Zekâ tek başına menfaate, ‘Akletmek’ ise hakîkate yöneltir insanı. Bilgisizliğin kurnazlık, beceriksizliğin de kabadayılıkla örtüldüğü bir vasatta, cahiller bilgiçlik, beceriksizler de kabadayılık taslamanın hoyratlığını yaşarlar. Velfecr okuyan gözlerde ilmin edebi değil, cehaleti bilgiçlikle örtmenin hinliği okunur. Bilgi ve hikmet yoksunu kişiler çok ve gereksiz konuşur. Mâlûm, “Boş teneke çok ses çıkarır.”
Kişinin bilmediği konuda sükût etmesi ve hele “Bilmiyorum” demesi, kişilik yönüyle fazîletini, farkındalık yönüyle de belli bir bilgi birikimine sahip olduğunu gösterir. Rabbimiz (cc), kişinin bilgi sahibi olmadığı konuda tartışıp ardına düşmesini şiddetle kınar ve bundan sakındırır.(1) Bu kınama, bilgiçlik taslamanın çirkinliğine, ahlâkî açıdan hafiflik olduğuna delâlet eder. ”Bana sözün özü verildi.”(2) diye buyuran Rasûlullah (as), herhangi bir ilmî delile dayanmadan (Biğayri ilm) serdedilen boş sözden (Lehve’l-hadîs)(3) arındırılmış bir öze, sâfiyete yönelmemizi ister.
Mâlûmatfürûşluğun ‘vukûfîyet kesbetmişlik’ edâsıyla pazarlanması, yaygınlaşan fesâdın toplumsal düzeyde alıcı bulmasındandır.
Mâlûmat, idrâk süzgecinden henüz geçmemiş, herkesçe bilinen mâlûm şeyler; işitilenler yığını olup ham bilgidir. Fürûş, satan, satıcı anlamında bir kelimedir. Mâlûmatfürûş, ortamı, içeriksiz lafzî kalabalığa boğan; lafazanlık eden, kendini bilgili imiş gibi gösteren, bilgiçlik taslayan için kullanılan bir terimdir.
Mâlûmatfürûşun bilgi yığını, talancı çapuluna benzer. Mâlûmatfürûşun fürûş eylediği mâlûmat, derviş çuvalı gibidir. Derviş çuvalında her şeyden bir şey vardır. Ve fakat işe yarar hiç bir şey yoktur! İçinde her şeyden olduğu halde işe yarar bir şey olmayan çuvaldaki zerzevat ne ise, mâlûmatfürûşun küfesindeki bilgi yığını da odur.
Bir de akîdefürûş (inanç tüccarı) var ki, toplumun alevini kendi közüyle tutuşturan ahmaktır! Böylelerine gelince, hem kendini hem de başkalarını yakan din taciri; akîdeyi fürûş eyleyen bîhuştur onlar!
Mâlûmat ile yetinen yolda kalır ancak bildiğini mudrîk olan vuḳûf sahipleri yol alır. ‘Vâkıf olan’, bilendir; burada bilme, bir amaç, bir hedef içindir. İdrâk edip anlayan vukûfîyet sahibi, çabasında samimi ve sürekli olandır. Üzerinde konuştuğu veya sorup cevapladığı konunun farkındadır ve hâsılayı amacıyla uyumlu kılmanın derdindedir. Sermayesi salt mâlûmattan ibaret olan kişi, bilginin eğreti olarak konakladığı yer; mirâsyedi iken, vukûfîyet kesbetmiş olansa, bilginin sahibi, sâdık emanetçisidir.
Hâsılı, anlamdan, tefekkür derinliğinden, amaç için harcanan emekten yoksunluk, lâfazanlık tuzağına esaret, bilgiçlik komedyasına dâvettir! Kastı mahsus yoksa eğer, lâfügüzâf eylemek dahi mâlûmu fürûş eylemekten daha masum, daha ehven bir zâfiyettir!
Bir şeyin manası üzerinden düşünüp idrâk edilerek konuşulması, fikrîyattan yana zenginliktir. Yerinden edilen sözcüklerin tenakuzuyla yol almaya çalışan mâlûmatfürûşun hali ise, zevâhiri kurtarma çabasıdır. Bu durumda bilgi eksikliği vâkıadır; ne var ki, bozulmuşluğun mayası değer yoksunluğudur. Bu sonuç, gürültüden öte bir faciadır. Vukûfîyet için başvurulan her yeni kavram, tefekkürde derinliği artırır; aslı zayî edecek her fâsid söz ise, bütünden uzaklaştırıp mâlûmu fürûş eyler.
Mâlûmatı olana ilim sahibi denilmediği gibi, cahil için de malûmat yoksunu denilmez. Bilgin ile bilgiç arasındaki fark, fikir ile gürültü arasındaki fark gibidir.
Demem o ki, maden vukûfun, cürûf fürûşun mahsulüdür!
Sadra şifâ teşhis: Fazîletin taklidi olmaz!
Ve sadra şifâ tedbir: ‘Ahlâk’ ve ‘İlim’ nimeti, zevâhiri kurtarmaya yol vermez!
***
(1) Âl-i İmrân, 3/66; İsrâ, 17/36.
(2) Müslim, Mesâcid.
(3) Lokman, 31/6.
Nida Dergisi 2019 Sayı:189 / Ramazan Yazçiçek