Romantik Taşralılık ve Kitlesel Mumyalaşma

Yerli-milli yorumların, fetvaların sınırları içerisine kapatılan Müslümanlar, İslami cemaatler, düşünce/kültür/edebiyat ve ilahiyat hayatı; insanların/toplumun/toplumların aklına, bilincine, zihnine, sorumluluk dutgularına nüfuz etmek yerine, duygularına/duygusallıklarına nüfuz etmeye çalışan popülist-hamaset-menkıbe dili ve söylemiyle, yerli-milli-muhafazakar putlar ve putperestlikler oluşturuyor.

İslam dünyası ülkelerinde, otoriter rejimler, diktatörlükler, bu ülkelerle birlikte, İslamı da kendi özel mülkleri gibi sahipleniyor, kendi ihtirasları doğrultusunda sınırsız bir biçimde kullanıyor, araçsallaştırıyor, sömürgeleştiriyor. Her ülkede, yerli-milli sınırlar, yerli-milli çıkarlar, İslam’ı yerli-milli bir zihniyet içerisine hapsetmeye çalışıyor. Yerli-milli yaklaşımlar ve kültür, İslamın evrensel-küresel bir kültüre ve etkiye kavuşmasını engelliyor. Yerli-milli çerçevelere ve fetvalara hapsedilen bir din algısı, İslamın evrensel, düşünsel, felsefi, hikemi, estetik, deruni yanını yoksullaştırıyor. Yerli-milli yorumların, fetvaların sınırları içerisine kapatılan Müslümanlar, İslami cemaatler, düşünce/kültür/edebiyat ve ilahiyat hayatı; insanların/toplumun/toplumların aklına, bilincine, zihnine, sorumluluk dutgularına nüfuz etmek yerine, duygularına/duygusallıklarına nüfuz etmeye çalışan popülist-hamaset-menkıbe dili ve söylemiyle, yerli-milli-muhafazakar putlar ve putperestlikler oluşturuyor.

Konformist kültür ve konformist din algısı, İslam toplumlarında, düşünen, tefekkür eden, merak eden, sorular soran, sorgulamalar yapan toplumları bütünüyle yok ederek, bu toplumları sayısal bir kitleye dönüştürdüğü için, sayısal kitleler fikirlerle değil, sloganlarla, klişelerle yönetiliyor, yönetilebiliyor. Bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, muhafazakar ve seküler kesimler arasındaki karşıtlıklar, kabileci karşıtlıklara dönüştüğü için, taraflar birbirlerini anlamak için hiçbir samimi çaba harcamıyor. Kabileci bencilliklerin, kabileci karşıtlıkların, bilinç/bilgelik ve kültür üretme yeteneği olmadığını görmek/anlamak gerekiyor. Bu tür toplumlarda, yine içerisinde yaşadığımız toplumda tecrübe ettiğimiz üzere, ideolojik tarafgirlik, politik tarafgirlik dışında, toplumun bütün kesimlerine hitap eden entelektüel etkinlikler ve düşünsel sorgulamalar gerçekleştirilemiyor. Birbirlerini ötekileştiren seküler ya da muhafazakar kabileler/kabilecilikler, derinlikten ve kuşatıcılıktan yoksun gündelik pragmatizmi aşma iradesi gösteremiyor. Bütün bu nedenlerle İslami temeller, temel ilkeler, temel meseleler ve temel tercihlerle, gündelik hayatın ölçütleri arasında uçurumlar oluşuyor, İslami ideallerle, gündelik konumlar/beklentiler ve tercihler arasında çok büyük ve çok kirli ikiyüzlülükler yaşanırken, İslami incelik ve hassasiyetlerle, gündelik pratikler arasında derin karşıtlıklar oluşuyor. İdeal olan’la gerçekler arasında, gerçeklerle idealler arasında, kendisini İslam’a nispet eden bir toplumda yaşanmaması gereken yabancılaşmalar sıradanlaşıyor. İdeal planda adaleti-hakkaniyeti-digerkamlığı savunan muhafazakar kesimler, gündelik pragmatik hayatta baskıcı-çıkarcı-fırsatçı eğilimler-uygulamalar sergileyebiliyor.

İslam toplumlarında, konformist kültürün, konformist hayat tarzının ve din algısının belirleyici olduğu günden bu yana, İslami bütünlük algısı, politik rejimlerin-iktidarların çıkarları, bencillikleri, narsisizmleri adına keyfi bir biçimde çarpıtılıyor, parçalanabiliyor, bozulabiliyor. Fikirlerle, kültürel niteliklerle değil de, sloganlarla, popülizmlerle yönetilen/yönetilebilen toplumlarda akla ve bilgi’ye değer verilmediği, üretkenlik ve değişim bilinci yok edildiği için, bu toplumlarda kitlesel bir mumyalaşma yaşanıyor. İlgili toplumlarda her tür köleleştirilmeye elverişli bir iklim oluşturuluyor. İslam toplumlarında gelenekçilik/muhafazakarlık, bütün zamanları geçmişe dönüştürdüğü için, Müslüman halklar geçmişin dokunulmazlığı karşısında, edilgenliği-tekdüzeliği ve teslimiyetçiliği seçiyor. Edilgenliği, tekdüzeliği ve teslimiyetçiliği aşabilmeleri için, İslam toplumlarının İslami bütünlük bilincinin iradesine ihtiyaçları var. Bilincin iradesinin bozguna uğratılamayacağını kaydetmek, edilgenlik ve tekdüzelikle yüzleşmeyen-yüzleşemeyen, yüzleşmeyi düşünmeyen toplumların-kültürlerin bir geleceği olmayacağını bilmek gerekir. İtaat ve taklit’in kurumsallaştırılarak mutlaklaştırılması, eleştiri ve yenilenmeye geçit vermeyen otoriter bir zihniyet oluşturuyor.Aziz İslam, etnik-kültürel-coğrafi çeşitliliğe, çoğulculuğa, esnekliğe, üretkenliğe açılarak insanlık tarihine girerken, bütün zamanları geçmişe dönüştüren gelenekçilik ve konformist kültür, çeşitliliğe/çoğulculuğa/üretkenliğe/esnekliğe hiçbir şekilde tahammül edemeyen bağnaz bir dindarlık biçimi/yorumu oluşturdu. Bu nedenle de, Müslüman halklar, tarihten çekilerek, evrensellikten çekilerek, yerli-milli dünyalara, yerli-milli fantazilere-romantizmlere kapandılar. İslam, Müslümanlara, evrensel yankısı-etkisi-işlevi olabilecek şekilde okumayı/yazmayı/konuşmayı öğütler/öğretirken gelenekçilik/muhafazakarlık ve konformist kültür susmayı öğütlüyor, öğretiyor. Aziz İslamın, yerli-milli, gelenekçi, kabileci, mezhepçi, partizan, otoriter, baskıcı, ötekileştirici yorumu bugün, her toplumda çok kaba ve çok derin bir bağnazlık biçimi oluşturduğu için, insanlar, maalesef, İslam’a yabancılaşıyor. Geleneğin, göreneğin, örfün, kabile, aşiret, mezhep kültürünün sınırları içerisine hapsedilen toplumlar, büyük niteliklere, büyük düşünürlere, büyük akıllara/zihinlere, büyük ufuklara sahip olamadıkları için, bugün varoluşsal sorunlara cevap veremiyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı yirmibirinci yüzyılla konuşamıyor, bu yüzyılın gerçekliğiyle yüzleşemiyor, bu gerçekliği nasıl tanımlayabileceğini bilmiyor. Geleneğin, göreneğin, örfün, konfürmizmin sınırları içerisine kapatılan toplumlar, halklar, hiçbir şekilde entelektüel rüşt sahibi kadrolar yetiştiremiyor. Müslüman aydınlar otoriter rejimlerin, otoriter iktidarların yanında hizalandıkları için, bugünün tarihine tanıklık yapabilecek bağımsız/özgün seslerden söz edemiyoruz. Bu nedenledir ki, bugün, bu toplumlar Türkiye’de de içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, kimi dönemlerde yoğun bir ideolojik-seküler manipülasyona, ideolojik taciz’e maruz bırakılırken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, muhafazakar dil-söylem yoluyla psikolojik ve duygusal bir manipülasyona, duygusal bir taciz’e maruz bırakılıyor. Edilgenlik ve tekdüzelikle malûl bulunan toplumlar, iktidar çıkarları doğrultusunda kimi zaman ideolojik bağımlılıkları, kimi zaman duygusal bağımlılıkları, hiçbir sorgulamaya tabi tutmaksızın içselleştirebiliyor. Aziz İslam’ı, evrensel bir bilincin, ufkun, ahlakın, sorumluluğun konusu olmaktan çıkararak, milliyetçi/mezhepçi/sağcı bir folklore, makyavelist-oportünist-politik yerli-milli bir muhafazakarlığa indirgeyen politik çıkar mülahazaları, “ezan-bayrak”, şanlı tarih sloganları eşliğinde, İslami evrensellik bilincinin ve İslami bütünlük bilincinin sonunu hazırlıyor.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde, toplumlarımızda, “şanlı tarih” retoriğinin dokunulmazlığı, hiçbir eleştirel ve alternatif tarih okumasına/yorumuna ve çözümlemesine izin vermiyor. Konformist bir din algısının belirleyici olduğu toplumlarda, hiçbir alanda yeni bir başlangıç yapılamadığına, radikal bir değişim/dönüşüm yaşanamadığına, yeni bir dil-kültür ve yeni boyutlar oluşturulamadığına dikkat etmek gerekir. Konformist bir kültür ve din algısına sahip, muhafazakar-sağcı-popülist unsurlar, iktidara gelinceye kadar Müslümanlık iddiasında bulunurken, iktidara geldikten sonra eksiksiz bir oportünizmi yeni bir “din” haline getiriyor. Konformist bir kültür ve din algısı, taklit ve itaati mutlaklaştırdığı için, Müslüman halklar/toplumlar/kültürler kendilerine dayatılan resmi tercihler dışında, farklı hiçbir seçenek üzerinde düşünmüyor, farklı seçeneklerle ilgilenmiyor, bunları anlamaya ve tecrübe etmeye çalışmıyor. Taklit ve itaate koşullandırılan Müslüman bireyler/cemaatler/toplumlar hiçbir zaman sahip oldukları yeteneklerin, potansiyelin, gücün farkına varamadan hayatlarını sürdürüyor. İslam toplumlarında, statükoların, iktidarların, iktidarlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’de yaşandığı üzere, kimi dönemlerde topluma seküler-otoriter popülizm dayatılırken; kimi dönemlerde de, muhafazakar-milliyetçi-mezhepçi otoriter popülizmler dayatılıyor. Her iki popülizm de yoğun ve içi boş klişeleştirme yoluyla hayata geçiriliyor. Sol-seküler ya da sağ-muhafazakar popülizm/pragmatizm evrenselliğe istihkakı olan bir ahlaka, bir değer sistemine ihtiyaç duymuyor.

Kültürel bağımsızlıklarını hiçbir dönemde ve hiçbir şekilde tamamlayamamış İslam ülkelerinde, toplumsal bilinç, kimi zaman sol-seküler, kimi zaman sağ-muhafazakar popülizm yoluyla engelleniyor, kısıtlanıyor. İslam toplumları, içeriden gelen katı-bağnaz gelenekçiliklerden kaynaklanan yabancılaşmalar ve baskılarla birlikte, dışarıdan gelen sekülerleşme ve liberalleşme baskıları sebebiyle bir başka yabancılaşma yaşıyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde de, İslam toplumları, dijital sömürgeciliğin yoğun işgal ve istilası altında bulunuyor. Konformist-statükocu-gelenekçi-sağcı muhafazakar bir kültürü içselleştirdikleri için, İslam toplumları ve kültürler, ancak, yerli-milli ilgilere-alanlara açılabiliyor, bu nedenle de, dijital sömürgeciliğin yoğun işgal ve istilası karşısında çok büyük bir çaresizlik sergiliyor. Tek akla, tek yoruma ve tek ufka kapanan toplumlar, hayatla, tarihle, insanlıkla, varoluşsal meselelerle ilgilenmedikleri için, mezara kapatılmaktan farksız hayatlar yaşıyor. Bu tür toplumlar, hayatı ve tarihi etkileyebilecek, dönüştürebilecek, kültürel-entelektüel nitelikler ve içerik üretemedikleri için, kehanet kültürü ile oyalanıyor, bu kültürde teselli arıyor. Yeni bir yoruma, yeni bir bilgi’ye, yeni bir çözümlemeye ihtiyaç duymayan İslami düşünce, kültür ve ilahiyat hayatı, bugün geçmişi nakleden araçlar olarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. İslamın tarihe geçişiyle birlikte yüzyıllarca uçsuz bucaksız bir kültür ve medeniyetin temsilcileri olan Müslümanlar, bugün, akıl’dan, bilgi’den, düşünceden, bilgelikten korkan, çok derin ve çok büyük bir kültürsüzlükle sınanıyor. Makyavelist-arabesk-lümpen muhafazakarlıklarla iftihar eden kesimler, bu utanç verici kültürsüzlüğün farkında ve bilincinde değiller.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde, aralarında Türkiyenin de bulunduğu Ortadoğu ülkeleri, politik pragmatizm adına, onur kırıcı, utanç verici dış politika tercihleri yaparak, Siyonist politik iradenin vesayetine tutunmaya çalışıyor. Politik pragmatizm adına bütün İslami ilkeler/idealler birer birer yok sayılabiliyor. Maddi ihtiraslar, çıkarlar, beklentiler adına, bilgeliğe, erdeme, merhamete, ahlaki samimiyete yabancılaşan, makyavelist-arabesk muhafazakarlıklar-dindarlıklar, insanlığın ilgisini-dikkatini çekebilecek hiçbir şey üretemiyor, ahlaki sorgulamalar yapamıyor. Akılsız ve düşüncesiz umutları içselleştirerek, kehanet kültürüne umut bağlayan bir zihin ve ruh dünyasının tahayyül ve tasavvur yeteneği yokur. Kehanet kültürüne umut bağlayan bir toplum büyük yıkımların, büyük kıyımların, büyük kayıpların, büyük edilgenliklerin, büyük teslimiyetçiliklerin ve büyük mağlubiyetlerin farkına varamaz, tarihsel-varoluşsal-evrensel İslami sorumluluklarla yüzleşemez.İslam ve Müslümanlar tarihe girdiklerinde, tarihi etkileyebilmek, tarihin öznesi olabilmek için, geçmiş bütün medeniyetlerin, çağdaşları olan büyün medeniyetlerin entelektüel mirasını eleştirel bir tititizlikle-sorumlulukla değerlendirerek, çok kapsamlı, çok kuşatıcı bir üretkenlik dönemi idrak etmişlerdi. Bugün, yeni bir üretkenlik dönemi idrak edebilmek için, konformist-gelenekçi yorumun bugünün tarihsel gerçekliğini dikkate alarak eleştirel anlamda, seçici bir şekilde gözden ve gönülden geçirilmesi gerekir. Tekdüzelik ve edilgenlikle malûl olan toplumlar ve kültürler üretkenlikten rahatsız olurlar. İçerisinde yaşadıkları toplumun entelektüel imanlarını, entelektüel yeteneğini ve potansiyelini yok eden romantik taşralılıklar, bugün, toplumlarımızı popülist-arabesk bir değişim sürecine sokmuştur. Bugün, toplumlarımız, radikal İslami/ahlaki/entelektüel yüzleşmeler, hesaplaşmalar, eleştiriler yapabilecek, küresel önerilerde bulunabilecek, küresel tartışmalara katılabilecek nitelikli kadrolara, kamusal rolü-işlevi olan aydınlara sahip olmadığı için liberal sınırsızlıklara, popülist-oportünist sınırsızlıklara pragmatik-politik sınırsızlıklara, sınırsız otoriter politik keyfiliklere maruz kalıyor. Bu sınırsızlıklar karşısında ilkesellikler, ahlakilikler, sahicilikler tutunamıyor. Bugün, toplum-halk, ilkeselliğin, ahlakiliğin, sahiciliğin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Politik kazançlar adına, her gün çok daha derinleşen büyük yozlaşmalar bir şekilde örtbas ediliyor, hiçbir biçimde gündeme alınmıyor.Teknolojiyi putlaştıran yeni bir kozmoloji, insan vücudunu tamamlanmamış, kusurlu bir tasarım olarak gören, insan fıtratına karşı savaşan transhümanist sapma, bütün dünyada tartışmaya açılabilir, materyalist bilimcilik ve tekno-ütopyacılık mutlaklaştırılırken, varoluşsal tüm değerler/anlamlar/alanlar/ahlak/bilgelik ve maneviyat hayatımızdan çekiliyor. Bu ağır koşullar içerisinde Müslüman halklar, kehanet kültürüne sığınarak hiçbir zaman gelmeyecek olen bir geleceği bekliyor. Müslüman halklar, konformist bir din algısını, devletçi/milliyetçi/mezhepçi otoriter bir geleneğin, mistik/batıni bir geleneğin, yerel ve kabileci bir geleneğin folklorik-kültürel kimi tezahürlerini İslam-Müslümanlık saymak gibi çok derin bir yanılgı ve aldanış içerisindeler. Bu anlamda, bugün din’i hayat, tasavvuf/tarikat hayatı, çok büyük bir entelektüel yoksulluk/yoksunluk içerisindedir, küresel ölçekte eleştirel yorum üretebilecek İslami bütünü ve bütünlüğü evrensel bir çerçeve içerisinde temsil ve ifade edebilecek çok ufuklu zihinlere/kadrolara sahip değildir. Bu nedenledir ki, yerli-milli folklorik bir çerçeveden, romantik bir taşralılıktan, Türkiye’de, entelektüel-düşünsel-ontolojik ve epistemolojik, tarihsel içeriği olmayan sahte-sözde bir İslamcılık hikayesi üretildi. Bu hikaye, İslamın evrensel-küresel-uluslararası entelektüel-siyasal konumu ile ilgili olarak etkili-eleştirel hiçbir çözümleme üretemedi. Sözünü ettiğimiz bu sahte İslamcılık hikayesi, modern/seküler/liberal/kapitalist sömürgecilik yoluyla, kendisini, bir bütünlük içerisinde, bütün boyutlarıyla gerçekleştirme bilinci ve iradesi elinden alınan aziz İslamın maruz bırakıldığı ontolojik-epistemolojik bozgunun-yenilginin ve entelektüel soykırımın kesinlikle farkında değildir. Dışarıya, iletişim ve etkileşime, müzakereye, muhasebeye, hayata, dünyaya ve tarihe açılmadıkça, içeride yaptıklarımızın bir anlamı olamaz. İçe kapanan, geçmişe kapanan her aidiyet sonunda bir taşralılığa mahkûm olur. Bugün, bu taşralılık Müslüman halklara, gelenek başlığı altında, yalnızca tabi olmayı ve tabi kılmayı öğretiyor. Bu tür bir tabi olma ve tabi kılma şekli, geçmişi ve tarihi bir anılar manzumesine dönüştürüyor.Müslümanlar olarak evrensel İslami bütünlük bilincini elimizden alan-yağmalayan nostaljik-romantik-konformist taşralı zihniyetle, bütün boyutlarıyla bir entelektüel hesaplaşma iradesi ortaya konulmadan, varoluşsal meseleler üzerinde yoğunlaşamaz, tarihsel gerçekliğe asla dönemeyiz. İçerisinde yaşadığımız dönemin en hayati sorunu, içerisinde yaşadığımız toplumlarda, farklı yorumlara, eleştirel düşünceye, kapsamlı fikir alışverişine izin vermeyen, taşralılığı, kabalığı, saldırganlığı ödüllendiren, İslam’ı, katı, geleneksel-otoriter çerçevelere sabitleyen pragmatik muhafazakar rejimler/iktidarlar sorunudur. Bugün, bu rejimler/iktidarlar, popülist-duygusal propaganda diliyle, duygusal sömürgecilik yoluyla, politik çıkarlar adına, bütün İslami değerlerin, inceliklerin, bilgeliklerin, hassasiyetlerin içini acımazsızca boşaltıyor. Büyük niteliklere, büyük bilgeliklere, büyük ufuklara, büyük değerlere, büyük zihinlere, büyük ruhlara sahip olmayan İslam toplumlarında bugün, Türkiye’de de yaşandığı üzere, muhalif-eleştirel fikirler yasaklar konulmak suretiyle etkisiz hale getirilmek isteniyor. Farklı fikirlerle, eleştirel-muhalif fikirlerle yasaklar konularak mücadele etmek kolaycılığı seçen bir düşüncesizlikten ibarettir. Kur’an-ı Kerim’i, sorumluluk bilinciyle okuyan, bir kez okuyan herkes Din’de zorlama olmayacağını öğrenir, bilir. İslamın, İslam toplumlarının yasaklarla, baskılarla anılıyor olması, İslama ne kadar yabancılaştığımızı gösterir.

Atasoy Müftüoğlu/İslami Analiz