde seküler bir totaliterlik, kimi dönemlerde de muhafazakâr bir totaliterlik biçimine doğru savrulan toplumlar için İslami bir gelecek düşünülemez. Seküler dar görüşlülük ne kadar iç karartıcı ise, muhafazakâr/dindar dar görüşlülük de bir o kadar iç karartıcıdır. Devlet kutsallarından bağımsız düşünme liyakatine sahip olmayan toplum, evrensel zihinler yetiştiremez.
Günümüz İslam toplumlarında konformist din algısını ve konformist hayat tarzını içselleştiren kitleler hiç bir şekilde statüko’yu değiştirme ihtiyacı duymuyor, zihinsel değişim ve zihinsel mücadele ihtiyacı duymuyor. Popülizmin ve bayağılığın tiranlığı, ahlaki sorunlar söz konusu olduğunda buz gibi soğuk bir kayıtsızlık sergileyebiliyor. Her popülizm, kendi iktidarına hizmet edebilecek bir cehalet biçimi üretebiliyor. Popülist uyuşturuculara, hamaset ve propoganda uyuşturucularına maruz kalan, bu uyuşturucuları takdis ve tebcil eden İslam toplumlarında, gelenekçilik, görenekçilik, milliyetçilik, mezhepçilik, statükoculuk bir hayat tarzına dönüştürüldüğü için, İslami anlamda ontolojik ve epistemolojik özgürlük için, nihai İslami özgürlükler için, ciddi, sistematik, kapsamlı hiç bir adım atılmıyor. Bu durumun İslami anlamda utanç verici, yüz kızartıcı bir durum olduğunu bilmek/anlamak gerekir. Konformist kültürsüzlük, konformist din algısı ve bu din algısının belirlediği dini hayat tarzı, popülizmin tiranlığını, hamaset ve propogandanın tiranlığını, İslam’ın zaferi olarak selamlamak suretiyle, uçsuz bucaksız bir cehalet sergiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, niteliğin ve bilincin katili olan popülizmler, ilgili toplumları anlamak, dinlemek yerine, bu toplumları sistematik bir biçimde popülist çıkarlar doğrultusunda manipüle etmeye çalışıyor. Her popülizm ilgili toplumlarda korku ve güvensizlik iklimi oluşturmak suretiyle, insanların-toplumun gerçeklik algılarını diledikleri doğrultuda yönlendirmeye çalışıyor.
İslam dünyası ülkelerinde, kimi dönemlerde, din’i popülizm uyuşturucularına maruz kalarak, bu popülizm yoluyla aldatılan topluluklar; kimi dönemlerde de, politik popülizm uyuşturucularına maruz bırakılmak suretiyle, bu defa, bu popülizm yoluyla aldatılabiliyor. Bu nedenle de, bu topluluklar hiç bir zaman gerçeğe, gerçek dünyaya ve gerçek tarihe uyanamıyor. İslam dünyası toplumlarında duygusal sömürgecilik yoluyla, hamaset sömürgeciliği yoluyla sanal bir gerçeklik oluşturulabiliyor. Kültürsüzleştirilen toplumlar, her dönemde, propoganda-hamaset ağına kolaylıkla düşürülebiliyor. Araçsal aklın ve araçsal ahlakın belirleyici olduğu bir siyaset yaklaşımı, çok yavan, çok kurak, çok gri toplumlar oluşturuyor. Hangi toplumda olursa olsun, kendilerini İslam’a nisbet eden kesimlerin, çok aziz ve mükerrem İslam’ı araçsallaştırarak sürdürülen politik istismarların, yanlışlığını, çirkinliğini, bayağılığını, kirliliğini, sefaletini, sorgulama konusu yapmamaları, bu kesimlerin içi boşaltılmış bir İslam’ı temsil ettiklerini gösterir.
Sloganların, klişelerin, propogandanın, hamasetin baskısı altında bulunan toplumlar, günümüzde, düşünsel/kültürel ve entelektüel anlamda varoluşsal bir güvencesizlik içerisinde bulunuyor. Varoluşsal bir güvencesizlik içerisinde bulunan kültürsüzleştirilmiş toplumlarda, tek aklı, tek düşünceyi ve tek yorumu putlaştıran seküler ya da muhafazakâr-din’dar birey, her zaman, her durumda, büyük bir hiç’lik içerisinde bulunduğunu ne yazık ki farketmiyor, akletmiyor.
İslam dünyası toplumlarında, gelenekçi/görenekçi/konformist, taşralı/milliyetçi/mezhepçi/devletçi zihniyetin/yaklaşımın yükselişi sebebiyle, İslam medeniyeti fikri/tasavvuru bugün büyük ölçüde romantik bir slogana dönüştürülmüştür. Günümüzde, dijital sömürgeciliğin çocukları gibi, duygusal sömürgeciliğin, hamaset sömürgeciliğinin çocukları da varoluşsal meselelere, temel/yapısal meselelere yabancılaştırıldıkları için romantik sloganlarla oyalanıyor, aldatılıyor. Gerçeği bütün boyutlarıyla göremeyen, bu nedenlerle de romantik sloganların dünyasında yaşayan, bir zihin dünyasının umuda istihkakı olamaz. Umut; yeni bağımsız, gerçek bir alternatif ürettiğimizde somutlaşır. Alternatifsizlik umuda geçit vermez. Günümüz toplumlarında varoluşsal önceliklerin yerini, çıkarların önceliği aldığı için ölümcül yabancılaşmalar, ölümcül yıkımlar yaşanıyor. Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, hiç bir anlam, ölçü, değer ve ilkeyi muhafaza edemeyen, muhafaza etmeye çalışmayan, yeni bir muhafazakâr gerçeklik, pragmatik ve makyavelist bir gerçeklik icat ettiler. Makyavelist muhafazakârlık bugün, ahlaki/insani/vicdani duyarlılığı, muvafık-muhalif kategorilerine göre değerlendiren bağnaz bir aşırılık sergiliyor. Hamaset sabuklamaları normalleştiği için, hiç bir ahlaki ve entelektüel sorgulamalar ve yüzleşmeler yapılamıyor.
Hamaset sabuklamaları/patolojileri çok derin bir bilinç körlüğüne neden olduğu için, Türkiye’nin maruz kaldığı yüzyılın en yıkıcı/yakıcı depremi bir ‘’kader’’ olarak yorumlanıyor; bütün büyük yıkımların, yakıcı yıkımların, çok büyük kayıtsızlıklardan, çok büyük umursamazlıklardan, çok büyük sorumsuzluklardan, çok büyük hoyratlıklardan, çok büyük kirliliklerden kaynaklandığı her nasılsa hiç düşünülmüyor. Çok büyük kayıtsızlıkların, çok büyük umursamazlıkların, çok büyük sorumsuzlukların neden olduğu çok büyük yıkımların ve acıların, Allah’tan (c.c.) geldiğini söylemek gibi çok büyük bir hamakat sergileniyor. Hamaset sabuklamaları-patolojileri, kitlelere, devletin ya da iktidarların hiç bir zaman yanlış yapmayacağını öğretmeye çalışıyor. Devlet tarafından dayatılan ve İslami olmayan oportünist dindarlıklar, ehliyetsizliği ve liyakatsizliği ödüllendiriyor, hiyerarşik ayrıcalıklar dağıtan partizanlıkları meşrulaştırıyor. Günümüz toplumlarında seküler dar görüşlülük de, din’dar/muhafazakâr dar görüşlülük de, toplumda yaşanan nitelik/bilgelik yoksunluğu/kısırlığı ile asla ilgilenmiyor. Türkiye’de de somut olarak takip edilebileceği üzere, seküler kesimler de, din’dar muhafazakâr kesimler de, birbirleri hakkında histerik değerlendirmeler yapmaktan haz duyan bir aşırılığı/haksızlığı sıradanlaştırıyor. İdeolojik manipülatörlük ile, popülist muhafazakâr manipülatörlük arasında kıyasıya bir çatışma yaşanıyor. Siyasetsiz siyaset popülizm ve demagoji üretiyor. Politik kültürün yerini, politik demagoji alıyor. Kendi tercihleriyle, tarzlarıyla, bencillikleriyle, megalomanlıklarıyla büyülenenler, farklı bir alternatif gerçeklik olabileceğini kabul etmiyor. Herkes gerçekliğin kendi gerçekliği ile sınırlı olduğunu düşünüyor. Sınırsız/kontrolsüz güç ve iktidar açlığı, bütün anlamların ve değerlerin tersyüz edilmesiyle, yozlaştırılmasıyla sonuçlanıyor.
Konformist kültür ve konformist din algısıyla malûl olan toplumlar, büyük krizler, belirsizlikler, karamsarlıklar çağında, gerçek çözümlemeler üzerinde düşünmek yerine, hamaset sabuklamalarından umut çıkarmaya çalışıyor. Ulus-devletler tarafından dayatılan oportünist dindarlıklar akışkan kişilikler, akışkan karakterler, akışkan varoluşlar oluşturduğu için, hiç kimse analitik sorgulamalar yapma ihtiyacı duymuyor. Akışkan varoluşların/kişiliklerin nihai tercihler ve duruş sergilediği görülmemiş, duyulmamıştır. Akışkan kişilikler, karakterler çıkar tercihleriyle sınırlı alanlarla bütünleşir, bu alanların sınırları dışına çıkamazlar. Bütün popülizmler ve popülistler niteliksel yapılardan, hareketlerden ve inşa’lardan, çoğulculuklardan nefret eder; tek renkli bir halk, tek renkli bir toplum olsun isterler. Bugün, toplumlarımızda, kendilerini ideolojik/seküler söylemin sınırları içerisine kapatanlarla, kendilerini popülist/hamaset söyleminin sınırları içerisine kapatanlar gerçek sorunlarla ilgilenmiyor, iki kesim de birbirlerine karşı aşağılayıcı ve dışlayıcı bir dil kullanıyor. ‘’Bizim için her şey mubah’’ politikası, doğru ile yanlış, ahlaki olanla olmayan, helal ile haram, adalet ile zulüm arasındaki bütün belirleyici sınırları belirsiz hale getiriyor. Bütün değerlerin paraya çevrildiği, ölümcül bir finansallaşma ve dijitalleşme yaşandığı bir dönemde, ne yazık ki, bütün bir tarih, hamasete kurban ediliyor. İdeolojik edilgenliğin-bencilliğin kurbanları da; popülist edilgenliğin-bencilliğin kurbanları da, toplumsal ortak değerleri, ortak anlamları çürütüyor. Toplumun bir kesimi ideolojik anlamların gri-renksiz dünyasında yaşarken, bir başka kesimi de popülist-muhafazakâr anlamların gri dünyasında yaşayarak, gri bir toplum oluşturuyor.. Seküler ya da muhafazakâr/dindar trollerin/aparatçiklerin dili ve söylemiyle, hiç bir şekilde bir gelecek kurulamayacağını bilmek/anlamak gerekir. Geleneğin, göreneğin, konformizmin, statükonun sınırları içerisine hapsedilen bir akıl/zihin, hiç bir şekilde özgür tercihler yapamaz, özgün içerik üretemez. Tek aklın otoritesi ve ilgileriyle sınırlı bir dünyada yaşamak, dünyanın farkına ve bilincine varmadan yaşamak anlamı taşır. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklarla, yani, putperestliklerle malûl olanlar, içerisinde yaşadıkları zaman içerisinde üstlenmeleri gereken çok yönlü sorumlulukları, çok boyutlu sorumlulukları farkedemezler. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar, putperestlikler, bireyleri ölümcül bir edilgenliğe mahkûm eder. Her tür edilgenlik, koşullara boyun eğmekle sonuçlanır. Hurafeci mutlakçılıkla, ideolojik mutlakçılık alanında yaşayanlar, hiç bir şekilde bilinç alanına, bilinç dünyasına geçemezler. Hurafeci mutlakçılık gibi, ideolojik mutlakçılık da zihinsel köhneleşmeye, zihinsel bir enkaz içerisinde yaşamaya neden olur. Propoganda, manipülasyon, hurafe-menkıbe-hamaset nesnesi olan insanlar, gerçek insan olma yetilerini kaybederler. Hurafeci mutlakçılığa, bağnazlığın tahakkümüne maruz kalan birey ya da toplum, yeni bir varoluş ve yeni bir bilinç imkânı bulamaz. Kendi zamanını/çağını bütün boyutlarıyla anlayamayan/çözümleyemeyen bir zihin dünyası, kendi çağını dönüştüremez, etkileyemez. Solcu/sağcı, seküler ya da muhafazakâr, bütün trollerin/aparatçiklerin maço/faşo refleksler sergilemek gibi ortak özellikleri olduğunu kaydetmek gerekir.
Hangi toplumda olursa olsun; umut, niteliklerin, bilgeliklerin, diğerkâmlıkların yükselişi ve toplumsallaşması ile başlar. Ahlaki-insani-vicdani bütün anlam ve bilgelikleri kaybetme pahasına, siyasal başarılar kazanma ısrarı, büyük bir ihtiras krizi ile ilgilidir. Seküler ya da muhafazakâr trollerin kullandığı karşıtlık ve çatışma dili/söylemi/kültürü, bilinçsiz bir insanlık durumunu yansıtır. Bilinçsiz bir insanlık durumu, mümkün bütün umutları yok eder. Hangi toplumda olursa olsun, kendi hayatlarının ve tercihlerinin sorumluluğunu üstlenemeyenler, manipülasyon nesnesi olmaktan başka bir şey olamazlar. Popülizme, hamasete ihtiyaç duyan her toplum, düşünsel/kültürel entelektüel mücadelelere bütünüyle yabancılaşır. Günümüzde, dağınık bütün İslami parçaları bir araya toplayan bir dil/bilgi/bilinç ve bilgeliğe ihtiyacımız var. Bu dil/bilgi/bilinç ve bilgeliği hayata geçiremediğimiz takdirde, hamaset patolojilerinin kurbanı olmaktan kurtulamayız, İslami düşünceyi/kültürü/birikimi geleceğe taşıyamayız. Hamaset patolojilerini aşmadığımız takdirde, içerisinde yaşadığımız şimdiye hitap edemez, içerisinde yaşadığımız şimdiyle konuşamayız, iletişim kuramayız. Hamaset patolojilerini aşmak, ancak, başkaldıran evrensel bir İslami bilinçle mümkün olabilir. Müslüman halklar/toplumlar/kültürler, hamaset sabukluklarıyla malûl hale getirilmemiş, evrensel bir İslami bilinçle teçhiz edilmiş olsalardı; kendilerini İslam ülkesi olarak tanımlayan ülkeler, normalleşme başlığı altında, kudurmuş Siyonist rejimin siyasal ve ekonomik vesayetini kabul etmeyecek, İsrail’le suç ortaklığı yapmayacaktı. İslam dünyası ülkelerine hâkim olan kralların/başkanların/sultanların/iktidarların, tekeli altına alınan/alınabilen bir “din”in İslam olmayacağını bilmek gerekir. Dünyaya, tarihe, hayata, topluma kişi kültü’nün, tek aklın ufkundan bakanlar, hiç bir zaman tarihsel gerçekleri gereği gibi göremezler. Ahlaki ve entelektüel bağımsızlık, otoriter-popülist sistem karşısında eleştirel bir duruşu seçmekle başlar. Çok ağır ideolojik anlamlar-işlevler yüklenen sözcüklerin, tanımların, kavramların baskısı ve kontrolü altında bulunan zihin dünyaları ile; çok ağır duygusal-hamasi anlamlar-işlevler yüklenmiş sözcüklerin-tanımların ve kavramların baskısı ve kontrolü altında tutulan zihin dünyalarından hiç bir zaman ve hiç bir şekilde, ahlaki ve entelektüel bağımsızlıklar ve eleştirel bir duruş, dil, tarz ve tercih çıkarılamaz. Konformist kültürler, kaderci kültürler ve kehanet kültürünün oluşturduğu tekdüzelikler, sert ve radikal yüzleşmelere izin vermez. Tekdüzelikle malûl kültürlerin, yüksek bir farkındalığa ihtiyaç duydukları görülmemiş ve duyulmamıştır. Bir insanın, bir toplumun kendi kendisini ve tercihlerini sorgulayabilmesi için, çok ufuklu bir bilinç yeteneğine sahip olması gerekir. Kendisi olmayı, kendilik bilincine sahip olmayı başaramayan bireyler ve toplumlar, hem ideolojik anlamda, hem de, popülist/duygusal anlamda her tür istismara, her tür manipülasyona ve aldatılmaya açıktır.
Atasoy Müftüoğlu/İktibas Dergisi