Sanat ve Savaşın Sürrealist Yansıması

Suriye'de iç savaş patlak verdiği günden bu yana çok büyük acılar, kayıplar, ölümler yaşandı. Savaş öncesinin de iyi olduğunu söylemek mümkün değil.

Şeyhmus Çakırtaş  16.02.2021 Independent Türkçe

Suriye‘de iç savaş patlak verdiği günden bu yana çok büyük acılar, kayıplar, ölümler yaşandı. Savaş öncesinin de iyi olduğunu söylemek mümkün değil.

İnsana, topluma, halklara dayatılan dar ve uygunsuz elbise, yaşanan sürecin başka bir versiyonu gibi duruyor yakın tarih tünelinde.

Şu anki durumu az çok herkes biliyor. Kaos, çatışma ve dağılma, ölüm devam ediyor.

Bu on bir yıllık süre zarfında, yaşanan çatışmalar sonucu insanlar yerlerinden, yurtlarından, habitatlarından koptu.

Savaş Suriye’de başladı ama etkisi bütün Ortadoğu’da, dünyanın değişik coğrafyalarına yansıdı. Küçük bir dünya savaşı yaşandı ve hala yaşanıyor denilse çok abartılmamış olunur.

Yine bu süreçte hepimiz biliyoruz ki vahşete varan olaylar yaşandı, kentler yerle bir oldu, binlerce insan aç sefil yollara düşerek, ölümden, katliamlardan, işkencelerden, insanlık dışı uygulamalardan kaçarak, bir yerlere sığındı.

Suriye’ye yakın olan bütün coğrafyalarda yaşayan akli selim her insan buna tanık oldu. Şu ya da bu şekilde Suriye’de süren savaşı gördü, yaşadı, hissetti.

En azından yakın coğrafyalarda yaşayanlar bunu yaşayarak, deneyimlediler. Sokağa çıktığımızda her adım başı Suriyeli sığınmacı görmedik ama çok sayıda savrulan hayata rast geldik, hikayeleri dinledik, okuduk, duyduk.

İşte bu buruk hikayelerden, insanlardan biri de Akram Saffan‘dır.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Kendisi bir sanatçı, daha çok heykel ve ağaç yontma üzerinde çalışıyor ve aynı zamanda harika resimler yapıyor.

Akram 1967 yılında Suriye sınırları içinde yer alan Fırat kıyısında bulunan Deyrizor‘da doğar.

Deyrizor, Kuzey Suriye’nin en tartışmalı ama çok bilinmeyen kentiydi. Ta 1915’ten beri oldukça tartışmalı bir kent olmuştu.

Bu kent aynı zamanda Sünni Arapların, Kürt ve Ermenilerin, Süryanilerin yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Ermeniler, 1915 yılında tehcir sonucu kente yerleştirildiler.

Ölümden, zorunlu göçten arta kalan insanların sığındığı bir kentti. Değişik kültür ve kimliklerin bir arada yaşadığı kent savaştan önce 240 bin kişinin yaşadığı yerleşim yeriydi.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Akram, bu kentte doğdu ve çocukluğunu burada yaşadı. Belki de değişik kültürün etkisiyle, renkli bir hayal dünyasına sahip oldu. Akram daha çocuk yaşta resme ilgi duydu ve resim yapmaya başladı.

Ailenin de sanata yatkın olması, destek bulmasına neden oldu ve ilkokulda yaptığı resimler ilk ödülünü aldı. Amcası, Avrupa ziyareti dönüşünde yeğeni için İtalyan sanatını konu alan bir kitap getirdiğinde, Akran’ın sanat hayatı şekillenmeye başladı.

Kitabı inceleyen, günlerce resimleri yorumlayan Akran, kısa sürede Salvador Dali hayranı oldu ve sürrealist resimler yapamaya başladı.

Sonra daha fazla resme yöneldi, 15 yaşında ailesinin destekleriyle kendisine bir atölye kurdu, resim yanında heykel sanatına da el attı.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Daha çok taştan eserler yapmaya, ağaçları yontarak eserler vermeye başladı. Ailede çok sayıda şair, ressam olması işini kolaylaştırdı.

Gerçek üstü konuların işlendiği resimleri takdir topladı, sanatı gelişti, ahşap kütükleri, taşları yontarak yeni eserler verdi.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Tam 30 yıl boyunca dünyanın en ücra köşesinde hiçbir eğitim almadan eserler vermeye devam etti ve 300 tablo ve 200 heykel üzerinde çalıştı; bunları sanat eseri haline getirdi.

Akran, çevrede topladığı beyaz ve işlemeye uygun taşlara düşüncelerini, iç dünyasını yansıtmaya, taşa işlemeye devam ederken, Suriye büyük bir kırılmaya doğru yol alıyordu.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Değişik kentlerden gelen haberler Akran’ı tedirgin etse de karışıklığın kısa sürede sona ereceğini düşünerek, sanatsal eserler vermeyi sürdürdü.

Aklına bir gün sanatına ara vereceği, hatta yaşadığı kentten çıkmak zorunda kalacağı hiç gelmedi.

Ama savaş giderek daha yakınlaşıyor ve ortalık karışıyordu. Kaldı ki Akran’ın heykel yapması, taşları yontması da çok hoş karşılanmıyordu bazı çevrelerce.

Akran için savaş bir değil, ikiydi, belki üçtü… Çölün ortasında bir Salvador Dali olma hayali kurmak öyle kolay  görülmüyordu.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Savaşın ilk yıllarında kent rejimle muhaliflerin çatışmasına sahne oldu. Asıl felaket ise IŞİD‘in bölgeye gelmesiyle başladı. İŞİD bütün sosyal yaşamı baştan sonra değiştirdi.

Savaş şiddetlendikçe Saffan sanatını icra edemeyeceğini anladı ve işte o zaman sanata ara vermek zorunda kaldı. Bütün eserlerini toprağa gömerek, beklemeye başladı.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Savaşın bir gün biteceğini umut ederek, kentte kalmaya devam etti. Ama savaş öylesine boyutlandı ki kent kısa sürede adeta kıyameti yaşadı. Kimin kiminle savaştığı bile belli değildi.

Akran, kendi deyimiyle “ne bir askerdi, ne de politik bir kişilikti”. Sadece insan olarak varlığını sürdürüyordu savaş ortasında.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bununla ilgili o günleri düşündüğünde büyük bir keder kaplıyor yüzünü. Konuşmadan dalıyor düşünüyor, gözleri nemleniyor ve ağır ağır konuşuyor;

Savaş yürütenler, çatışanlar arasında ölüm olunca,  taraflar kısa sürede insanlıktan çıkıyor. Her şey silaha teslim oluyor, insan vicdanını kaybetmeye başlıyor. Bunları gözlerimle gördüm. Sokaklarda insan cesetleri dururken çatışmalar devam ediyordu. Ben kayıtsız kalamazdım. Kendim en az 84 insanı ellerimle gömdüm. Sokakta ceset görünce psikolojim bozuluyordu. İnsani görevimi yaparak, yaşamaya çalışıyordum. Ben ne askerdim, ne de politik birisiydim, ne de rejim yanlısıydım.

Çok ama çok ölüm gördüm. Duygularımı kaybetmemek için direndim, insan kalmak istedim. Ailemiz dağılmış, kent büyük bir yıkım yaşamıştı. Kentten kaçanlar, yollara düşenlerin sayısı kısa sürede 100 bin kişiye ulaşıyor, nüfus yarıya düşüyordu. En son sokak ortasında öldürülen bir kadın gördüm.

Uzun süre beklediği için bedeni şişmişti. Birkaç kişiyle kurşunların havada uçuştuğu bir ortamda, cenazeyi sokaktan çekmeye çalıştık. Çok fazla şişmişti bedeni. Biz çektiğimizde kadının cenini elimde kaldı. Meğer kadın hamileymiş. Şok oldum, kafam döndü. Uzun süre kendime gelemedim. Hala burnumda cenin kokusu var. Bir türlü o kokuyu zihnimden silemiyorum.

O gün kendime geldiğimde hemen oracıkta kentten ayrılma kararımı aldım. Çıkmak da öyle kolay bir iş değildi. Bilinen bütün örgütler, rejim, Rusya, ABD alandaydı ve çatışmalar da son hız devam ediyordu. Artık savaşın biteceğine olan inancımı yitirmiştim. Bir poşet toprak alarak, kentten ayrıldım. 18 saat yürüyerek, top atışlarından sakınarak, kurşunlardan korunarak Antakya sınırına geldim.

Sınırda bir süre bekledim. Sanki birisi beni geriye çekiyordu. Bir türlü adım atamadım, öylece bekledim bir süre. Harıl harıl insanlar geliyordu sınıra doğru, geri dönmenin bir fayda vermeyeceğine kanaat getirdiğimde sınırı geçmek için harekete geçtim.

Artık geri dönemezdim. Bundan beş yıl önce sınırdan Türkiye topraklarına girdim. Bir süre kamplarda kaldım, sonra Urfa’ya yerleştim. O gün bu gün buradayım ve heykelle uğraşmaya devam ediyorum, son nefesime kadar da sürdürmeyi düşünüyorum. 

Sürrealist resimler yapan Akram Saffan, yoksul kesimin kaldığı, briket yapıların çoğunlukta olduğu iki katlı evlerin birinde kalıyor.

Üst kat yaşam alanı, alt katta bulunan bodrum katı ise atölye olarak düzenlenmiş. Bir iki eski çekyat ve birkaç parça ağaç kütüğü ve işlenmiş, yontulmuş, tamamlanmamış eserler.

Duvarlarda birkaç sürrealist resim yer alıyor. Orta yerde ise karmakarışık boya izleri bulunan bir masa var. Ev çok eski olduğu için oldukça köhne ve bakımsız.

Üç beş metre karelik bir atölyede çalışmalarını yürüten Akram, Suriye’den ayrıldıktan sonra ilk çalışmasına “Göç” adını vermiş. Aslında kendisini anlatan eseri, adı üzerinde yaşanan korkunç göçü anlatıyor.

Hemen bu çalışmadan sonra ise “Hüzün” adını verdiği eser üzerinde çalışmış. Sonra da “Kıyamet” adını verdiği eseri yapmaya başlamış. Halen devam eden eserine Suriye Savaşı‘na gönderme ile “Kıyamet” adını vermiş.

“Ben ‘Kıyamet’ adlı eserimde yaşadıklarımı, gördüklerimi resmetmeye, yontmaya ve ortaya çıkartamaya çalıştım. Halen de üzerinde çalışıyorum. Beni fazlasıyla etkileyen savaşı, iç dünyamı yansıtmaya çalışıyorum” diyor.

“Siyah İpek Şal” ve “Vatansız” adlı iki kitabı olduğunu söyleyen Akram, Suriye’den ayrılırken annesinin siyah ipek şalını ve bir poşet toprağı alıp, yola çıkmış. Akram, hala toprağı ve ipek siyah şalı saklıyor.

Suriye’den kendisine kalan korkunç anılar, annesinin siyah şalı ve üç beş avuç Deylizor toprağı…

Arada bir küçük işler yapıyor, belediyelerin park bahçe süslemelerini, çevre düzenlemelerinde birkaç parça çalışma yapıyor. Akram, köhne bir evde Salvador Dali olmak için çabasını sürdürürken şunları söylüyor:

Her şey insani olmalı, insani olmayanı terk etmemiz lazım. Ben bir konuda etkilendiğimde, kendimde yaşatıyor, sonra da ya taşa ya da tahtaya işliyorum. Yaşadıklarım heykele, resme dönüşüyor. Eserlerimde insani değerleri işlemeye çalışıyorum.

Bugün yaşanan tarih, insani bir tarih değil. Bu nedenle ben eserlerimde insanı ele alıyorum. İnsani değerler için çalışıyorum. Güncel olayları, savaşı, hüznü, sevinci ve yoksulluğu, yalnızlığı işlemeye çalışıyorum. Benin amacım maddiyat değil, hümanizmi sanatla yaşatmaya çalışıyorum. Tek amacım var: insancıl sanat.

Küçüklüğünden beri antika içinde büyüyen, sanatla içli dışlı olan ve toprağı çok seven Akran Saffaf, savaşın Suriye’de biteceğine inanmıyor ve bunu şöyle ifade ediyor:

Afganistan’da savaş bitmedi, yıllardır devam ediyor. Suriye’de de savaş sürecek ve korkarım hiç bitmeyecek.

Keşke yanılsa ve kısa zamanda savaşın bittiği haberi gelse.