Tahsille Nasıl Cahil Olunur?

Batı medeniyetinin, seçkinci, ikiyüzlü, ahlaksız ve derinliği olmayan, katı anlayışı üzerine bina edilen bir eğitim düzeneğinden bugüne kadar şoka uğramadıysanız bu yazıyı okuma zahmetinde bile bulunmayın derim.

“Herkes köpek gibi aşı olacak” diyen bir profesörle, “Başörtülü psikolog olamaz” diyen bir profesör arasında fark var mıdır? Bu tepeden bakan, elit, kibirli ve aşağılayıcı faşist üslubun kökenine indiğimizde karşımıza kadim bir eğitim sorunu çıkıyor.

“Şimdinin pedagojik literatürünü inceleyelim” dedikten sonra Nietzche, şöyle bir tespitte bulunuyordu. “Bu literatürün ruhunun mutlak sefaletinden ve gülünç garip komiklerinden şoka uğramayan insan halt etmiştir.”

Batı medeniyetinin, seçkinci, ikiyüzlü, ahlaksız ve derinliği olmayan, katı anlayışı üzerine bina edilen bir eğitim düzeneğinden bugüne kadar şoka uğramadıysanız bu yazıyı okuma zahmetinde bile bulunmayın derim.

Sevgili dostlar, bütün dünyayı tek dil, tek kültür ve tek din egemenliği altına almak yaratılışın doğasına ve düzenine nasıl aykırıysa, akılcı, bilimci, çağdaş ve ilericilik adına bir toplum yaratmaya(!) çabalarken bireyin çiğnenip geçilmesi de aynı derecede yaratılışın doğasına ve düzenine aykırıdır.

İşte bizim eğitim maceramız da böyle başladı. Koskoca geçmişi olan büyük bir devletin eğitim sistemi“ aydınlanma” fikri ve ideolojisi üzerine inşa edildi.

Oysa aydınlanma, akla ve bilime dayanmayan her şeyi reddederek ortaçağ karanlığını aratmayacak bir totalitarizmin tohumlarını atmıştı.

Günümüzde örneklerini görmekte olduğumuz baskıcı, katı, dışlayıcı, kendinden olmayanı hakir gören totaliter anlayışların kökeninde; aklın, bilimin ve rasyonalizmin putlaştırılması yatmaktadır.

Aydınların sözüm ona, her şeyi akıl ve bilimin öncülüğünde çözebileceklerine dair sarsılmaz inançları bir baskı unsuru ve insan karşıtı olarak hala güncelliğini korumaktadır.

Bir yazımda, “pozitivizm, insan beynine, ruhuna ve fıtratına çarpan yüksek voltajlı bir elektrik akımıdır” demiştim. Siz, yıllardır eğitim sisteminizi pozitivizm üzerine inşa ederseniz bu elektrik akımına kapılmanız normal sonuç olacaktır.

O yüzdendir ki ülkemizde eğitim seviyesi yükseldikçe, insani değerlerden, kendi tarih ve kültüründen uzaklaşma da o derece yüksek oluyor.

Öyle ki, “Başını örtenle Playboy’a soyunan aynı!” diyen yüksek eğitimlileri(!) gördü bu ülke. Bilim adına “ikna odaları” bile kuruldu!

Darbeler çok iyidir zorunlu ameliyattır” diyen profesörlerin de hala el üstünde tutulduğu seviyesiz bir ortam oluşturuldu.

Florya’da, Çamlıca’da ve ülkenin en nezih yerlerinde halktan kopuk pahalı sofralar kuran bu elitist tayfa kendilerini “aydın” diğerlerini de hep “hakir” olarak gördü.

Hal böyle olunca ülkede, tuvalet bekçisi dahi olamayacak ortalama zekâ seviyesine sahip insanlar “aydın” sayıldı.

Batı çıkarlarına endeksli bir eğitim zihniyetinin ülkede nasıl bir tahribata yol açtığını yıllardır ifade etmeye çalışırım. Bu sahte, köhnemiş, yobaz, bilimperest anlayışın artık terk edilmesi gerekiyor.

Zira bu tayfa bize, tahsille nasıl cahil olunabileceğini gösterdi.

İdeolojik eğitim sisteminin, insanın kendini bilme, insanlığını gerçekleştirme ve muhayyile kanallarını nasıl tıkadığı ortada değil mi?

Milleti aşağılamaktan, milletin inanç değerleriyle uğraşmaktan ve hemen her şeyi ideolojik, dar bir çerçevede ve kendi ali menfaatleri doğrultusunda ele almaktan bugün dünya çapında yetişmiş ne bir sanatçı ne de bir bilim adamımız var.

Hep diyorum, işe önce eğitim sisteminden başlamalıyız.

“Hakikat çarpıtıcısı” ve “insan karşıtı” değil, “hakikati arayan, hakikatin kapısını açan, insan ve değerlerini derinleştiren” bilge insanlara ihtiyacımız var.

Sanat eserine bir fikir ve düş/ünce katan, örümcek gibi masa başında teori örmeyen, varoluşsal bir kaygı taşıyan, sancı çeken, çığlık atan, hikmeti ve düşünceyi seven, zamanın ötesinde keşifler yapan hakikatli, olgun, ağır, dürüst, ahlaklı ve kaliteli insanlara ihtiyacımız var.

Ufuk Coşkun/Milat Gazetesi