Bu senelerdir devâm ediyor ve anaakım medyayı esir almış vaziyette. O kadar ki, magazin ile kamusal meseleleri ele alan ciddî programcılık arasında da bir ayırım yapmak artık çok zor. Herşey derinliğini kaybediyor , yüzeyselleşiyor. En son olarak hayâlî darbeyi tartışanları tâkip ederken düşündüm bunları…
Derinliksizlik- medya ilişkisini anlayabilmiş değilim. Meselâ belli bir konuda dâvet edilen ve konuşturulan bir “uzman” meseleyi biraz “açmaya” ,”derinleştirmeye” yeltenmesin; hemen sunucu tarafından îkâz edilir. Kendisine en başta sürenin kısıtlı olduğu hatırlatılıp, sadede gelmesi istenir. Medya bir yere mi yetişiyor acaba? Nedir bu hız ve dakiklik iddiası? İyi de o zaman dizilerde veya magazin programlarında zamâna acımasızca kıymak ne oluyor? Zaman darlığı medyanın insanı susturmak için başvurduğu bir taktik gâliba.. “Peki” gibi bir susturucusu var bu sanatın.. Esas mesele tabiî ki sıkılma eşiği dar büyük bir kütleye mümkün olduğunca çok şeyi seyrettirmek. Asrın başat sıkıntısı ; bir öz deneyim olarak derinleşmek değil. Büyük kitleler zâten bundan caymış vaziyette.(Belik de hiçbir zaman bu fikri “satın almadılar”). Ama sâhiplenmedikleri bir şeyi başkasında da olsa görmek istemiyor insanlar. Derinleşmek istememenin bir tezâhürü de birilerinin bir şeyleri derinleştirmesini istememek. Her derinlik bir soğumayı da içerir. Ürperticidir ve istenmez o yüzden. Sansasyonellik işte tam da buraya oturuyor. Herşey ısınır orada. dahası, yüzeysellik de sıkıcı olabilir. Sansasyonel cihazlar yüzeyselliği köpürtüyor. Ne yapsak da bir derinliği sansasyonel kılamıyoruz. Derinlikler köpürtülemiyor. Köpüklenmeler dâima yüzeylerde yaşanıyor; köpükler hep yüzeye vuruyor.
21.Asır bir köpük asır. Köpük eskilerde mâsumdu. Bu asırda kirlendi. Köpüklenmeler çevre kirliliklerinde çok sık görülüyor ve mide bulandırıyor. Fokurdayan ve köpüklenme çevre felâketlerini çağrıştırıyor. Ama aslında asr-ı hâzıranın kendisi. İnsanlığın tekmil birikimi , bu asırda büyük bir derinlik kaybı yaşayarak yüzeye vurdu. Bir şeyi başka bir şeye bağlayan şeyler çözüldü. Derinlikler bağları geliştirerek sağlanıyor. Bağlar kopunca herşey yüzeye vuruyor. Bakalım; meselâ modern doğa bilimleri inşâ eden “nedensellik”; insan bilimleri inşâ eden “ne içinsellik” alabildiğine aşınmış durumda. Ne için veya neden olduğunu, nereden türediğini bilemediğimiz; bilmeyi de gereksiz gördüğümüz şeylerle yaşıyoruz.
Ekonomi, birbiriyle bağlantılı olan çok sayıda faktörün, bileşenlerin arasındaki ilişkileri anlatıyordu. Ama bugün faktörler veyâ bileşenlerden birisi olan finans, diğer faktörlerle olan bağını koparmış durumda. Para artık bir araç değil, kendi kendisinin amacı olan bir değer. Ekonomik faaliyetin, üretimin sonucu kazanılan bir şey olmaktan çoktan çıktı. Paradan para kazanılan , ne kadar ekonomi olduğu belirsiz bir ekonomiden bahsediyoruz. Köpüklü bir ekonomi bu.
Siyâset de ekonomiden farklı değil. Siyâsetin derinliğini ahlâktan alır. Moralpolitiktir siyâseti derinlikli kılan. Ama elyevm siyâset temelinde güvenlik meselelerinin yattığı hesaplamacı (reelpolitik) ve zora dayalı ( machtpolitik) siyâsetler olarak köpükleniyor.
Dinler de derinliğini kaybediyor. Daha evvel olduğu söylenen bir metafizik derinliği yok dinsel kavrayışların. Dinlerin sekülerleşmesi , bu dünyânın aleladeliklerine bir mesâfe kazandırması beklenirken, o aleladeliklerle örtüşmesi de bunu gösteriyor. Yüzeye vurmuş, köpüklenmiş dînî hayatlar yaşıyoruz.
Medya da bundan nasibini alacaktır tabiî. Bağsızlık burada da hâkim. Medyadan beklenen “hâdiseyi havâdisleştirmesidir”. Havâdisin sansasyonel olması, hâdisenin sansasyonel olmasından besleniyorsa mesele yoktur. Meselâ -Allah uzak etsin- deprem olduğu zaman “hadise” ve “havadis” bizâtihî sansasyoneldir. Ama hadisesi olamayan havadislerin , vakıası olmayan şâyihaların köpürttüğü gündemler için başka şeyler söylemek gerekir. Bahsettiğim medya bu ikisi arasında bir fark göremiyor olsa gerekir. Hâdisesiz havadisçilik diyorum ben buna.
Herşeyin yüzeye vurduğu yerde herşey kırılganlaşır. Kırılganlık da burada mâsumiyetini kaybeder. Kırılganlaşan herşey kırıcılaşır da. Yüzeysel hayatların yatıştırıcısı da olmaz.
Bunları yazarken ,biraz da kendime gülüyorum. Sanki derinliklerin şampiyonluğunu yapıyorum gibi bir intibâ doğurabilirim. Aslında öyle de değil. Ben diyalektiğe inanırım. Bu yüzeye vurmuşluk hâlimiz, derinleşme iddialarımızdaki “yolsuzluk”ler, “usûlsüzlükler”, haddini bilmeksizliklerdendir. Bu yazının çağrısı, yeniden derinleşelim olamaz. Olsa olsa ,eğer buna bir gün niyet edersek, eski hatâları tekrar etmeyelim olabilir. Görüyorsunuz ; bedeli yüzeysellik oluyor …
Yeni Şafak / Süleyman Seyfi Öğün