Sadece altı gün sürdüğü için tarihe “Altı Gün Savaşı” olarak geçen çatışmalar, Birleşmiş Milletler’in (BM) aracılık ettiği bir ateşkesle 10 Haziran 1967 akşamı nihayet sona erdiğinde, ortaya çıkan tablo Araplar açısından gerçek bir felâketti: İsrail, komşularının oluşturduğu kalabalık ittifakı yenilgiye uğratmayı başarmış, dört Arap ülkesinin topraklarını işgal ederek, egemenlik sahasını birden bire üç buçuk kat büyütmüştü. Ürdün Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı, Mısır Sina Yarımadası’nı, Suriye de Golan Tepeleri’ni İsrail’e kaptırmıştı. Neticeye insan kaybı açısından bakıldığında da garip bir dengesizlik söz konusuydu: Yalnızca 132 saat içinde ölen 20 bin civarında Arap’a karşılık, İsrail 800 kayıp vermişti.
Arap milliyetçiliğinin bayraktarlığını yaparak sivrilen ve kitleleri hareketlendiren Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır’ın bütün forsunu söndüren Altı Gün Savaşı, sonuçları itibariyle, bugün bile gündemdeki sıcaklığını korumayı sürdürüyor. İsrail, savaşta işgal ettiği yerlerden sadece Sina’yı geri verdi. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat’ın canı pahasına imzaladığı -ve nihayet 1981’de suikasta kurban gitmesine yol açan- Camp David Barış Anlaşması gereği iade edilen Sina karşılığında, İsrail, paha biçilmez bir kazanım elde etmişti: Mısır ordusu, bundan sonra artık Filistin davasında aktif bir oyuncu olarak yer almayacaktı. İsrail de böylece hem işgal ettiği topraklardaki Filistinlilere yönelik operasyonlarını korkusuzca gerçekleştirecek hem de 1982’de Beyrut’u kuşatırken arkasından en güçlü Arap ordusunun kendisini sıkıştırmasından endişe etmeyecekti.
Günümüzde Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’ndeki işgalini devam ettiren İsrail, bilhassa Golan’a ayrı bir ehemmiyet veriyor. 1800 kilometrekarelik bir alana yayılan yükselti, özellikle konumu itibariyle (Şam’a 60 kilometre mesafede), İsrail’in elinde son derece önemli bir stratejik koz durumunda. Bütün bölgeyi Golan’dan izleyebilen İsrail için, burası aynı zamanda bereketli bir su kaynağı. İşgal ettikten hemen sonra Golan’a yerleşim inşaatına başlayan İsrail, 1981’de burayı tek taraflı olarak ilhak ettiğini açıkladı. Bu karar uluslararası alanda şimdiye kadar tanınmadı. Belki “tanınmamıştı” demek daha doğru olur. Çünkü ABD Başkanı Donald Trump, perşembe akşamı sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, Amerikan yönetiminin Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini resmen tanıyacağını duyurdu. Daha önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul eden ve ülkesinin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıtan Trump’ın Golan açılımı, ABD-İsrail ilişkilerinde son dönemde yaşanan bahar havasını izleyenler için aslında çok da sürpriz bir durum değil.
***
Golan Tepeleri, Altı Gün Savaşı’nın son saatlerinde İsrail’in eline geçmişti. Yıldırım hızıyla Doğu Kudüs’ü, Batı Şeria’yı ve Sina Yarımadası’nı ele geçiren İsrail ordusu, adeta “belki olur” diyerek Golan’a da yöneldi ve bölge hiçbir direnişle karşılaşılmadan işgal edildi. Suriye ordusu, savaş sırasında en karmaşık dönemlerinden birini yaşıyordu. Üst üste çok sayıda darbe tecrübesi yaşanan ülkede 1963’te Baas darbesi gerçekleşmiş, askerler hiziplere ayrılmıştı. Ordu, kapsamlı bir saldırıyı göğüsleyecek durumda değildi. Bunun sonucunda, Golan Tepeleri tereyağından kıl çekercesine İsrail’in kontrolü altına girdi.
Suriye, 1973’teki Yom Kipur Savaşı’nda Golan Tepeleri’ni İsrail’den geri almayı bir kez denedi. Düzenlenen saldırılar İsrail tarafından savuşturulurken, 1974’te iki ülke arasında ateşkes imzalandı ve Golan işgal altında kalmaya devam etti.
“Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülans sürecinin başlangıcında, İsrail basınında yer alan haberler, Suriye’nin, Golan’daki ateşkes hattını 1974’ten bu yana neredeyse hiç yenilemediğini ve sağlamlaştırmadığını gösteriyordu. Golan, İsrail’le Suriye arasında adeta zımnî bir doğal sınıra dönüşmüş, her iki ülke de “tanıdık düşman” mantığıyla birbirilerinin kontrol bölgelerine saygılı davranmayı öğrenmişti. İran’ın desteklediği Baas yönetiminin bütün hamasî sloganlarına rağmen, Suriye rejimi, Golan’ı geri almak için 1974’ten bu yana kılını bile kıpırdatmamıştı. Golan’daki İsrail varlığı ise, İran için Suriye topraklarına yerleşmesinin gerekçelerinden birine dönüşmüştü.
Golan Tepeleri, 2006’da İsrail’le Suriye arasında Türkiye’nin arabuluculuğunda başlatılan müzakere sürecinin en önemli gündemiydi. Hatırlayanlar olacaktır: İsrail’in, Suriye’nin İran ekseninden çıkarak kendisini resmen tanıması karşılığında Golan’ı teslim etmeye hazırlandığı söylentileri de yayılmıştı o dönem. Ancak İsrail ordusunun aynı yılın yazında Lübnan’a düzenlediği 34 günlük saldırı, barış ihtimalini de tamamen ortadan kaldırdı.
Beşşar Esed yönetiminin, tıpkı Mısır’ın Sina Yarımadası’nı işgalden kurtarışı gibi, Golan’ı geri almak kaydıyla eksen değiştirmeye hazır olduğu, yine o dönemde ciddi biçimde konuşulmuştu. İkinci Lübnan Savaşı’yla diyalog yollarının kapanmasının ardından, “Arap Baharı”yla birlikte can derdine düşen Esed, ekseninden çıkmak şöyle dursun, tamamen İran’ın kanatları altına sığınmak durumunda kaldı.
***
Nereden bakılırsa bakılsın, tepenin arkası, bugün artık tümüyle savaş tamtamlarının duyulduğu iki cepheye dönüşmüş durumda. Yine de, Suriye’de Beşşar Esed’in iktidarını korumaya devam etmesi ve Golan’da oluşturulan de-facto durum, İsrail açısından bölgedeki en iyi seçenek olmayı sürdürüyor. İsrail-İran çekişmesi ise, her üç ülke için de sahadaki varlıklarını muhafazanın en garantili yolu olarak görünüyor.
Yeni Şafak / Taha Kılınç