Ülke olarak öyle hızlı ve değişken bir günden yaşıyoruz ki, bu hızın ahengine ayak uydurmak mümkün değil. Tabi bu hız da, karşımıza çıkan gelişmeleri sağlıklı ve sadra şifa olacak nitelikte değerlendirmemize imkân vermiyor. Öyle bir şey ki, önümüze sürülenler içinde asıl konuşmamız, tartışmamız, işaret etmemiz gereken hususları da gözümüzden kaçırıyoruz. İşin acıtıcı olan diğer bir yönü de, önümüze çıkan her meseleye dair muhtelif fikirler ve düşünceler, ele alınan meselenin izahı sürecinde ihtilafları körükler bir kisveye bürünüyor.
Geçtiğimiz günlerde Diyanet tarafından TOKİ’nin yaptığı evlere kamu bankalarından kredi alarak sahip olmanın caiz olduğuna dair yaptığı açıklama üzerinden genel bir değerlendirmek yapmak istiyorum. Gerek sosyal medyada gerekse bazı Müslüman düşünürlerde, buna dair şiddeti yüksek bir reaksiyonun ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Diyanetin nasıl faizli bir işe cevaz verdiği tartışılmakta, adeta şaşkınlık sendromu sergilenmektedir. Peki neden?
Bu memlekette Diyanetin neden kurulduğunu en iyi bilen Müslüman mütefekkirlerdir. Bu kurumu, kurulduğu günden beri tartışmaktan usanmayan Müslüman cenah, öyle görünüyor ki, bu tavrından hiçte vazgeçmeyecektir. Oysa Diyanetin neden kurulduğunu, hangi amaca hizmet ettiğini en iyi bilen kesim bu kesimdir. Şimdi Diyanetin böyle bir fetva vermesine şaşırmak, şaşırılacaklar cümlesinden midir? Kanaatimce değildir, olmamalıdır da. T.C. kuruluşuyla birlikte birçok kurumsallaşmaya gitti ve modern anlamda laik temelli kurumlar inşa ederek, tarih sahnesinde yerini aldı. Fakat Müslüman entelektüellerin en çok mesaisini harcayan, onları en çok meşgul eden, en çok tartışma sebebine konu olan, kuruluşundan bu yana sürekli Diyanet teşkilatı oldu. Olmalıdır da. Ona bir sözüm yok. Lakin Müslüman entelektüeller bu döneme kadar, diyanete karşı gösterdikleri bu tepkiselliği, mesela eğitim kurumları üzerinde göstermedi. Kamusal alan üzerinde tartışmadı.
Biraz sıkıntılı konular ama, bazı şeyleri bir daha gözden geçirmemize katkısı olabilir diyerek ucundan da olsa değinmekte fayda vardır diye düşünüyorum. Seksenli yılların sonu, doksanlı yıllarda başörtüsü mücadelesi vererek, tesettürlü üniversite okumak için yıllarca eylem yapan Müslüman kadınlar, üniversiteyi tesettürlü olarak bitirenler, sonra bir kamu kurumunda başlarına peruk takarak çalışmak zorunda kalacaklarını hiç hesaba katmadılar. Sakalıyla yüksekokul okumak arzusunda olanlar ve bunu sağlayabilenler, bir kamu kuruluşunda memur olmak için sakalını kesebileceğini ve aynı zamanda modern eğitimin zaruretlerinden olan laik eğitimin parçası olmanın neye karşılık geleceğini hiç tartışmadılar.
Bir camide din görevlisi olmak çok tartışıldı, lakin bir okulda laik Kemalist devrimci tarihin anlatılmasının neye karşılık geldiği hiç ele alınmadı. Mevlit okuyanlar, cenazelerde ve kandil gecelerinde hatim indirenler sürekli eleştirildi (elbette eleştirilmelidir), dini satmakla, dinden para kazanmakla suçlandılar (elbette öyledir). Fakat her Cuma mesai bitiminde, her pazartesi mesai başlangıcında eğitim kurumlarında neslimizi ulusal putun karşısında hazır ola geçirenler, resmi merasim ve törenleri düzenleyenler, gelmeyenler hakkında işlem yapanlar hiç mevzubahis edilmedi. Ya da bu meselelere değinme cesareti gösterilemedi. Bir dönem çok kısada olsa bu konular tartışıldı, ama Müslümanlar direnme azmini gösteremedi.
TOKİ, Diyanet ve banka-faiz, bu üç unsur kurulan laik cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarındandır. Bu devletin kurucu unsuru, seküler-laik-kemalist kapitalist ideolojidir. Kurucu unsur(lar), mevcut paradigmanın çizdiği çerçeve içinde, o paradigmayı bütünleştirir. Bu sebepten, cari ideolojinin doğası gereği ortaya çıkan gelişmeler, İslami düşünce geleneği içinde, bütünden ayrıştırılarak ele alınıp değerlendirilemez, eleştirilemez. Eğer eleştirilir ve değerlendirilirse bu tutarsızlık olacağı gibi, egemen ideolojinin bütününe dair reddiyeleri de anlamsızlaştırır. Unutmayalım, egemen düzenin kurucu unsurları arasında din yoktur. Dini olan hiçbir değer yoktur. Din-kitap, haram-helal, günah-sevap gibi kavramlar yaşadığımız sosyal gerçekliğe hükmeden egemen ideolojinin kurucu unsurları arasında yer almaz. Din kullanışlı bir malzeme olmanın ötesine geçmemektedir. Bu sebepten sadece Diyanetin fetvası üzerinden, ya da siyasi iktidarın yapıp ettiklerine dayanarak yapılan eleştiriler, esasa dair eleştiriler değildir. Müslüman muhalefet geleneğinde, esastan kopuk eleştirilerin sonucu, geçtiğimiz yakın tarihte bize çok şey öğretmiş olmalıdır.
Bugün Müslümanlar sürekli olarak salt siyasi iktidar eleştirisiyle bütün enerjisini tüketmekte, iktidarın doğası gereği yapmakta olduğu eylemler üzerinden, iktidara yüklenmektedir. Elbette bunun yanlış bir tarafı yoktur. İktidar her zaman eleştirilmelidir. Fakat sadece buraya kilitlenmek, Müslümanlara asıl yapması gerekenleri unutturmakta, ya da öncelik sırasını değiştirtmektedir. Siyasi iktidar kendi bekası için yapması gerekenleri yaparken, Müslüman mütefekkirler kendi aralarındaki çekişmelerden dolayı, birlikteliği sağlayacak bilginin teorik zeminini bile sağlamayı beceremediler. Bilgi anlamında biraz seviye kat edenlerin, edindikleri bilgi diğer kardeşleriyle bütünleşmeye götürmesi gerekirken, ne yazık ki ayrışmanın eşiğine getirip bıraktı.
Müslümanların asıl tartışması gereken konular, laik iktidarın kendi dünya görüşü dahlinde yapıp ettiklerinden ziyade, bize ait olan sorunların bir an önce ele alınıp tartışılması olmalıdır. Yaşadığımız bu postmodern tefrika çok canımızı yakmaktadır. Fakat öyle anlaşılıyor ki, Müslümanların artık böyle bir konuyu ne ele alıp tartışacak mecali, ne de konuyu gündeme getirecek özgüven ve cesareti kalmadı. O yüzden, hiçbir risk taşımayan, emek gerektirmeyen, mesaiye ihtiyaç duyulmayan, ortaya konuşulan, fakat nitelik olarak hiçbir anlam taşımayan meseleler üzerinden zaman tüketilmekte.
Aslında Diyanetin neyi neden yaptığını en iyi anlayan ve kavrayan kesim Müslüman kesimdir. Zira bu kesim Diyanetin neden kurulduğunu ve kuruluş amacıyla neye hizmet ettiğini yıllardır tartışıp konuşan ve meselenin künhüne vakıf olanlar, Müslüman mütefekkirlerdir. Egemen iktidar, kapitalist üretim üzerinden bir tüketim sağlamaya çalışıyor. Ekonominin taşıyıcı kolonu ise inşaat sektörüdür ve finansal kaynağı faizli sistemdir. Ekonomik döngü faiz üzerinden gerçekleşmektedir. Siyasi iktidar merciinde muhafazakârlar vardır ve bu işe çakmada olsa bir meşruiyet sağlanmalıdır. Diyanet tam bunu sağlamaya çalışmaktadır. Hem enflasyon oranında fazlalığın faiz olmadığına dair fetva, dokuz yıl önce, iktidarın fetva makamı olan Hayrettin Karaman tarafından verilmiştir.
Müslüman mütefekkirlerin kanaatimce öncelikle ele almaları ve tartışmaları gereken konu, TOKİ’nin neden kurulduğu olmalıydı. TOKİ’nin kuruluşundan bu yana kadar ciddi anlamda değerlendirilmediği ortadadır. Mahallelerimizi yıkan, çıkmaz sokaklarımızı bulvarlara bağlayan, mahremiyetimizi ortadan kaldıran, mütevazi bir düşüncenin ürünü olan yatay mimarinin, nasıl olup da kibri besleyen dikey mimariye dönüştüğü ele alınmadı. Ele alınmadığı gibi Müslümanların bu dönüşümün neresinde olduğunu da tartışmadık. Öyle veya böyle, herkesin ve her kesimin az ya da çok bir şekilde yakasını kaptırdığı kapitalist üretim ve tüketim kültürü, tartışmamız gereken birçok meselenin üzerini örtmektedir. Haddim olmayarak söylüyorum ki, bizler daha derinlikli ve daha esastan meseleler üzerinden yürümeliyiz.
İktibas / Yakup Döğer